Röportaj: Nil SOYSAL - SÖZCÜ

Bu defa çok iyi gördüm Emin Çölaşan’ı. Geçen yıl yaşadığı sağlık sorunlarını atlatmış. Sigarayı bırakamamış, ama nikotini az olan başka bir sigarayla değiştirmiş. Bir de azaltmış. Keyfi de bir hayli yerinde... Son zamanların moda deyimi ile “Türkiye gibi” değil, “Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti” gibi... “HAYIR”lara vesile olsun...

DAVALARIN ABSÜRDÜ: İ. MELİH


40 yıla kaç dava sığdırdınız? Hakkınızda açılan davaların en absürtleri hangileriydi mesela?

Valla bu 40 yıla yüzlerce dava sığdırma başarısını gösterdim!.. Ama biri dışında hiç hapis almadım. Hürriyet’te iken bazı tazminatlar ödedik doğal olarak. SÖZCÜ’de
ise maşallah diyelim, sıfır tazminatla gidiyorum. Şunu da bilmeyenler için belirteyim; gazetecinin kaybettiği tazminat davalarının parasını genelde çalıştığı
kurumlar öder. En absürt davalara gelince... Örneğin Hürriyet’te iken Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’ten “İ. Melih” diye söz ederdim. Kendisinin
nüfusta kayıtlı adı İbrahim Melih Gökçek. Ben İ. Melih yazıyorum diye avukatları hakkımda davalar açtılar. “Emin Çölaşan bu hitap tarzıyla müvekkilimize İbne Melih deyip hakaret etmektedir” dediler. İsminin İbrahim olduğunu nüfus kayıtlarıyla mahkemelerde kanıtladık ve hepsinden beraat ettim. Son zamanlarda ise Recep Tayyip döneminde hakkımda 30’a yakın cumhurbaşkanına hakaret davası açıldı. Biri hariç tamamından beraat ettim. O davalar beni çok uğraştırdı.

REKLAMIMI YAPMAYI SEVMEM


İlginç! Cumhurbaşkanına hakaret davalarınızı duymamıştım...

Bazıları gibi her fırsatta kendi reklamımı yapmayı, medya piyasasında olur olmaz konularda ismimi geçirmeyi, sansasyon yaratmayı falan sevmem. O yüzden açıklamadım. Kendi küçük ve mütevazı dünyamda sessizce yaşamayı tercih ederim.

Yazılarınızda cumhurbaşkanından söz ederken çoğu zaman “Recep Tayyip” diyorsunuz. Bu da acaba cumhurbaşkanına hakaret sayılır mı günün birinde?

Niye sayılsın ki, ön ismiyle hitap ediyorum. O da Atatürk’ten söz etmek zorunda kaldığında sadece Gazi Mustafa Kemal diyor. Yani Atatürk adını ağzına alamıyor. Ben de kendisinden herhalde Gazi Recep Tayyip diye söz edecek değilim yani!

ESKİDEN ÖVENLER ŞİMDİ SÖVÜYOR


1999’dan bu yana hemen hemen her yıl çeşitli yayın organlarında sizinle röportajlar yaptım. Bugün dönüp o röportajlara baktığımda çok ilginç bir şey görüyorum. İnanılmaz kuvvetli öngörüleriniz var. Bunlardan biri de Fetullah mesela... Onun devleti ele geçirdiğini ilk siz dile getirmiştiniz. Peki siz 15 Temmuz’dan bu yana yaşanan süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?

Evet, Fetullah’la çok uğraştım ben... En güçlü dönemiydi ve AKP iktidarını arkasına almıştı. Beni defalarca mahkemeye verdi ama hepsinden beraat ettim. Perşembenin
gelişi çarşambadan bellidir. Devleti AKP’nin desteği ve göz yummasıyla ele geçirdiğini herkes biliyordu ama çoğu korkudan ağzını açamıyor, görmezden geliyordu. O sırada moda Fetullahçı olmaktı! Şimdi şu yakın geçmişe bir bakıyorum, o sırada Fetullah’a övgü düzen dönekler şimdi koro halinde sövüyor. 15 Temmuz olayına gelince; o hadise çok karanlıktır. On binlerce masum insana haksızlık yapılmıştır. İşin içyüzü ve perde arkası halen meçhuldür. Süreç AKP iktidarının işine yaramıştır. OHAL, baskı rejimi, anayasa değişikliği falan derken iktidar bu olayı kendi çıkarları doğrultusunda sonuna kadar kullanmaktadır

Kitap, raflarda turşusu kurulacak nesne değil


Sizin bir de onlarca kuruma kitap bağışlarınız var...

Kitap evdeki raflarda turşusu kurulacak bir nesne değildir. Bırakın başkaları da okusun. Ben bugüne kadar çeşitli kuruluşlara, okullara, cezaevlerine ve askeri birliklere on binlerce kitap bağışladım. Ama en önemlisi Ankara’da Başkent Üniversitesi kütüphanesine yıllardan beri bağışlamakta olduğum, yazarlarından imzalı kitaplardır. Bu sayı şu anda 5.400 oldu. Tamamı yazarlarından imzalı. O görkemli kütüphanede benim adıma büyük bir köşe açtılar. Düşünün, yazarları tarafından bana imzalanmış 5.400 kitap. Böyle bir koleksiyonun değil Türkiye’de dünyada bile ikinci bir örneği olduğunu sanmam.

Baskı yok, sansür yok SÖZCÜ’de mutluyum

Kovulması gündeme oturan ilk ve tek gazeteci unvanı da hâlâ sizde... Hürriyet’ten kovulmanızla Türkiye’nin gündemini değiştirmiştiniz. Doğrudur. Kovulmam epey ses getirdi çünkü yapılan iş yanlıştı. İktidar baskısıyla olmuştu. Medya üzerindeki baskıların somut örneği idi.

KORKAKLIĞININ SONU


Aydın Doğan’ı affettiniz mi peki?

Nesini affedeyim ki, düştüğü durumları gördükçe onun için üzülüyorum. Kendi etti kendi
buldu. Korkaklığın sonu bu!

Peki SÖZCÜ Gazetesi’nde mutlu musunuz?

Olmayacak kadar mutluyum. Başlayalı neredeyse sekiz yıl olacak ve inanın aramızda bir gün olsun anlaşmazlık çıkmadı, hırgür olmadı. Baskı yok, sansür yok, ima yoluyla bile olsa uyarı yok. Karşılıklı saygı ve sevgiyle çalışıyoruz. Düşünün ki genel yayın yönetmenimiz Metin Yılmaz, patronumuz Burak Akbay dahil bütün arkadaşlar size “ağabey” diye hitap eder. Yazıyı geçerim, yazı işleri müdürümüz Ferda Öngün arayıp “Ellerinize sağlık, çok güzel olmuş” der. Belli bir düzeye gelmiş olan gazetecinin beklentisi ve temel gıdası para pul falan değil işte bu huzur, karşılıklı sevgi ve saygı ortamıdır.

EN BÜYÜK ÜZÜNTÜM


Sosyal medyada yoksunuz.

Hiç yokum. Zaten teknoloji özürlüyüm, o iş bana hiç hitap etmiyor. En büyük üzüntüm de zaten budur, okur mektuplarına yanıt veremem.

Bu çirkin düzenin değişmesi zor!


Duayen Gazeteci Emin Çölaşan, mesleğe 1977 yılında Milliyet Gazetesi’nde başladı. Ömrünün 40 yılı gazetecilikle geçti... Duayen Gazeteci Emin Çölaşan, mesleğe 1977 yılında Milliyet Gazetesi’nde başladı. Ömrünün 40 yılı gazetecilikle geçti...


Medyanın son 40 yılına baktığınızda ne görüyorsunuz? Türk medyası nereden, nereye geldi? Medya için “Kırılma noktası” neydi?

1977’de gazeteciliğe başladığımda gazete sahipleri genelde gazeteci patronlardı. Sonra medya kuruluşları büyük iş adamlarının, para babalarının eline geçmeye başladı. Gün geldi, tüccar Aydın Doğan yedi gazetenin ve üç televizyonun sahibi oldu. Dahası var. Sonra AKP döneminde iktidar yalakası yandaş medya oluşturuldu.

Şimdi bu gazetelere ve televizyonlara baktığınızda her biri adeta Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık basın bülteni gibidir ve hepsinin patronları da iktidarın has adamı olan, devletten beslenen büyük iş adamlarıdır. Üstelik kerameti kendinden menkul, ismini bile duymadığımız bazıları buralarda köşe yazarı ve yorumcu oldu. Bu çirkin düzenin bundan sonra değişmesini çok zor görüyorum. Kırılma noktası medyada tekelciliğin başladığı 1990’lı yıllar ve sonrasında gelen AKP dönemidir.

TOPLUM GERİLİR


Başkanlık dayatmasını da ilk siz dile getirmiştiniz ve er ya da geç bunun olacağını söylemiştiniz. Nisan ayındaki referandumda sonuç ne olur?

Türkiye gerilir, toplum yine bölünür, bir sürü tatsız olaylar yaşanır ama sonucun ne olacağını şimdiden bilmek mümkün değildir.