Röportaj Nil Soysal - İnsanlık Onuru İçin Yürüyelim Arkadaşlar...
Bu kitap ilk elime geçtiğinde hissettiğim duygu şükran oldu. “Söz Konusu Vatan İse”de de aynı duyguları yaşadım. Tarihe not düşen... Bugün yaşananları gün be gün anlatan... Gelecek nesillere tüm çıplaklığı ile aktaran bu kitaplar var ya, çocuklarımıza bırakabileceğimiz en nadide hazinelerimiz aslında. Niye derseniz; göz göre göre gerçeklerin çarpıtılmaya çalışıldığı, muhalefetin sesinin kısılmak istendiği, toplumun uyutulduğu bir dönemin gerçeklerini başka türlü nasıl öğrenecekler ki?..

İLK GÜNDEN İTİBAREN

- İnsanlık Onuru İçin Yürüyelim Arkadaşlar kitabınız raflardaki yerini aldı. Mart 2017’de çıkan Söz Konusu Vatan İse’nin devamı gibi...
İsimlerini arka arkaya getirdiğiniz zaman öyle bir bütünlük içeriyor. Ama bu kitabın meydana çıkmasındaki en önemli kişi, tıpkı bir önceki kitapta olduğu gibi Halk Kitabevi’nin yöneticisi Hüsnü Yamak’tır. Kılıçdaroğlu’nun Ankara’dan İstanbul’a Adalet Yürüyüşü’nü başlattığı gün aradı beni. Dedi ki; “Çok büyük bir ilgi var. Bununla ilgili bir kitap yazabilir misiniz?” Ben de zaten o gün itibarıyla yürüyüşü yazmaya başlamıştım. “Tamam” dedim. Böylece yürüyüşün ilk gününden itibaren hem her gün gazeteye yazdım, hatta bazı günler birinci sayfada ve içeride olmak üzere iki yazı yazdım. Okurlardan gelen destek yazılarından alıntı yaparak onları da yazı haline getirdim. Kitap için ayrıca bazı yazılar da yazdım. Adalet Yürüyüşü’nün tamamlandığı gün kitap basılmıştı.

s1yenisi15cm

TARİHE NOT DÜŞMEK İÇİN

- Bir eylemin aynı anda kitaplaştığını daha önce hiç görmedik. Sanırım bu anlamda dünyada bir ilk oldu...

Güncel olması iyi oldu tabii.. Genelde kitapların aktüaliteyi takip etmeleri pek mümkün değil. Çünkü kitap yazmak zaman isteyen, uzun süren bir iş. Ama burada benim asıl amacım tarihe bir not düşmekti. Hani laf vardır; “Söz uçar, yazı kalır” diye. Sözlerimiz uçmasın dedim. Çünkü Adalet Yürüyüşü çok önemli bir eylemdi ve artık zorunlu hale gelmişti. Ülkede adalet deyince neredeyse herkes susar oldu. Neden susuyorlar diye baktığınızda; “Var” diyemedikleri ve “Yok” demek istemedikleri için susuyor insanlar. Ama adaletin olmadığı bir ülkede insanın başı her türlü derde girer. Peki bu sürdürülebilir mi? Sürdürülemez. Adalet olmayan bir ülkenin, ya da devletin çok uzun süre ayakta kalması pek de mümkün değil. Bizim en büyük sıkıntılarımızdan biri kamuoyunda yargıya olan güvensizlik. Bazı anketlerde de görüyoruz bunu. Vatandaşın yüzde 60’ının yargıya güvenmediği sonucunu paylaşıyorlar. Aslında daha fazla. Çünkü bazıları çekindiği için gerçek düşüncelerini ortaya koymuyorlar. Ben sürekli insanlarla konuştuğum için bunu bilerek söylüyorum. Adalet Yürüyüşü’nün bu kadar ilgi görmesinin sebebi de bu zaten.

SÜREKLİ TAKİP ETTİM

- Siz yürümediniz değil mi?
Baştan sona takip ettim. Katılanlardan dinledim. Kendim gitmedim. Yürüyemem zaten. Her gün yürüyüşü destekleyen yazılar yazdım. Yürüyüşe katılabilseydim, o zaman bu yazıları da, bu kitabı da yazamazdım. Ben buradan Çin’e yürüsem kimin umurunda olur ki? Ama SÖZCÜ gibi yüksek tirajlı bir gazetede yazdığım o yazıları çok sayıda okuyan var.

- “Adalet istemiyorlar mı?” diye bir yazı da yazdınız. Orada isimlerini verdiğiniz Ergenekon ve Balyoz mağdurlarından arayan oldu mu sizi?
Silivri’de Ergenekon ve Balyoz’dan yatan generalleri sıklıkla yazdım. En başta onların yürümesi gerekirken, hiçbirini göremedim diye yazı yazdım. Bunu CHP Trabzon Milletvekili Haluk Pekşen söyledi bana. Ben de onun ağzından yazdım. Bunun üzerine Amiral Özden Örnek bana sitem etti: “Siz yürüdünüz mü ki bizi eleştiriyorsunuz. Bizim ne yaşadığımızı biliyor musunuz” dedi. Ameliyat olmuş. Eğer bunu bilseydim, kendisine “Geçmiş olsun” derdim. Ama o sorduğu soru bana tuhaf geldi. Kendisine cevap olarak; “Haksızlığa uğrayan ben değilim, sizsiniz. En başta adaletsizlikten sizin şikayetçi olmanız lazım” dedim.

30szt02_ist

Muhalefet olmayan ülkede demokrasi de düşünülemez


- Kitapta Adalet Yürüyüşü nedeniyle Kılıçdaroğlu’nu öven yazılarınız kadar, eleştirdiğiniz yazılar da var... Neye göre seçtiniz yazıları?
Kemal Kılıçdaroğlu, çok sevdiğim pırıl pırıl bir insan. Temiz, dürüst, yurt sever, hakkaniyetli, demokrasiye inanan biri. Buna rağmen bazı hatalar da yapıyor. Bizler onun hatalarını gördüğümüz zaman mutlaka yazmak durumundayız. Eğer okursa, anlarsa düzeltir diye. Yoksa amacımız onu yıkmak, ya da yıpratmak değil. Özellikle ben hiçbir dönemde bunu düşünmedim. Çünkü bugün muhalefet yapan tek lider Kılıçdaroğlu. Bir ikincisi yok. Devlet Bahçeli’nin halini görüyorsunuz, yedek AKP’li kendisi. Kim yapacak muhalefeti? Sadece Kılıçdaroğlu ve SÖZCÜ başta olmak üzere birkaç gazete var doğru düzgün yayın yapan, muhalefet yapan. Oysa muhalefet de bu ülkenin önemli ihtiyaçlarından biridir. Muhalefetsiz demokrasi olur mu? Muhalefet olmayan bir ülkede demokrasi düşünülemez.

- Gökmen ve Mediha ortada delil olmaksızın iki aydan fazla süredir içerideler. Amaç ne olabilir? SÖZCÜ’yü susturmak mı?
Muhalefeti susturmak son derece yanlış bir düşünce. Hiçbir dönemde, hiçbir toplumda o toplumu tamamen susturamazsınız. Hatırlayın; bundan 10-15 yıl öncesine kadar Sovyetler Birliği diye bir ülke vardı ve ağır bir baskı rejimi ülkeye hakimdi. Ama o dönemde bile o rejime karşı çıkan yazarlar çıktı ortaya. NOBEL Edebiyat Ödülü’nü aldı o yazarlar. rejimi eleştiren mizah dergilerini kapattılar. Ne oldu? Başkaları çıktı. Çalışanlarını hapse attılar. Başkaları geldi. Yani kapatmakla, ya da hapse atmakla iş hallolmuyor. En iyisi demokrasi.

Hukuk bunun neresinde?


- SÖZCÜ ve FETÖ... Bu iki kelimeyi bir araya getirmek hangi akla hizmet ediyor sizce?
SÖZCÜ’ye FETÖ’cü damgası vurulmak istenmesi dünyanın en saçma düşüncesidir, en saçma davranışıdır. SÖZCÜ’nün sahibi Burak Akbay’a FETÖ’cü denmesi ise bana dünyanın en komik iddiası olarak geliyor. Fetullah’ın Işık okullarında okudu filan diye birinin uydurması. Üstelik gazetede bitirdiği okullar ve diplomalarına kadar fotoğraflarıyla gereken cevabı verdi kendisi. Şimdi yeni öğrendiğim bir saçmalık daha var. O da şu: Savcı Burak Akbay’ın ifadesi alınsın diye yakalama kararı istemiş. Hakim de, ifadesi alındıktan sonra serbest bırakılmasın diye not düşmüş! Ben bunu hiç anlayamadım. Hukuk bunun neresinde? Kaldı ki o notu düşen hakimin görevi savcının iddiasını uygun bulup, bulmamak.

02nille25cm

- Akla tek şey geliyor... Acaba aldığı emri mi uyguluyor?
Bütün bu olaylar ortaya çıktıktan sonra insan ister istemez şüpheci düşünmeye başlıyor, acaba ne yapılıyor diye. Acaba gazeteye el koymak mı istiyorlar? Ama bu kayyumla filan olacak iş değil. Yani bir kayyum atanacak, o kayyum gazeteyi idare edecek! Bu mümkün değil. SÖZCÜ buzdolabı fabrikası mı? Buzdolabı fabrikası olsa belki kayyum idare edebilir. Mekanik olarak aletleri birleştirir, buzdolabı yine çıkar ortaya. Ama bir fikir üretilen yerde kayyumla iş yürür mü? O kayyum bana, diğer yazar arkadaşlarıma, muhabirlere, editörlere egemen olabilir mi? Olamaz. Ne yapar? İşimize son verir, ayrı bir kadro kurar. Onu da okutamazlar kimseye. SÖZCÜ okunuyorsa, seviliyorsa bu yapısıyla okunup, seviliyor. İşte demokrasinin önemi de burada ortaya çıkıyor. Demokratik ülkelerde şu konuştuklarımız düşünülemez bile. Çıldırmışsınız derler adama. Gidin bunu İngiltere’de konuşun mesela...