Kur’an’ın indiği toplumda, Hz. Peygamber’e direnç gösterenler, en başta asabiyet davasından vazgeçmek istemeyenlerdi. Şimdi şu örneğe bakın:
Mekke toplumunun öncülerinden olan Ebu Lehep, Hz. Muhammed’e soruyor:
- İman edersem bana ne var?
- Bütün müminlere ne varsa sana da o var?
- Beni başkalarıyla eşit tutan din olmaz olsun!
Atalarından tevarüs eden geleneğe, sorgusuz sualsiz teslim olan müşrikleri; Kur’an’ın “Babalarını sapıtmış kişiler halinde bulmalarına rağmen, yine de izlerinden gidiyorlar”(Saffat/69-70) eleştirileri kızdırıyordu. Bu mesele onlar için hak-batıl, doğru-yanlış meselesi değildi. Öyle ki “Ey Muhammed, sen gel, bir yıl bizim tanrımıza bizim gibi tap, biz de, bir yıl, senin tanrına senin inandığın gibi tapalım” teklifiyle geldiler. Bu dahi tutarsızlıklarını ortaya koyuyordu. Her türlü imtiyazın ellerinden alınması ve saltanatlarının son bulması korkusu, onlara, gerçekleri örtme (küfür) yolunu seçtirdi.
Demem o ki, dini değerlerin bir insanda dönüşüm gerçekleştirebilmesi için kişinin dinden ne beklediğine bakmak gerekir. Aslında, Peygamberin hitap ettiği toplumda yaşananlar ile bugün yaşadıklarımız arasında çok fark yok. Beklentiler, siyasi oyunlar, rant kavgası din rengine boyanarak ortaya çıkar çoğu zaman! Dolayısıyla; kişileri, düşünceleri, din adına oluşturulmuş kurumları, tarihte yaşanan kavgaları kutsayıp, peşin bir kabulle onları eleştiriye kapatmak, cahiliye döneminin kör itaat anlayışından farklı değildir. İslam’ın giriş kapısı olarak niteleyebileceğimiz “La ilahe illallah...”; irade özgürlüğüne engel koyan her kişiyi, her fikri, her kurumu, her aracıyı yerle bir eder.

PEYGAMBERİN MÜCADELESİ

Hz. Peygamber, yaşadığı toplumun ön kabullerini ve kavgalarını dikkate alarak, önce büyük bir azim ve sabırla cehalete savaş açtı. İkinci olarak, din adalettir dedi ve hakkaniyetle muameleye herkesin layık olduğunu haykırdı. Liyakat ve sorumluluk bilinci (takva) toplumsal yaşamda olmazsa olmazımız diyerek, insanca yaşamanın kurallarını hatırlattı.
Kur’an’da öngörülen sistem, çağımızın kavramıyla ifade edelim, hukuk devletidir: “Ey inananlar, Allah için adaleti ayakta tutup gözeten şahitler olun. Bir topluluğa olan öfkeniz, sizi adaletsizliğe sürüklemesin. Adil olun.” (Maide, 8)
Yesrip böyle Medine (şehir) oldu. Lakin Hz. Peygamberin vefatının hemen akabinde, daha cenazesi ortadan kalkmadan, siyasi iktidarı ele geçirmeye yönelik tartışmalar ve hizipleşme, yüzyıllar sürecek ve bir daha asla birliği sağlayamayacak hadiselerin önünü açmış oldu.

İLK SİYASİ ÇEKİŞME

Hz. Peygamber’den sonra sahabenin verdiği ilk sınav, Beni Saide hadisesidir. Ensardan bir grup, Beni Saide denilen yerde toplandı. Aralarında en güçlü isim olarak gördükleri Sad. İbn. Ubade’yi kendilerine halife seçmek istiyorlardı. Sad da bunu arzuluyordu. Ensar (Medineliler) bu görevi kendilerine hak olarak görüyordu. Gruptan Sad’ı istemeyen iki kişi, toplantıyı, Hz. Ebu Bekir ve Ömer’e haber verdi. Bunun üzerine, Hz. Ebu Bekir ve Ömer, Ebu Ubade’yi de yanlarına alarak toplantı yerine geldiler. Hz. Ali cenaze işleri ile meşguldü; toplantıda yoktu.
Toplantıdaki konuşmalar, halife, Muhacirden mi olacak yoksa Ensardan mı tartışmasına dönüştü. Hz. Ebu Bekir, konuşmasında şu delilleri ileri sürdü:
“Biz sizden önce Müslüman olduk.”, “Biz muhacirler peygamberin aşiretindeniz.”, “O’nun aşiretinden olanlar, hilafete daha layıktır.”, “Araplar bu konuda Kureyş’ten başkasını tanımazlar.”, “Bizler emirler, sizler vezirlersiniz.”
Bu toplantıda -ki can alıcı nokta burası- ortaya atılan deliller arasında, Kur’an’ın “Emaneti ehline veriniz” ilkesi yoktu. Gündeme getirildiğine dair bir rivayete henüz rastlanılmadığı ifade ediliyor. (Prof. Dr. Ahmet Akbulut, Sahabe Dönemi İktidar Kavgası)
Hz. Peygamberin vefatından sonra Müslümanlar dört gruba ayrıldılar. Ensar grubu; Ebu Bekir’i destekleyen grup; Hz. Fatıma’nın evinde toplanan Hz. Ali taraftarları ve Hz. Ebu Bekir’i halife olarak tanımadıklarını ve zekât vermeyeceklerini ilan eden isyancı grup. Bu konuyu kitabında tartışan Prof. Dr. Akbulut şu tespiti yapıyor:
“Beni Saide’de ortaya atılan görüşlerin, İslami ilkelere uygun olup olmadığının tartışmasının yapılması bazı sorunlara da açıklık getirecektir. Peygamber sonrası ilk siyasi sınavda, sahabenin zorlanması doğal karşılanabilir. Ancak bu çalkantılı dönemde, bazı Müslümanlar tarafından ileri sürülen ve siyasi amaç taşıyan görüşlerin, İslami prensiplere uygunluğunun henüz yapılmamış olması düşündürücüdür.”

FIRKALARA BÖLÜNME

Hz. Ebu Bekir, halife olduktan sonra da tartışmalar devam eder. İmametin, insanlığın sonuna dek Hz. Ali’nin soyunda devam edeceğini ileri süren ve bu imamların masumluğuna inanan Şia fırkası, böyle doğacaktır. Diğer taraftan, Hz. Osman’ın hilafetinin ilk dönemini kabul edip, diğer altı yılından sonra; Hz. Ali’nin de, Tahkim hadisesinden sonra küfre girdiğini iddia eden Hariciler ortaya çıkacaktır. Hz. Osman döneminde Emeviler ve Haşimiler çekişmesi belirginleşecek ve Arap-kabilecilik anlayışı hortlayacaktır.
Hz. Ebu Bekir ölmeden, Hz. Ömer’i halife olarak kendisi atar. Hz. Ömer, kendisinden sonra seçilecek halife için bir şura oluşturur. Bu şura Hz. Osman’ı seçer. Hz. Ali taraftarları bunu kabul etmeyeceklerdir. Hz. Osman’ın halifeliği süresince, kendi akrabalarını ve kabilesinden kişileri devlet yönetimine ataması, tepkileri had safhaya taşır. Fitne, Hz. Osman’ın öldürülmesiyle hız kazanır. Muaviye’nin bitmeyen iktidar hırsı, Sıffin savaşında Müslümanları karşı karşıya getirir. Karşılıklı kayıplar verilir. Bu hadiseler, pek çok itikadi ve ameli tartışmayı beraberinde getirecektir.
Bu kısa özeti vermemin sebebi; mezheplerin oluşumu iktidar oyunlarıyla doğrudan ilgilidir. Prof. Dr. Saim Yeprem “İtikadi mezheplerin tamamı, menşei itibariyle siyasi karakterdedir. Temel eserlerde, itikadi mezhepler hep fırka (parti) olarak zikredilir” der. Prof. Dr. Ahmet Akbulut ise “Fıkhi ve itikadi tüm mezhepler siyasi karakterdedir” der.
Mezhepsel gerilimin bitmediği coğrafyamızda, geçmişten gelen ve hâlâ devam eden kavganın siyasi nitelik taşıdığı gerçeği göz ardı edilerek sağlıklı tahliller yapılamaz.