RÖPORTAJ: Nil SOYSAL

40. yılda 40. yıl röportajını yaparken, aklıma geldi... Dedim ki; “Emin Çölaşan’ı yakın dostlarından da dinlemek istiyorum.” Soluğu ilk önce Bekir Coşkun’un odasında aldım... Tam da iktidarın o linç kampanyasının başladığı gündü üstelik! Ama, Emin Çölaşan deyince akan sular durdu 40 yıllık dostu için... Arkasından Saygı Öztürk’ün odasına daldım. Uğur Dündar’a telefonla ulaştım. Geç saatlere kadar süren Halk Arenası’nın ardından aramama rağmen yine Emin Çölaşan kontenjanı ile usta gazetecinin tüm işlerinin önüne geçtim... Röportajı tamamlayıp, gazeteye geçtim geçmesine de, aramam gereken bir dolu isim olduğunu ve arayamadığımı düşündükçe, içim hiç rahat değil...

02zekimuren20cm

- “Keşke yazmasaydım” dediğiniz bir yazı oldu mu hiç?
Çok azdır. Bir örnek vereyim; çok sevdiğim ve saygı duyduğum sanatçı Zeki Müren’le, onun evinde uzun bir söyleşi yapmıştım. Sorularımın ağırlığını onun özel yaşamına odaklamış ve adeta eşcinselliğini itiraf ettirmek üzerine kurmuştum. Yani ilk kez bana “Evet ben bir eşcinselim” diye açıkça itiraf etmesi için çaba harcıyordum ama çok güzel ve akıllıca yanıtlarla sorularımı geçiştirdi. Söyleşi yayınlandıktan sonra çok pişman oldum ama iş işten geçmişti. Yaptığım ayıptı. Bu saygısızlığım nedeniyle şimdi onun ruhundan özür diliyorum.

“EVDE ÇALIŞAMAM...”

- Bunun gibi daha ne çok anı vardır sizde...
Acı ve tatlı o kadar çok anılarım oldu ki... İki genel yayın yönetmenim Abdi İpekçi ve Çetin Emeç, yakın arkadaşım Uğur Mumcu ve daha niceleri öldürüldü, şoklar yaşadım. Muammer Aksoy hocamız gazetede benim yanımdan çıktıktan hemen sonra öldürüldü. Anılara girersek sonu gelmez! Ama tatlı anılar da elbette çok var. Uğur Dündar’la birbirimizi karşılıklı muhteşem işletmelerimiz, saf Anadolu çocuğu Urfalı Bekir Coşkun’u benim işletmelerim... Kahkahalarla gülerdik.

- Bir gününüz nasıl geçer?
Genelde gazetede geçer. Ben evde çalışamam. Sabah gazeteye gelince bütün gazeteleri ve az sayıda köşe yazarını okurum. Sonra internette haber sitelerine bakarım. Artık konu avcılığı (!) saatlerim başlamıştır. O gün ne yazmam gerektiğini düşünmeye başlarım, gündemi gazetedeki arkadaşlarla konuşurum. İyi bir yazı konusu bulmak bazen zordur, bazen çok kolay. Öğleden sonra yazımı yazıp İstanbul’a geçerim. Bu yazma ve düzeltme süreci en az üç saat sürer. Ancak bu süreç epeyce zordur. Her gün neredeyse tek başınıza bir doğum yapıyorsunuz! Ya da her gün bir oyun (!) sergiliyorsunuz. Yönetmeni, senaryo yazarı, başrol oyuncusu, figüranı, sahne elemanı, ışıkçısı hep sizsiniz ve her gün iyi bir şeyler yazmak, adam gibi bir şeyler üretmek zorundasınız. Çünkü üzerinizde sizi izleyen milyonlarca göz var. Yazıyı geçtikten sonra da ertesi gün ne yazmam gerektiğini düşünmeye başlarım.

“KENDİMİ SÖMÜRDÜM”

- Bundan sonraki amaçlarınız ve planlarınız nedir?
Açık söylemek gerekirse geleceğim yere geldim. Hiçbir zaman idari görev almayı düşünmedim. Ayrıca paraya tamah edip gazeteler değiştirmedim. Ben sadece haber ürettim, söyleşiler yaptım ve köşe yazıları yazdım. Bundan sonra önemli olan gelmiş olduğum yerde saygınlığımı ve meslek heyecanımı koruyarak kalabilmektir. Çünkü buraya yalakalıkla ve onun bunun adamı olarak değil tırnaklarımla kazıyarak ve başkalarını değil sadece kendimi sömürerek geldim.

- 40 yıl önce gazeteciliğe başlarken bu mertebelere ulaşacağınızı düşünmüş müydünüz?
Aklımdan bile geçmezdi. Kendime güveniyordum ama neler olacağını bilemezdim ki...

- Daha nice yıllara. Çok teşekkür ediyorum.

‘İşte benim arkadaşım’


Bekir Coşkun: Kaç yıllık arkadaşız bilmiyorum; ömrümün yarısı... Hani “Ömrümü yedi” derler ya... Her duyguyu paylaştık; acıyı, sevinci, güzel günleri, kötü günleri... Tansel hariç, Emin Çölaşan’ı benden iyi tanıyan olamaz... Birbirimizin yüz hatlarından ne düşündüğümüzü bile biliriz... Kimi zaman “Allah Türkiye’nin başına bir sürü bela verdiyse, iyi ki böyle gazeteciler de vermiş” derim...

02bekircoskun20cm

Başı dertte olan her toplumun Emin gibi gazetecilere ihtiyacı vardır. Dürüst, mert, yiğit, korkusuz... Hepsi tamam da, uzakta hiç tanımadığı insanlar acı çektiğinde, kendi omuzlarında o sorumluluğu, yüreğinde o acıyı, o sancıyı hissetmesi var ya... İşte benim arkadaşım...