“Mucize”nin çok güzel bir cümlesi var: "Haklı olmakla nazik olmak arasında bir seçim yapmak zorunda kalırsan, nazik olmayı seç.”

“Mucize” adı gibi mucize bir film gerçekten. Önyargıların, hoyratlığın, hoşgörüsüzlük ve ayrımcılığın toplumlarda giderek daha baskın duygular haline geldiği bu zamanlarda insanın içini ısıtan, umut veren bir hikaye anlatıyor.

Film bizi önce Auggie’yle tanıştırmakta. 10 yaşında bilime meraklı, Star Wars ve Minecraft hayranı, zeki ve tatlı bir çocuk Auggie. Ancak doğuştan gelen bir rahatsızlığa sahip. Yüzü yirmiden fazla ameliyat geçirmiş olmasına rağmen genetik bir hastalık yüzünden deforme. Sanki bir yangında yüzü yanmış ama olabildiğince düzeltilmeye çalışılsa da tam başarılı olunamamış gibi. Yüz derisindeki problemlerinin yanında gözleri ve kulakları da normal görünümlere sahip değil. Ama Auggie pırıl pırıl zekası ve düzgün kişiliğiyle harika bir çocuk. O doğunca bütün kariyerini bir kenara atmış olan annesi tarafından ortaokula kadar evde eğitilmiş. Üzerine titreyen anne ve babası Auggie’nin artık normal çocuklar gibi ortaokula gitmesi gerektiğine karar vermişler. Elbette Auggie daha okulun ilk gününden itibaren birçok öğrenci tarafından önyargıyla, ayrımcılıkla karşılanır. Okulda zor ve mücadeleyle dolu günler geçirir.
mucize

“Mucize” sadece bu kadarla kalsa klişe ve daha önce binlerce kez izlediğimiz benzer konulu filmlerden pek farklı olamazdı. Ancak Auggie’nin merkezde olduğu ama tek kahramanı olmadığı bir hikaye bu.

Auggie’nin ailesinde bir genç kız da var aslında. Ablası Olivia, kardeşinin özel durumu yüzünden hep geride kalmış biraz. Anne-babası tarafından ister istemez daha az ilgilenilir olmuş. Daha çok büyükannesinin desteğiyle yetinmiş ama sesini çıkarmamış, iyi yetişmiş bir kız. Onun da okulunda ve çevresinde kendisini kabul ettirme telaşı var. Ama bu kadarla da kalmıyor film, Olivia’nın en yakın arkadaşı Miranda’nın da benzer sorunlar içinde boğuştuğunu görüyoruz. Auggie’nin okulunda ona en yakın davranan çocuk olan Jack Will’i de tanıyoruz.

Senaryo bize neredeyse gösterdiği her karakteri, abartmadan, üzerine uzun uzun sahne üretmeden üstelik tatminkâr bir şekilde anlatıyor. Ne sulandırıyor ne de sömürü yapıyor.

“Mucize”, ‘bir aile filmi nasıl olmalıdır?’ın tanımını yapıyor adeta. Yönetmen Stephen Chbosky, kağıt üzerinde berbat durabilecek ve sinir bozucu olabilecek bir hikayeden birleştirici, moral verici, akıcı ve umutlu bir film çıkarmayı başarıyor. Ailelerin Auggie gibi özel çocuklara nasıl yaklaşması gerektiğini hiç de ders anlatır gibi yapmadan, samimiyetle anlatıyor ve film gücünü en çok da bu samimiyetinden alıyor. Film bu yönüyle iletişim derslerinde örnek gösterilebilecek meziyetlere sahip.
mucize2

Auggie’yi merkeze oturtan anlatı, onun etrafındaki insanların da bakış açılarını anlamamıza olanak veren bir yapı sunuyor bize. Auggie’nin durumuna ise kuyumcu terazisi kadar hassasiyetle yaklaşıyor filmin yaratıcıları. Her insanın içinde bir görülme isteği varsa da, hiçbirimiz kimsenin bize gözünü dikerek bakmasını istemeyiz. Film bize en çok da buradan ulaşıyor ve Auggie’yle güçlü bir empati kurmamızı sağlıyor. Bu anlamda akla benzer yerlerde dolaşan iki iyi film daha geliyor: David Lynch’in “Fil Adam”ı ve Peter Bogdanovich’in “Mask”ı.

Filmin çocuk dünyasına yaklaşımı da çok pozitif. Auggie’nin Cadılar Bayramı, Minecraft oyunu ve Star Wars evreniyle kurduğu ilişki filme çok iyi yedirilmiş. Okullarda çocuklar arasında kendisini gösteren zorbalığa dair de şahane bir mesajı var filmin: "Haklı olmakla nazik olmak arasında bir seçim yapmak zorunda kalırsan, nazik olmayı seç." Bu zamanlarda çocuklarımıza öğretmemiz gereken en güzel mesajlardan biri bu olsa gerek.

2012’de yayımlanmış R.J. Palacio’nun ülkemizde de yayımlanmış (Pegasus Yayınları) çok satan romanından uyarlanan filmde elbette Auggie’yi oynayan çocuk oyuncu Jacob Tremblay’ın performansının katkısı büyük. İki sene önce “Gizli Dünya”daki (Room) rolüyle de ilgi çeken oyuncu, hikayenin kalbini başarıyla taşıyor. Julia Roberts ve Owen Wilson, anne-baba karakterlerinde sadece çocuklarıyla değil seyircileriyle de içten bir bağ oluşturmayı başarıyorlar. Bir diğer parlak performans da Olivia’yı canlandıran genç oyuncu Izabela Vidovic’ten geliyor.

Eğer 9-10 yaşından büyük bir çocuğunuz varsa, mutlaka onu da alıp “Mucize”ye ailece gidin. Hepinize çok iyi gelecek...

4 yıldız

Mucize

Wonder

Yönetmen: Stephen Chbosky

Oyuncular: Jacob Tremblay, Julia Roberts, Owen Wilson

113 dakika, 7+

Bir tohum tanesine muhtaç olmak...

Daha geçtiğimiz haftalarda Tokyo Film Festivali’nden “En İyi Film”, Malatya Film Festivali’nden de “En İyi Yönetmen” ödülünü alan Semih Kaplanoğlu imzalı “Buğday”, yapımı tam 5 yıl sürmüş bir film. “Yusuf Üçlemesi”ni oluşturan “Yumurta”, “Süt” ve “Bal” filmlerinin ardından yeni filmi merakla beklenen Kaplanoğlu’nun “Buğday”ı özünde, neredeyse tüm din kitaplarında da farklı versiyonlarla geçen Hz. Hızır - Hz. Musa kıssasından yola çıkıp distopik bir gelecekte geçen bir hikaye anlatıyor.
bugday

Uzak bir gelecekte, iklim değişikliği, vahşi kapitalizm ve genetik müdahaleler sayesinde birçok bitki ve hayvan türünün soyu tükenmiştir. Dünya ikiye ayrılmıştır; kısıtlı da olsa tüketimin sürdüğü modernize şehirler ve ölü topraklar. Yapay tohumlarla uğraşan bilim insanı Erol, şehirden çıkıp ölü topraklar bölgesinde tohum aramak üzere yola çıkar. İnsanlığın hiçbir zaman saf bir tohum üretemeyeceğini savunan tohum genetiği uzmanı profesör Cemil ile buluşur ve ölü topraklarda arayışlarını birlikte sürdürürler.

Tümüyle yabancı oyuncularla, siyah beyaz ve ingilizce çekilmiş filmde yönetmen, bu anlamlı kıssayı insanoğlunun tüketme huyunun eleştirisini yapmak ve bir çözüm olarak insanın kendi ruhuna ve inancına bakması gerektiğini söylemek için kullanıyor. Filmin birinci perdesi geleceğin şehirlerinde de kaotik bir yapının varlığını gösteriyor. Bu sahnelerin dinamiği Hollywood yapımı bilimkurguları andırıyor. Toplama kamplarında seçkin sınıfı beslemek için zorla çalıştırılan insanların, mültecilerin, protestocuların arasında ve bilim insanlarının iyice kısıtlı kaynaklardan bir şeyler üretebilme çalışmaları yaptıkları ileri teknolojili ama soğuk laboratuarlarında dolaşıyoruz. Yolculuğun başlangıcıyla insanoğlunun iyice körelttiği doğaya açılıyoruz. Musa ve Hızır gibi bir ikili oluşturan Cemil ve Erol’un yolculuğu, materyalizmden kaçışı Allah inancına özellikle de İslam’a vararak bulmalarıyla sonuçlanıyor.
bugday1

“Buğday” ilk kısmındaki güçlü sinemasıyla izleyiciyi o dünyanın içine sokmayı başarıyor. Tarkovsky sinemasına olan benzerliğine rağmen ondan farklı olarak, tinsel cümlelerle başlattığı yolculuğu dinsel bir bağlama oturtuyor giderek. İnanç ya da maneviyat arayışı üzerine film çekmek de her yönetmenin hakkıdır elbette. Ama bütün hikayeyi, insanları özellikle tek bir dine doğru yönlendirme üzerine kurunca sinemanın sanatla ilişkisini bir parça zedelemiş oluyorsunuz ister istemez. Keşke yönetmen, bence filmografisinin en iyisi olan şiirsel filmi “Bal”da olduğu gibi seyirciyi daha özgür bıraksaydı finalde... Ya da Ang Lee’nin “Pi’nin Yaşamı”ndaki (Life of Pi) gibi tek bir dini işaret etmeden, genel olarak insanın evrendeki yerini sorguladığı ve insanların neye inanacağına dair seçimi daha çatışmalı bir hale getirip sonucu yine izleyicilere bıraktığı bir finalde karar kılsaydı keşke. Ayrıca çok farklı iklim ve mekanları tek bir paydaya toplamak için filmi siyah beyaz çekmek bana biraz kolaycı bir yaklaşım gibi gelmedi de değil doğrusu.

Ne olursa olsun, dini inancını öne çıkaran sanatçılar içinde Semih Kaplanoğlu’nun tartışılmaz bir estetik yetkinliği var elbette. Ancak onunla farklı düşünen izleyicilere bu etkinliğin yeterli gelip gelmeyeceği tartışılır.

2 buçuk yıldız

Buğday

Yönetmen: Semih Kaplanoğlu

Oyuncular: Jean Marc Barr, Ermin Bravo, Grigoriy Dobrygin

127 dakika, 7+