“Kabuktaki Hayalet”, 1995 yapımı aynı adlı Japon animesinden zekice hamlelerle ‘kolay hazmedilir’ hale getirilmiş bir uyarlama... “The Matrix” filmlerinin ilham kaynaklarından biri olarak bilinen Japon animasyon üstadı Mamoru Oshii’nin 1995 yapımı animesi, uyarlandığı çizgi romanın (manga) dünyasını başarıyla perdeye yansıtan, usta işi bir filmdir. Bu Hollywood yeniden yapımında ise orijinal filmin en başarılı ve en akılda kalmış sahneleri aynen korunmuş. Ama o filmden farklı olarak tam da bir Hollywood klişesiyle bir parça hafifleştirip, ekstra aksiyon sahneleriyle de desteklenmiş.

Ünlü bilim-kurgu klasiği “Blade Runner” ile akraba sayılabilecek bir gelecekte geçen hikayede, insanlar ve makinelerin bir arada yaşadığı bir toplumda polis gücünün en gözde üyelerinden Binbaşı Mira, türünün tek örneği olarak görev yapmaktadır. Çünkü onun beyni insan, vücudu ise makineden, yani bir kabuktan ibarettir. İçindeki ruh yani üstlerinin ve doktorunun ifadesiye ‘hayaleti’, onu diğer herkesten farklı yapar. Kendisi makine-insan bileşiminin en başarılı örneğidir. Zaman zaman eski hayatından birtakım imajlar görmeye başlayan Mira, Kuze adlı bir hacker’ın terör eylemlerini çözmek için görevlendirilmişken olayların kendi insan geçmişiyle de alakalı olduğunu keşfeder. Gerçek düşmanın kimliği ise giderek değişiyordur.

kabuktaki_hayalet

Orijinal filmin diyalogları bir parça sorunludur. Filmin temasını taşımakta zorlanır. Zaten karmaşık olan hikayeyi daha da karıştıran bir yapıda yazılmıştır. Hollywood’un hikaye anlatma kalıplarına pek uymayan, kimi detayları saklayan, açıklama yapmayan bir senaryoya sahiptir o film. Tabi ki bir Hollywood gişe filmi olarak tasarlandığında hikaye Mira’nın yapılışıyla (yani doğumuyla) başlatılmış ve orijinalinden farklı olarak ona daha yoğun bir kimlik arayışı detayı eklenmiş. Yine orijinalinden farklı olarak Mira’nın dahil olduğu antiterör birimiyle ilişkileri daha yoğun bir şekilde çizilmiş. Özellikle de Mira’nın şefi Aramaki’nin (muhteşem Takeshi Kitano) hikayedeki konumu daha da arttırılmış. İyiler ve kötüler belirginleştirilmiş ve karşılaşma sahneleri de genel kitlenin daha kolay hazmedebileceği hale getirilmiş. Diyaloglar rahatsız edecek kadar olmasa da temayı daha çok açıklayan bir mantıkla yazılmış. Parlak bir prodüksiyonla hikayenin karanlığı dengelenmiş. Ama yine de Mira’nın kendi geçmişini aramasındansa, orijinalinde olduğu gibi insan olmanın ne olduğunu merak etmesi temasına biraz daha ağırlık verilseydi daha iyi bir film olabilirdi.
Fiziken orijinal filmin kahramanını gayet güzel dolduran Scarlett Johansson’un aksiyon sahnelerinde “Avengers” filmlerinden de gelen bir rahatlığı var elbette. Ancak oyuncunun diğer sahnelerdeki soğuk duruşu, yarı-makine olmasına bağlanmış olsa da karakterle bağlantı kurmamızı bir parça zorlaştırıyor. Buna karşılık partneri Batou’yu canlandıran Pilou Asbaek hiç fena değil. Filmin Takeshi Kitano ve Juliette Binoche’u aynı filmde buluşturması bile ilgiye değer.

Yönetmen Rupert Sanders’in belki de en büyük sorunu hikayenin içinde geçtiği şehrin kimliğini tam oturtamamış olması. Japonya ya da Hong Kong’un bitişik nizam kalabalık ve yüksek binaların arasına dev hologram görüntüler yerleştirmek pek parlak bir fikir olmamış. Ortalığı kalabalıklaştırmaktan başka bir işe yaramıyorlar.
Eğer seyirci tarafından kabul görürse Scarlett Johansson’un da kendine ait fiyakalı bir futuristik ajan serisine dönüşecektir “Kabuktaki Hayalet”.

3 yıldız
Kabuktaki Hayalet
Yönetmen: Rupert Sanders
Oyuncular: Scarlett Johansson, Pilou Asbaek, Takeshi Kitano
107 dakika, 13+

Evin yeni patronu!

Bir eve bebek geldiğinde o evin patronu artık o olmuş demektir. Anne-babanın uyku saatlerine, ne zaman dinlenip ne zaman birbirleriyle ilgileneceklerine hep o küçük bebek karar verir. Ama evde bir çocuk daha varsa, o zamana kadar hep kendi üzerinde olan ilgiyi bu yeni patronla paylaşmaya pek de gönüllü olmaz tabi ki.

“Patron Bebek”in yapımcıları bu fikir üzerinden yürütüyor hikayelerini ama bunu düz bir akışla sunmak yerine oldukça fantastik bir boyutla süslüyorlar. Hatta biraz ipin ucunu da kaçırmıyor değiller bir noktadan sonra.

patron_bebek_2

Yedi yaşındaki Tim eve gelen bebeği sadece patron kıyafetiyle görmekte değildir, bu bebek ortalıkta büyükler gözükmediği zaman da diğer bebeklere ve Tim’e karşı patron gibi davranmakta, bozuk tavırlar sergilemektedir. Zaten çok geçmeden bu kardeşin gizli bir planı olduğunu da keşfedecektir Tim.

“Patron Bebek”, güzel buluşlarla yola çıkıyor; bir bebeğe takım elbise giydirmek ve ona Alec Baldwin’in sesini vermek mesela... İki kardeşin birbirleriyle olan sürtüşmeleri komik ve iyi yazılmış sahnelerle verilirken, patron bebeğin asıl planının ortaya çıkmasıyla birlikte (anne-babanın yavru köpeklerle ilgili işine sekte vurmak ve bebek şirketinde müdür olmak!) öykünün aksı bir parça kayıyor. İki kardeşin birlikte çalışması gerekiyor ki sonunda birbirlerinden kurtulabilsinler ama filmin ilk yarısıyla ikinci yarısının fantastik buluşları arasında bir ton farkı var. Fantezi dozu bir süre sonra kendi sınırlarını da aşıyor ve abartılaşıyor.

İlk yarısından sonra biraz kan kaybetse de çok eğlenceli bir film “Patron Bebek”. Üstelik çocuklara kardeş sevgisinin ve iyi bir aile ortamının insanı nasıl mutlu hissettirdiğini de anlatıyor. Orijinal sesleriyle izleyemiyoruz ne yazık ki, ama yine de iyi bir Türkçe dublaj performansı gerçekleştirilmiş filmde. Şahsen Alec Baldwin’in dublaj performansını da çok merak etmekteyim...

3 yıldız
Patron Bebek
Yönetmen: Tom McGrath
97 dakika, 7+

Arkadaşlık gibisi yok!

Gençlik filmi yapmak ülkemizde hep bir sorun olmuştur. Gençlik nereye gidiyor temalı filmler, onların gerçek sorun ve meselelerine eğilen filmlerin hep önüne geçmiştir. Yeşilçam tarihinde alkole, fuhuşa, uyuşturucuya ve diskoteklere saplanmış gençleri kurtarmaya çabalayan Türk polisi hikayelerinin ötesinde pek bir şey yoktur!

Oysa günümüzde artık daha da görünür olsa da işsizlik veya mezun olduktan sonra ne yapacağını bilememek o zamanlar da en büyük meselelerden biriydi gençler için. “Biz Size Döneriz” en başta bu çabasıyla ilgiyi hakediyor. Aynı üniversitede ama farklı bölümlerde okuyan altı yakın arkadaşın birbirleriyle olan ilişkileri, iş ya da para arama sorunları iç içe geçirilmiş, çok kısa planlarla oluşturulmuş dinamik bir yapıyla sunuluyor. Genç oyuncuların enerjiisi perdeden sizi de yakalıyor elbette. Ancak filmin daha en başından itibaren bu sempatik karakterleri bize tanıtan anlatıcının bir süre sonra bizi onlarla başbaşa bırakacağını beklerken tam tersine, kendisi hiç aradan çıkmıyor. Hatta bir süre sonra sadece karakterlerin iç dünyalarını anlatmakla yetinmeyip zaten gördüğümüz şeyleri de anlatmaya başlıyor.

biz_size_doneriz

Maalesef bu keyifle izlenme potansiyeli olan gençlerin aşk sarhoşlukları, zaafları, yanlışları, erdemleri, iş bulma maceraları, amaç arayışları, endişeleri ve birbirleriyle didişip barışmaları bu susmayan anlatıcı kullanımı yüzünden sık sık sekteye uğruyor. Bu sonunda bir sürprize bağlanan anlatıcı, bazen bir espri kaynağı bazen de boşluk doldurucu görevi görüyor ama daha dengeli ve az kullanılsaydı, karşımızda çok daha etkili bir film olabilirdi. Ayrıca finalde yapılan bir hamle bu kimlikte bir film için tepeden düşme olmuş biraz.

Ama yine de Hande Soral, Çağlar Ertuğrul, Bestemsu Özdemir, Fırat Albayram, Tarık Ündüz, ve Tuğçe Kurşunoğlu’dan kurulu genç oyuncu kadrosunu ve filmin yazan/yöneteni Doğa Can Anafarta’yı kutlamak lazım. Tamamen ticari amaçlarla, sulu sepken bir gişe komedisi yapmayı reddettikleri için...

3 yıldız
Biz Size Döneriz
Yönetmen: Doğa Can Anafarta
Oyuncular: Hande Soral, Çağlar Ertuğrul, Bestemsu Özdemir
104 dakika, 7+