Gökmen ile önceki gün Silivri Cezaevi’nde ilk kez buluştum. FETÖ yargısından sonra Silivri Cezaevi’ne ilk kez gidişimdi bu. Ancak Gökmen ile görüşme sırasında yanımıza bir infaz memuru oturmuştu. Nefes alışınız bile yasak. Her şey sıkı denetimde. Örneğin Gökmen bir belgeyi okumam için veremiyordu. Ben de öyle. Ancak birbirimize sesli okuma hakkımız vardı. Silivri’de Gökmen için sadece Cuma günü saaat 19:00-20:00 arasını avukat görüşüne ayırmışlar geri kalan gün ve saatlerde kısıtlılık sürüyor. Bu yüzden Gökmen’i görmeye ilk kez gelebilmiştim. Gökmen’in bu kısıtlılığı anlamsız ve kutsal savunma hakkı ihlal ediliyor. Bugün FETÖ yargısı yok ama geleneğin devam ettiğini görmek üzüntü verici.

DİRİ VE UMUTLUYDU

Gökmen tutuklu komasına girmeden kolay atlatmıştı süreci. Diri ve umutluydu. ‘Ne var ki, ne yapmışız ki biz?’ diyordu kendinden emin olarak. O abdestinden de emindi. İlkeli duruşundan, Atatürk çizgisinden emindi. ‘İlkeli Gazeteci olmak eğer bunu bedel olarak ödemeyi gerektiriyorsa ben de bu bedeli ödüyorum işte’ diyordu. Patronuna çok güveniyordu. Benim patronum gazeteci diyordu. İş kovalayan, iktidar kapısında kredi kovalayan biri değil. İşi salt gazetecilik olan bir patron diyordu. Ve elbette iktidar ile göbek bağı olmadığı için sert eleştiriler yapacaktı gazetesi. Ve ‘var mı başka örneği’ diye soruyordu. Direnecekti ama Gökmen... Kararlıydı.