İktidara eklemlenmeyen aydınlarımızın sayısı her geçen gün azalsa da, hakikat kendisini bir türlü ifade edecektir. İnsanlık tecrübesi bunu gerektirir. Akıl, sağduyu ve erdemler bunu zorunlu kılar.
Kalem oynatanlar, insanları aydınlatmaya çalışanlar şunu unutmamalı: Getirildiği makamlar ve para uğruna, gerçekleri manipüle etmeye çalışanlar unutulmaya mahkûmdur.
Bugün rahmetle ve şükranla andığımız isimler, her zeminde korkusuzca hakkı söylemekten korkmayan, insanlığın birikimini dikkate alan, bir kişi ya da bir topluluk için değil; tüm toplum ve insanlık için mücadele verenlerdir.
Özgürce fikirlerini söyleyemeyeceğini gören ve bu yüzden iktidarın kadılık teklifini reddeden Ebu Hanife’yi, bu gün tüm dünya rahmetle anarken, o günün iktidarının sözcülüğünü yapanları hatırlamıyoruz bile. İsimleri tarihin çöplüğünde...

İTİDAL ÇAĞRISINA BAKIN

Girmeden tefrika bir millete, düşman
giremez
Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez

*  *  *

“Yolsuzluk hırsızlık değildir” fetvasıyla zihinlere kazınan ilahiyatçı Prof. Hayrettin Karaman Hoca, referandumda “evet” için yazılar yazıyor. İktidarı, her hâlükârda ve her durumda desteklediği biliniyor. Fakat yaşı hayli ilerlemiş Hoca’nın yazdığı bazı paragraflar, özellikle de kendi okuruna verdiği mesajlar, birlikte yaşama düzleminde okunduğunda, insana, olmaz bu kadar dedirtiyor. Hoca, toplum ile topluluk arasındaki fark nedir, vatandaşlık ne demektir, modern hukuk devleti neleri öngörür, günümüz rasyonu insanlığa ne emrediyor vb. soruları kendisine hiç sormamış. Kadim rejimlerde ortaya çıkan dini düşünce ile İslam’ın ortaya koyduğu evrensel mesajın tefrikini de yapmamış! Gazetesindeki, köşesinde, “Referandum Sürecinde İtidal” başlıklı yazısında kullandığı şu cümlelere bakın:
“Müslümanlar, Yahudilere, Hristiyanlara ve diğer din mensuplarına, aralarında, kendi toplumlarında yaşama hakkı tanıdıklarına, onlarla “iyilik ve adalet çerçevesinde” ilişkiler kurduklarına göre, kendi insanlarından olup, zaman içinde değerlerine, öz medeniyet ve öz kültürüne yabancılaşmış parçalarına bunu tanımayacaklar mı? Elbette tanıyacaklardır.
Referandum süresince “Hayır” cephesinde yer alan insanların büyük çoğunluğu işte bu “... yabancılaşmış parçamızdan” oluşuyor. Biz bu parça ile fikirde ve fiilde derin ayrılıklarımıza rağmen müştereğimizin azamisini temel kılarak, birlikte barış içinde yaşamak durumundayız.”
Yazının devamında, toplumun ahlaki ve hukuki yöntemlerden uzaklaşmasının ve şiddete başvurmasının hepimiz için kayıp olacağını dile getirse de, üstü örtük tekfir içeren cümleleri, “yolsuzluk hırsızlık değildir” kıvamında!
Yoksa kendisine verilen, Ziraat Portföy ve Ziraat Emeklilik Danışma Kurulu üyeliklerinin diyeti mi?!

HOCA’YA SORUYORUM

Sayın Karaman, Türkiye bir hukuk devletidir, söyledikleriniz hukukla çelişir. Kendiniz gibi düşünenleri ‘asıl’ kabul edip, “hayır” diyecekleri “yabancılaşmış parça” olarak nitelendirme hakkını nereden alıyorsunuz?
“Hayır” diyecek kitle, İslamcısından solcusuna, milliyetçisinden mütedeyyin Müslümanına her biri Türkiye’nin asli vatandaşı.
Diğer taraftan:
Müslümanlığımızın ya da milliliğimizin ölçüsü AKP’li olmak mıdır?
Sizin düşüncelerinizden hareket edersek, öz kültürümüzü idrak etmiş olacağız, öyle mi? Neredeyse hakikat biziz diyeceksiniz; bu ne menem bir kibirdir?
Kur’an’ın “şura/meşveret” anlayışı nerede kaldı?
İslam düşünce tarihinde, bir “irade” bahsinde bile, onlarca yaklaşım söz konusuyken, bu tekçi yaklaşım, hangi tevhit anlayışıyla örtüşür?
Çok daha önemlisi, siz, bir dini, bir kültürü, bir medeniyeti nasıl olur da bir siyasi partinin görüşüne indirgersiniz?
Yarın sonuç “Hayır” çıkarsa, gayri milliler ya da ‘parça mı’ kazanmış olacak?

YÖNETEMEYEN DEMOKRASİYE GİDİYORUZ

Bakın, Ankara İlahiyat’tan, bir başka İslamcı profesör İlhami Güler; Karaman Hoca’nın aksine görüşler beyan ediyor. Güler, “Bir Ülkeyi Bir Kişiye Bağlamak” yazısında, İslamcı ideolojiden gelen AKP, muhafazakâr-demokrat anlayışıyla on yıl hükümeti yönettikten sonra, 2010’dan itibaren, “tek adamlığa yelken açmaya başladı” diyor ve şu tespiti yapıyor:
“Cumhurbaşkanı yetkilerini iyice artıran, “Başkanlık” sistemine geçmek için referanduma gidiyoruz. Yani Avrupa’nın, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra girdiği “Seçimle Gelen Krallık” dönemine biz yeni gidiyoruz! Muhafazakârlar, çoğunluklarına güvenerek, hoşlarına giden kendilerinden birini yeni “Padişah/Sultan/Halife” seçmek istiyorlar. Böylece muhalefeti (tek tek hepsini sıralıyor) devlet rantlarından uzaklaştırmış olacaklar! Bu bana göre riskli bir yoldur. Yönetemeyen demokrasiye gidiyoruz.”
Bu köşede sıklıkla dile getirdiğim, şu ifadesi de son derece önemli: “...tek kişinin aklına mahkum olmak yerine, Avrupa’nın binbir badireden geçerek geliştirdiği ve İslama’da uygun olan (şura) ortak akılla karar almayı, toplumun tümünü yönetime bir biçimde katmayı tercih ederim.”
Balyoz ve Ergenekon, FETÖ, açılım politikaları, Suriye politikası, Rusya ve İsrail ile yaşadığımız gerilimler, eğitimde ve ekonomide geldiğimiz yer vb. pek çok sorun bir başarıysa, buyurun “evet” deyip, fiili duruma hukuku giydirelim.