Türkiye'de geçici koruma altına alınan Suriyelilerin sayısı 2.834.441. Aile Hekimleri Dernekleri Federasyonu (AHEF) Yönetim Kurulu Başkanı Uzm. Dr. Erkut Coşkun, bu sayının kayıt dışı olanlarla birlikte çok daha fazla olabileceğini söylüyor. Konunun birçok yönü olmakla birlikte sağlık alanı ile ilgili de direkt bağlantılı olduğunu belirten Coşkun, yeterli önlemin alınamadığını ve bunun halk sağlığı açısından önemli sonuçlar doğurabileceğini belirtti. Peki hangi hastalıklarda artış görülüyor ve ne gibi önlemler almak gerekiyor. İşte Coşkun'un konu ile ilgili açıklaması:

uzm-dr-erkutcoskun

Ülkemizin sağlıklı bir geleceğe sahip olması için özveri ile koruyucu ve tedavi edici sağlık hizmeti sunan 23 bin aile hekiminin temsilcisi Aile Hekimleri Dernekleri Federasyonu (AHEF) olarak, son yıllarda artan göç olaylarının sağlık alanındaki yansımalarından endişe duymaktayız.

Ülkemiz, coğrafi konumunun da etkisiyle tarih boyunca göç dalgalarına maruz kalmıştır. Bunun son örneği, Suriye'de çıkan iç savaş sonrası yaşanan gelişmelerdir. 2011 yılından itibaren artan göç dalgası, ekonomik, sosyal ve siyasal açıdan bir çok tehdidi de beraberinde getirmiştir. Bu konulardaki çözüm önerilerini işin uzmanlarına bırakarak, hekimler olarak en iyi bildiğimiz konuda, sağlık alanında tehditlere dikkat çekmeyi görev biliyoruz.

Ülkemize gelen Suriyeliler, Geçici Koruma Yönetmeliği kapsamında 28 Nisan 2011 tarihinden itibaren geçici koruma altına alınmışlardır. Sınırdan geçen mülteci, bulunduğu ilde kayıt yaptırmış ve kimlik kartı almıştır. Sığınmacılar, kayıt altına alınmakla sağlık hizmeti haklarını elde etmişlerdir.

Resmi rakamlara göre 2016 yılı sonunda, geçici koruma altına alınan Suriyelilerin sayısı 2.834.441 olmuştur. Ancak kayıt altına alınmamış olanların sayısı hesaba katıldığında ülkemizdeki mülteci sayısının, resmi rakamlarla ifade edilenden çok daha fazla olduğu aşikardır. Kayıt altında olmayanların bağışıklık durumları, kronik hastalıkları vb. sağlık öyküleri hiçbir şekilde bilinmemektedir ki, bu da başlı başına bir sağlık sorununu beraberinde getirmektedir.

Kayıt altındakiler üzerinden devam edecek olursak, Suriyeli yabancıların cinsiyetlerine göre dağılımları, 1.323.054 kadın, 1.511.387 erkek olarak görülmektedir. 2016 yılı sonu itibarıyla illere göre dağılımlarda karşımıza çıkan tablo ise şu şekildedir:

1)İstanbul (438.861 kişi)

2)Şanlıurfa (405.511 kişi)

3)Hatay (379.141 kişi)

Aralık 2016 tarihinde AFAD tarafından yayınlanan bilgi notunda; 10 şehirde (Hatay, Gaziantep, Şanlıurfa, Kilis, Mardin, Kahramanmaraş, Osmaniye, Adıyaman, Adana, Malatya) kurulan geçici barınma merkezlerinde 258.545 Suriyeli yabancının olduğu belirtilmektedir. Barınma merkezlerinin dışında kalan göçmenlerin yaşam şartlarının çok değişkenlik gösterdiği ve büyük çoğunluğunun uygunsuz koşullarda hayatlarını sürdürmeye çalıştıkları aşikardır.

Bugüne dek Suriye ve Iraklı sığınmacıların tedavileri kapsamında 953.466 ameliyat gerçekleştirildi; 1.143.393 yatan hasta olduğu ve 5.919.750 poliklinik hizmeti verildiği kayıtlara geçti. 224.750 Suriyeli bebek, gözlerini Türk topraklarında açtı. Bu hizmetlerin hepsi ücretsiz olarak sunuldu ve sunulmaya devam ediyor.

BU HASTALIKLAR ARTIŞTA

Göçmen sağlığı denilince genelde aklımıza beslenme bozuklukları ve salgınlar gelmektedir ki, bu da ilk etapta kriz yönetimi açısından en önemli basamaktır. Ülke olarak özverili çalışmalar neticesinde çok sıkıntılı akut problemler yaşamadık. Takip eden süreçte asıl sorun barınma merkezlerinde kalan göçmenler değil tıbbi açıdan yeterince kontrol altına alınamayan, serbestçe dolaşan göçmenlerdir. Sağlık Bakanlığımız, her ne kadar göçmen sağlık merkezleri kursa da denetim ve koruyucu sağlık hizmetleri yönünden alınan idari ve tıbbi tedbirler yeterli olamamaktadır. Kayıt altına alınmamış mülteciler, aşılama gibi birinci basamak koruyucu hizmetleri almadan ülkeye yayılmıştır. Bu da toplum sağlığı açısından risk demektir. Sağlık çalışanlarının büyük özverisiyle bebek ve çocuk aşılamalarında bir yol kat edilmişse de özelikle erişkinler açısından bakıldığında bağışıklama neredeyse sıfır düzeyindedir. Bu da önümüzdeki yıllarda verem, kızamık gibi, ülkemizde aile hekimliğinin uygulaması ile dünya standartlarına gerileyen hastalık görülme oranlarında, ters bir ivme hareketine sebebiyet verecektir. Henüz istatistiklere yansımasa da meslektaşlarımızın sahadaki gözlemleri bu durumu doğrular niteliktedir.

Yine bölgesel anlamda ülkemizden daha sık oranda göçmenlerde bulunan şark çıbanı, el ayak ağız hastalığı gibi bazı enfeksiyon hastalıklarının görülme sıklıkları da giderek artmaktadır. Bundan 5 yıl öncesinde, bahsi geçen hastalıklar yılda belki onlar ya da yüzler ile ifade edilirken şimdi binler ile ifade edilmektedir.

Tüm enfeksiyon hastalıklarında olduğu gibi bu hastalıklardan korunmada da bireysel temizliğe, hijyen koşullarına dikkat etmek (parktan dönen çocuğun mutlaka ellerini yıkaması gibi), çocukluk çağı aşılarını ve gebelik takiplerini mutlaka aile hekimine müracaat ederek yaptırmak büyük önem arz etmektedir.

Bizi bekleyen bir diğer tehlike de genetik yolla geçiş gösteren hastalıklarda meydana gelebilecek artışlardır. Bu durum özellikle Suriyeli kadınlarla yapılan evliliklerin artması sonucu, bu kişilerin yeterli tıbbi öykülerinin bilinmemesi neticesinde hastalık yükünü taşımalarıyla ortaya çıkacaktır.

HANGİ ÖNLEMLER ALINMALI?

Ülkelerinde çıkan savaş, sevdiklerini kaybetmiş olmanın acısı, evlerini terk etmek zorunda kalmak ve bambaşka bir ülkede daha zor koşullar altında hayata tutunmaya çalışmak... Bu travmalar hem fiziksel hem de ruhsal anlamda çöküntüye ve dolayısıyla post travmatik stres bozukluklarına neden olabilmektedir. Bu durumun küçük çaplı da olsa toplumsal çatışmalara neden olabileceği de göz ardı edilmemelidir.

Toplumumuzun sağlıklı bir geleceğe kavuşması için AHEF olarak önerilerimiz:

-Tüm göçmenler kontrol altına alınmalı,

-Aşılamaları tamamlanmalı,

-Yeterli beslenme ve hijyen koşulları altında yaşamalarını sağlayacak tedbirler arttırılmalı,

-Fiziksel rehabilitasyonun yanı sıra, psikososyal destek hizmetlerinin verilmesi; ebeveynsiz çocukların ve engellilerin tespiti; çocuk yuvaları ve kadın korunma evlerinin sayılarının arttırılması sağlanmalı,

-Adolesan gebelik, çocuk işçi, istismar gibi çocukları fiziki ve ruhsal açıdan çöküntüye götürecek sorunların önlenmesine yönelik tedbirler alınmalıdır.