1516-17’li yıllar... Mısır Seferi’nden dönüş yolunda, Yavuz Sultan Selim ile müderris (profesör) İbn-i Kemal atbaşı gitmektedir. Hukuk, edebiyat, tarih, tefsir ve kelam alanlarında uzman olan büyük ilim adamı Kemalpaşazade’nin atının ayağından sıçrayan çamur, Yavuz Sultan Selim’in kaftanını kirletir. Büyük âlim telaşlanır; O’nun bu halini gören Yavuz, tarihe şu sözleri armağan edecektir:
- “Âlimin atının ayağından sıçrayan çamur, bizim için şereftir.
Öldüğümde bu çamurlu kaftan, sandukamın üstüne örtülsün!”
Keza, Fatih Sultan Mehmed’in, İstanbul fethinin ardından Rum kızlarının kendisine sunduğu çiçekleri hocasını işaret ederek:
- “Hünkâr benim, ama o benim Hocam’dır, çiçekler ona layıktır” diyerek; bilimde, tasavvufta, tıp ve eczacılıkta ün yapmış Akşemseddin Hazretlerini kendine yeğlemesi unutulmamıştır.
Kültürümüzden onlarca örnek vermek mümkündür.
“Âlimin mürekkebi, şehidin kanından ağırdır” sözü, bu millete ilham olmuş, ilime ve âlime müstesna bir yer vermiştir.

CÜBBENİN ALAMETİ FARİKASI

Fakültelerdeki iddianamesiz ihraçların Mülkiye’deki protestosu esnasında, hocalara yapılan saldırılar ve cübbelerinin çiğnenmesi, yukardaki anekdotları hatırlattı bana... Sadece bu da değil; son dönemlerde, popülist ve popüler yaklaşımlarla bilimin nasıl dejenere edildiği ortada. Bazı sözde kanaat önderlerinin ve siyasilerin, ilim adamlarına yönelik yürüttükleri bu değersizleştirme tavrı, akıllara ziyan.
Oysa...
Cübbe önemlidir.
Cübbeyi giyenler de...
Üç meslek cübbe giyer:
Akademisyenler,
Adalet mensupları,
Din adamaları.
Neden cübbe giyer bu meslek grupları?
Bu gruplar, hakikatle ilgilenir.
Bu gruplar, gerçeğin peşinden koşmak zorundadır.
Bu gruplar, doğru olanı arayıp bulmakla ve onu duyurmakla mükelleftir.
Dolayısıyla giydikleri cübbe, bu gruplara bağımsızlık kazandırır; yani görevlerini hiçbir baskıya maruz kalmadan yapmaları gerektiğini temsil eder.
İşte tam da bu nedenle; cübbelerin alametifarikasıdır, önlerinde iliklenecek düğmelerin bulunmaması! Çünkü bu meslekler boyun eğmezler, kimsenin karşısında ön iliklemez, el pençe durmazlar...

CÜBBE SİYASETE MANİDİR

İster patron müdahalesi olsun, ister siyaset/iktidar müdahalesi; müdahalelerin hepsi, cübbeye saygısızlıktır. Cübbenin mahiyetine, manasına uymaz.
Cübbeyi giyenin de dışardan gelen her tepkiyi dirençle karşılaması gerekir.
Dik durmak, taviz vermemek cübbenin namusudur.
Dirençli olmanın yolu da yaptığı işi en iyi en düzgün şekilde yapmaktan geçer.
Cübbeyi hak etmiş olmak gerekir.
Cübbenin kişiye kazandırdığı güç ve yetkiyi başka şeyler için -çıkar ve ikbal beklentisi gibi- kullanmamak, güç ve saygınlık getirecektir.
Çıkarlarını ön plana alırsa cübbeyi giyen, bu defa cübbenin ruhuna aykırı hareket etmiş olur. Dolayısıyla cübbeyi hak edenler ve hak etmeyenler ayrılmalıdır.
Peki, bu ayırım nasıl yapılır?
En başta, cübbeyi giyenin, içinde yaşadığı topluma ihanet etmemesi gerekir. Topluma zarar verecek hiçbir konunun peşinden gitmemelidir. Bunu ancak fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür olanlar yapabilir.
Cübbeyi giyen siyasete eklemlenemez ve iktidarın sözcülüğünü yapamaz.
Fîhi Ma-Fih’te şöyle denilir:
“Bilginlerin kötüsü, beylerden yardım gören, beyleri ziyaret eden bilgindir!
Beylerin hayırlısı da bilginleri ziyaret eden beydir.
Ne güzel beydir, yoksulun kapısındaki bey; ne kötü yoksuldur, beyin kapısındaki yoksul...”
İktidardan, güçten beslenen ilim ehlini ve her türlü onursuz duruşu, Hz. Mevlana yerden yere vurur.
Ezcümle;
Cübbe giyenin; adaletten, hukuktan ve hakkaniyetten başka hesap vereceği bir merci yoktur. Bu nedenle, bu meslek gruplarına, hiçbir baskı altında kalmayacakları bir masuniyet alanı tesis etmek, hukukun üstünlüğünü şiar edinmiş her devletin öncelikli görevidir.
Diğer taraftan şunu da unutmamak gerekir; vatanına ve milletine hizmet etmek yerine, şahsi ikbal uğruna belirli zümrelerin çıkarlarını gözetenlere de cübbeler kalkan olmamalıdır.
Bu iki husus arasındaki hassas dengenin gözetilmesi, alınacak tedbirlerin olabildiğince şeffaf ve neden-sonuç ilişkisi içerisinde olmasını gerektirir.
1980 darbesinin ve 28 Şubat sürecinin ardından akademi dünyasının yaşadığı sıkıntılar belleklerde yer edinmişken, 15 Temmuz’da yaşanan alçak darbe girişiminin ardından toplumsal mutabakatla geçmişte yapılan hatalardan ders alınarak adımlar atılması gerekirken, darbe dönemlerinin mahsulü olan akademik tasfiyelerin tekrarlanması kamu vicdanını zedelemektedir.
Yaşanan mağduriyetleri, yeni mağduriyetler yaratarak çözmeye çalışmak, birlik ve beraberlik ihtiyacını milletin tamamını değil de yalnızca belirli bir çoğunluğunu gözeterek gidermeye çalışmak, iyiye ve doğruya ulaşma çabasında eleştirel hiçbir düşünceye tahammül edememek bu toprakların düsturu olmamalıdır.