Özcan Deniz’in yeni filmi “Öteki Taraf”, uyarlandığı filmin epey gerisinde kalmış maalesef. 

Bizde “Saklı Yüz” olarak anılan İspanyol filmi “La Cara Oculta”, enteresan bir filmdir. Başarılı bir orkestra şefi, kız arkadaşı tarafından terkedilmiştir. Genç adam bir süre bu ayrılığın acısını çektikten sonra tanıştığı bir barmaid kızla yeni bir ilişkiye başlar. Ancak yeni sevgili, adamın evinde birtakım sesler duyuyordur. Sanki bu eski sevgili duvarların arasında bir yerlerde saklıdır!

oteki_taraf_1

Özcan Deniz “Öteki Taraf”ta bu filmi kendi bakışıyla tekrar yorumlamış. Ama bu yorum, zaten ilginç olan bir hikayeyi bozmak anlamına gelmemeliydi. İspanyol filmi, Hitchcock filmlerini andıran bir tonu başarıyla tutturan bir romantik gerilimdi. Deniz daha en başından korku efektlerine fazlaca abanarak bu türden bir psikolojik gerilim istemediğini ilan ediyor sanki. Orijinal hikayeden farklı olarak, bu filmin esas adamının yani Çetin’in onu terkettiğini düşündüğü sevgilisi Ece’den sonra ilişki yaşadığı kadın, onun varlıklı eski sevgilisidir. Sara adlı bu sarışın ve hayli fettan eski sevgili, Çetin onu birkaç yıl önce terkettiği için zor zamanlar yaşamış, ancak toparlamıştır. Çetin yine de bu ayrılık sonrasında Sara’nın babasının şirketinde Sara’nın torpiliyle işe başlamıştır! Ece ortadan kaybolunca da tekrar yakınlaşırlar. Oysa Ece hiç de uzaklarında değildir. Hatta ilişkilerinin tam ortasındadır...

Özcan Deniz’in yönettiği önceki film, “İkinci Şans”ı samimi ve diğer filmlerine göre izleyiciye daha yakın bulmuştum. Ama “Saklı Yüz” için benzer şeyler söyleyemeyeceğim. Deniz bazı değişikliklerle bu bize ilk bakışta ‘yabancı duran’ hikayeyi yerlileştirmeye çalışmış. Ece’nin kilitli kaldığı oda için bulduğu bahane de, anahtar meseleleri de inandırıcı değil. Deniz’in filmlerinde bir türlü vazgeçemediği, her türlü duyguyu abartma ve kendi karakterine torpil geçme alışkanlıklarından dolayı, en çok kadın karakterler zarar görmekteler. Orijinal filmin ağırlıklı karakterleri adam değil, diğer iki kadındır aslında. Özcan Deniz hikayeyi kendi karakterine çevirmek için iki kadın karakteri basit figürlere indirgemiş. Çetin karakteri yanlış anlaşılan, aslında üstün nitelikleri olan, müthiş cazip, Sara tarafından tuzağa düşürülen tertemiz bir adamdır! Ece ise fazla edilgen, Çetin’e çok bağımlı, fazlasıyla saf, bir de üstüne üstlük daha da mağdur olsun diye hamiledir! Oysa orijinal filmde bu karakter önce güzel ve uyumlu bir sevgili, sonra yaşam mücadelesi veren kızgın bir amazon kadını ve sonunda da bencil bir intikamcıya dönüşüyor.

oteki_taraf2

Bu dönüşüm de filmin içinde hiç sırıtmıyordu. “Öteki Taraf”ta daha görünür görünmez pek de masum olmadığını hissettiren Sara ise tamamen psikopata bağlıyor filmin bir yerinden sonra. Bu yüzden film son yarım saatinde “Öldüren Cazibe”nin (Fatal Attraction) uyarlamasına dönüşüyor daha çok. Oysa orijinal filmdeki o karakter, sonunda kendisine üst tabakadan bir erkek arkadaş bulabilmiş basit bir kızdır. Bu yüzden adamın eski sevgilisinin hep kayıp olarak kalmasını ister.

İki güzel kadın, Aslı Enver ve Meryem Uzerli’nin oynadığı bu iki karakter Özcan Deniz’in Çetin’ini paylaşamıyorlar filmde. Biri haklı yere kıskandığı erkek arkadaşımı test edeyim derken kendisini bir kasaya hapsedecek kadar şaşkın ve başka hiçbir özelliği yok; diğeri de istediği bir şeye sahip olamayınca sapıtan hasta ruhlu bir kadın! Çetin’in olan bitenlerde de hiçbir kabahati yoktur! Kadınlar başlarına gelen her şeyleri haketmişlerdir. Elbette Ece, Çetin’in muhteşem çocuğunu doğuracağı için, o sarı fettan kadına göre daha çok korunmayı, kurtarılmayı haketmektedir!
Yine de sadece komedi filmlere odaklanmış, farklı türden filmlere ve hikayelere kapalı gişe filmlerimiz arasında değişik duruyor “Öteki Taraf”. Seyirci için farklı bir yerli film deneyimi olacaktır. Ama orijinaline daha sadık kalınsaydı ya da daha sade bir uyarlama olabilseydi, o zaman daha güzel ve etkileyici bir romantik-gerilim filmi olabilirdi

2 yıldız
Öteki Taraf
Yönetmen: Özcan Deniz
Oyuncular: Özcan Deniz, Aslı Enver, Meryem Uzerli
103 dakika, 13+

---------------------------------------------------------------------------------------------------------------

 

YANGINLA SAVAŞANLAR

Zaman zaman Hollywood’da kendini gösteren felaket filmlerinin bir alt türüdür itfaiyeci filmleri. İtfaiye personeline, teşkilatına imaj ve bütçe desteği çıkartmalarının yanısıra güzel kahramanlık hikayeleri barındıran filmlerdir.  “Korkusuzlar” da Arizona’da görev yapan ve 19 kişiden oluşan bir itfaiye takımının duygusal hikayesini anlatıyor. Aylık bir dergide yayımlanan ve 2013 yılında yaşanan gerçek olayları konu alan bir makaleden yola çıkılmış.

korkusuzlar_0

19 adamdan oluşan bu takımı olabildiğince sevdirmeye çalışıyor senaryo. Ancak bu adamların sürekli kadın-kız muhabbeti ve birbirlerine kötü şakalar yapmalarını bize iyi arkadaşlık / dostluk olarak sunması pek yeni bir fikir değil doğrusu. Film bir süre bu takımın itfaiye teşkilatında daha prestijli bir statüye geçişlerini sağlayacak olan ‘hotshot’ derecesini almak için verdikleri mücadeleyi anlatıyor. Bu mücadele sırasında biz özellikle iki adamın hayatına diğerlerinden daha çok yaklaşıyoruz. Grubun lideri Eric Marsh karısı Amanda’ya son derece aşık, evinde ve işinde çok iyi olan bir adam. Amanda ise Eric’in işine olan bağlılığından dolayı onu az görmekten ve çocuklu bir aileye sahip olamamaktan şikayetçi.
Ekibe en son dahil olan Brendan ise bir uyuşturucu müptelası. Brendan’ın sefil hayatı Eric ve takımıyla ilgili sahnelerin aralarına serpiştirilmiş. Brendan kız arkadaşının hamileliğinden son anda haberi olur. Kızı doğunca da uyuşturucuyu bırakıp düzgün bir iş için Marsh’ın takımına başvurur. Ekibin günleri birbirleriyle didişerek ve arada da yangınlarda çalışarak geçer. Son büyük bir yangın sırasında trajik bir olay yaşanır ve film biter.

korkusuzlar_3

Zaten sırf gerçekten yaşanmış, trajik bir finali var diye yapılmış gibi duran 134 dakikalık bir film “Korkusuzlar”. Filmdeki gerçek insan portreleri neşeli dokunuşlarla renklendirilmeye çalışılsa da zorlanılmış belli ki. Hiçbirinde seyirciyi çok ilgilendiren hikayeler yok. Dolayısıyla sahneler birbirlerine organik olarak bağlanamıyorlar. Birtakım adamların hayatlarından kesitler izliyoruz hissinden çıkamıyoruz pek. Brendon’ın müptezellikten aile babalığına geçiş hikayesi bile sadece oyuncu Miles Teller’ın çabasıyla bir parça hissedilir oluyor. Birbirlerine sevimsiz cinsiyetçi hikayeler anlatıp karşılaştıkları her yangından da ‘kaltak’ diye bahsetmeleri onları pek sevimli adamlar yapmıyor. Zaten Teksaslı olmalarından dolayı ağızlarını eğerek konuşmaları (özellikle de Jeff Bridges), zaman zaman sağa sola tükürmeleri, maço kovboy tavırları yer yer baymakta. Finalde aileleriyle gerçek hallerini gördüğümüz bu adamların filmde bize gösterildiklerinden daha ciddi, profesyonel ve daha soğukkanlı adamlar olduklarını düşünmeniz de mümkün.
Lider Marsh rolünde Josh Brolin çabuk parlayan sinirli bir adamla – koruyup kollayıcı bir baba arasında çabucak gidip gelen bir çizgide oynuyor. Karısı Amanda’yı canlandıran Jennifer Connelly benzer filmlerin klişe ‘kahramanın karısı’ rolünde elinden geldiğince bir fark yaratmaya çalışıyor.
Önceki iki filmi de bilim-kurgu türüne ait olan yönetmen Joseph Kosinski, yangın sahnelerinde fena bir işçilik çıkarmamış. Ancak hikayenin dramatik sorunlarını tümüyle görmezden gelmiş sanki...

2 yıldız
Korkusuzlar
Only The Brave
Yönetmen: Joseph Kosinski
Oyuncular: Josh Brolin, Miles Teller, Jennifer Connelly
134 dakika, 7+

-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

 

AYDINLIK MAHALLENİN KARANLIK EVİ!

1950’lerin Amerikan rüyası, şehir dışında bahçeli iki katlı evlerden oluşan banliyöler... O evlerde beyaz sakin bir hayat yaşayan ‘düzgün’ aileler... Ama o evlerin içinde, dışarıya çok da yansıtılmayan sırlarla, tacizlerle ve hırsla dolu yaşantılar...

suburbicon_1

Daha önce çok izledik banliyö mahallelerindeki evlerin içinde yaşanan küçük suç hikayelerini. Üstelik bunların en güzellerinin birkaçını ünlü yönetmen kardeşler, Coen’lerin imzalarıyla izledik. Bu suç hikayelerini kendilerine has mizah anlayışlarıyla ele alışları onların alametifarikaları oldu hep. “Suburbicon” da Coen kardeşlerin imzasını taşıyan bir senaryo olduğunu sık sık belli etmekte.
Filme adını veren banliyö mahallesindeki bir evin ahalisine odaklanıyor film. Gardner Lodge adlı bir adam, karısı Rose’u tekerlekli sandalyeye mahkûm bırakan bir kazanın sorumluluğu altında iyice suskunlaşmıştır. Ama aslında çok acayip sırları olan bir adamdır. Gardner’ın dışında evin küçük oğlu Nicky ve Rose’un ikiz kız kardeşi Margaret’tan oluşan bir ailedir Lodge ailesi. Yanlarındaki eve yine tek çocuklu siyah bir ailenin taşınmasıyla mahalle hareketlenmeye başlar. Bu sakin siyahi aile, mahallenin beyaz sakinleri için giderek zıvanadan çıkacakları bir rahatsızlık sebebi olur. Ama yanlış kararların yol açacağı kanlı olaylar, dışarıda değil Lodge ailesinin evinin içinde yaşanmaya başlar. Bir gece iki esrarengiz adam bu evi işgal eder ve bir ölüm gerçekleşir. Bu ölüm sonra gerçekleşeceklerin ilkidir sadece.
Coen kardeşlerin eski senaryosunda bu siyahi aile detayı yokmuş. Oyuncu/yönetmen George Clooney, Lodge ailesinin hikayesinin yanına bu gerçekten yaşanmış hikayeyi eklemiş. Yapmak istediği şey, dışardan geleceğini düşündüğünüz bir kötülüğün aslında bal gibi de içerden patlayabileceğini anlatmak. Siyahi ailenin masum sakinliğini Lodge ailesindeki gizli ikiyüzlülükle çatıştırıyor Clooney.
Gayet izlenebilir ve ritm konusunda bir sorunu olmayan bu hikayenin en büyük handikapı olacakların kolayca tahmin edilebilirliği. Özellikle de çok film izleyenler ve Coen kardeşlerin sinemasına yakın olan izleyicilere filmin hiçbir şeyi sürpriz gelmeyecektir. Bu tahmin edilebilirliğin yanısıra, film aynı hikayenin içinde iki tane Julianne Moore izlememizin tadını yeterince çıkartamadığı gibi erkenden ekarte olan Rose ile kocası arasındaki ilişkiyi de bizi daha çok ilgilendirebilecek kadar derinleştiremiyor. Matt Damon’ın pek de arıza yaratmadan canlandırdığı Gardner’ın başlattığı suç silsilesinin motivasyonunu biraz olsun anlasak da küçük Nicky’nin filmin diğer ana karakterleri tarafından neden bu kadar kolay harcanabilir olduğuna pek ikna edemiyor bizi film. Son yarım saatindeki bir dizi olay da çok üst üste ve tesadüflere biraz fazla bel bağlanmış bir şekilde gerçekleşiyor. Oscar Isaac’in misafir oyuncu gibi hikayeye dalıp oynadığı sigorta müfettişi ise filmin en eğlendiren karakteri olmuş.
“Suburbicon” bütün alışılmışlığına ve ‘eski’liğine rağmen, ait olduğu türde vasatın altına düşmeyen, baştan sona kendisini izlettirebilen bir kara komedi/suç filmi.

3 yıldız
Suburbicon
Yönetmen: George Clooney
Oyuncular: Matt Damon, Julianne Moore, Oscar Isaac
105 dakika, 15+