20 Ocak 2015: Başkanlık hırsı, başkanlık isteği parlamenter sisteme, yani mevcut nizama taban tabana zıttır.
9 Mayıs 2015: Başkanlık federasyon demektir. Bu da Türkiye’yi bölünmeye götürecektir.
5 Ocak 2016: Milliyetçi Hareket Partisi başkanlık sistemine tümden karşı olup, parlamenter sistemin revize edilmesinden yanadır.
24 Mayıs 2016: Ancak başkanlık sistemi gibi dibi görünmeyen kuyudan su içmeye ne irademiz, ne de isteğimiz vardır. Bunun aksine bizi zorlamaya, yönlendirmeye, baskı altına almaya hiç kimse tevessül etmemeli, ilkelerimizi ve sözlerimizi yutmamızı (!) hiç kimse beklememelidir!
26 Mayıs 2016: Başkanlık sisteminin veya fiilen uygulansa da partili cumhurbaşkanlığının ileride aşırı bedellere mal olacağı bilinmektedir.
Yukardaki cümleler size ait Sayın Bahçeli... Size saygı duyan bir milliyetçi kardeşiniz olarak samimiyetle soruyorum: NE DEĞİŞTİ?!
Sayın Bahçeli, yardımcınız Mustafa Öztürk’ün ifadesiyle “içinize sinmeyen” bir şeyin altına imza atmak; şayet bu milletin geleceğini karartacaksa, çok daha kötü günlere bizi götürecekse; bu toprağın üstünde yaşayanlar kadar, altında yatanlar da sizden hesap soracaktır. Hiçbir neden, hiçbir menfaat, milletin haklarından daha kutsal olamaz.

GELELİM MİLLET MECLİSİ’NE

Bireyin, vatandaşı olduğu ülkeye kendisini ait hissetmesi gerekir. Bu duygu, ortak kaygılar ve ortak çıkarlar zemininde oluşur. Bir inanca, bir mezhebe, bir siyasi partiye, bir lidere aidiyet her şeyin önüne geçiyorsa, ortak kaygıdan bahsedilemez.
Ortak kaygıların, siyasiler tarafından vatandaşa ulaştırılamıyor olması en temel problemimizdir. Kitlelere verilen mesajlar, verilen sözler bütün vatandaşları kapsamalıdır. Belli bir seçmenin taleplerinin ya da hassasiyetlerinin tercih edilmesi, -bu çoğunluk da olsa fark etmez- modern devlet anlayışıyla çelişir.
Heidegger şöyle der: “Romalılar söylem için konu olanı ‘res’ olarak adlandırır. ‘Res publica’ herkes tarafından bilinen, herkesi ilgilendiren ve bu yüzden halka bilinçli olarak açıklanandır.”
Cumhuriyet böyle bir fazilettir; ortak çıkar ve ortak kaygıya ilişkin bütün sorunları halka açık duyurabilme becerisidir. Birlik beraberlik deniliyorsa, eksene bu kavramları koymamız gerekir. Halk dediğimiz kavram, boş bir kavramdan çıkıp, bir niteliğe kavuşacaksa ancak bu şekilde gerçekleşir. Bunun sürekliliği de gerekecektir. Bu kanallar yok edildiği zaman, insanlar başıboş başka yerlerde dolaşır. Bir ülkeye ait olmak yerine ve onun kurumlarının en yüksek seviyede çalışmasını talep etmek yerine, siyasi saflaşmanın ve bölünmüşlüğün içinde debelenip duracaklardır.

VEKİLİN SORUMLULUĞU HALKADIR

Ayrıştırıcı, kutuplaştırıcı dil milleti bölüyor. Birey, bu bölünmüşlük içinde kendine yer buluyor. Bu bölünmüşlük içinden kendini ifade ediyor. Hatta bu bölünmüşlüğe tinsellik/kutsallık atfediyor. Sonuç, bu bölünmüşlük içinde kendisiyle aynı haklara sahip olan yekdiğerini düşman (!) belleyen garip tipler ortaya çıkıyor.
Bu noktada başta seçilmişlere büyük görev düşüyor.
Halk her konudan haberdar olmayabilir, araştırmayabilir.
Ancak milletvekili, kılı kırk yarmalıdır.
Halka sorumluluk HAKK’a sorumluluktur.
Vekil attığı her imzanın bu millete ne getireceğinin, ne götüreceğinin bilinciyle hareket etmelidir.
AKP’li vekil Burhan Kuzu’nun söylediği gibi “Milletvekilleri ne yapıyor, grup başkan vekillerine bakıyor! Sürü psikolojisi... Grup başkan vekili, parmağını kaldırırsa kaldırıyor, indiriyorsa indiriyor” anlayışıyla hareket edemez.
Her vekil bilmeli ki 80 milyonun sorumluluğunu taşımaktadır.
Her vekil bilmeli ki, Gazi Meclisin ruhu, yapılan her yanlışta muazzep olacaktır.
Her vekil bilmeli ki oturduğu koltuk ve makam geçicidir; kendisine kalmayacaktır.
Her vekil bilmeli ki, kendisi de, lideri de ölümlüdür.
Her vekil bilmeli ki, hukuk da, ahlak da, din de kendisinden adalet bekler.
Her vekil bilmeli ki, öncelik partisi, lideri değildir; öncelik millettir, onun istiklalidir ve geleceğidir.
Her vekil bilmeli ki, yaptıklarının ya da yapmadıklarının hesabını er geç verecektir.
Bu anlayışla hareket etmediği sürece, ona verilen emaneti yerine getirmemiş demektir. Allah “...bile bile emanetlerinize hıyanet etmeyin!” (Enfal/27) der.
Allah bu millete hiyanet edenleri affetmeyecektir.

AYDIN SORUMLUDUR

Ortak çıkar ve ortak kaygının halka duyurulmasında aydın sınıfa düşen rol de büyüktür. Foucalult’dan hareketle söyleyecek olursak, çok farklı düzeneklerle işleyen ve meşruiyetini çok farklı kaynaklardan alan iktidar anlayışları karşısında, entelektüel çok daha uyanık, çok daha dikkatli ve çok daha sorumlu olması gerekir. Günümüzde iktidarı kimin uyguladığı, nerede uyguladığı, kimin iktidara sahip olduğu bilinmez diyen Foucault; “İktidar her yerdedir; her şeyi kapladığından değil, her yerden geldiğinden dolayı her yerdedir” der.
Sürekli savunma halinde olan ve iktidar adına konuşmayı iş edinmiş insanlara aydın denilemez. Gerçek aydın sorgulayan ve sorular sorandır. Ne olup bittiğinin farkında olmayan ve fakat bilgi kirliliği içinde kaybolan insanlara farkındalık sağlayandır.
Toplumdaki hâkim söylem, gücü elinde bulunduranlar tarafından üretilir ve medya aracılığıyla servis yapılır. Bu verili doğrulara eleştiri getirenlerse dışlanırlar ve hatta anormalleştirilirler! Foucault’ya göre esas tehlike “...söylemin iktidarla olan döngüsel ve birbirini besleyen ilişkisinden kaynaklanmaktadır”. Dolayısıyla bu yapı içinde halkın verili doğrular arasında özgürce seçim yapması zordur. Bunun önüne geçecek zümre entelektüellerdir.
Ezcümle sorumluluk yüklenemeyen, bundan dolayı da özgürlüğünü kaybeden insan aydın olamaz.