İman, ölümlü ve sınırlı olan varlığın, öncesi ve sonrası olmayan, Mutlak varlığa bağlanması demektir. Bu öyle bir bağdır ki, inancı yalnızca Allah’a halis kılmak, sadece ona tahsis etmek ve buradan hareketle kalp, dil ve davranış birlikteliğini oluşturabilmektir.

Hiç kuşkusuz iman pasif bir inanış değildir. Kalbin eylemleridir. İman sahibine mümin denilir. Emanet, emniyet, emin, iman, mümin aynı kökten (emn) türemiş kelimelerdir. İman sahibi emin olunan ve aynı zamanda başkalarından emin olandır. Bu yüzden Peygamberimiz mümin için “Elinden ve dilinden kimseye zarar gelmeyen kişidir” der.
Mümin, aynı zamanda Yüce Allah’ın da ismidir. Dolayısıyla iki yönlü bir karşılıklılık söz konusudur. Mümin inandığı Rabbine güvenir, Rab da mümin kuluna güvenmektedir. Bu iklimin oluşmadığı yerde iman var mıdır, inanç ne kadar imana dönüşmüştür, bu soruyu her Müslüman kendisine sormalıdır.

DÖNÜŞÜM YARATAN BİLİNÇ

İman, kelime-i şahadet getirmekle biten bir şey değildir. Bütün eylemlerimizi kapsayan, sosyal ilişkilerimizi ahlaki ve insani değerler üzerine bina eden, farkındalık ve dönüşüm yaratan bir bilinçtir.
Aslında mümin olmak bir tavırdır. Hem insan-insan, hem insan-varlık hem de insan-Tanrı ilişkisinde, Rabbine verdiği sözü canlı tutarak ahlak insanı olmak için çaba sarf etmektir. Bu “güven insanı” öyle bir duruş sergiler ki, ne adına olursa olsun Allah’tan başkasına el açmaz. Kimseye eğilmez. Rahman ve Rahim olandan başka kimseye baş eğmez. Ancak bu baştır ki aynı zamanda bir karıncayı dahi incitmekten korkar. Gerçek özgürlük tam da buradadır. Ve insanın insanlığını fark ettiği yer de burasıdır.

FITRATIMIZDA MEVCUT

İnsanın yaptığı hatalar çoğu zaman hırs, menfaat, heva ve hevesleri uğrunadır. Gelecekle ilgili endişeleri, korkuları, doymazlığı, uzun emelleri; yanlış ve meşru olmayan yollara sapmasına neden olur. Yaratanına sonsuz güven duyan insan, yapacağı her davranışında onun rızasını gözetecektir. Ahlaki duygular ve davranışlar; adaletli, bağışlayan, kötülüklerden hoşlanmayan, en gizli halleri bilen Tanrı’ya imanın bir neticesidir. Dolayısıyla iman, sahibini hem ahlaklı hem şahsiyetli kılar. Ayrıca iman, hiçlik duygusunu, yok olmak korkusunu da bertaraf eder. Tapınma, bağlanma, güvenme, sevme isteği fıtratımızda mevcuttur. “Her çocuk fıtrat üzere doğar” derken Peygamberimiz bunu kastetmiştir. Buradan hareketle nasıl dış dünyayla ilgili yemek-içmek gibi doğal gereksinimleri bastırınca rahatsızlık duyuyorsak, insanın bu duygusunu bastırması da kendisine yapacağı en büyük zulümdür. Çünkü “Kalpler ancak Allah’ı anmakla mutmain olur”.