BURAK GÖRAL


Ünlü sinema teorisyeni Laura Mulvey, o çok ünlü ‘Görsel Haz Ve Anlatı Sineması’ başlıklı makalesinde Hollywood sinemasının özellikle de erkekler üzerinden kurduğu ilişkiyi çok net tarif eder... Cinsiyetçi bir bakışın belirlediği ‘etkin’ erkekler ve ‘edilgen’ kadınların yer aldığı filmler erkekleri birer hareket adamı, ‘olaylara yön veren karakter’ler olarak kurarken, kadınları da ya bütün belalara yol açan mahluklar ya da bu erkeklerin arzu nesnesi veya ‘ödül’ü haline getirir. Tabi ki istisnalar her dönem vardır. Ama Hollywood gişe sineması dahilinde 1977’de Star Wars filminin erkek kahramanlarına kafa tutan Prenses Leia’sı neredeyse bir ‘ilk’tir. 1979’da vizyona çıktığında ise önce ‘uzayda geçen korku filmi’ olarak algılanan ‘Alien’ın bu konuda attığı adımsa, doğrusu az buz bir şey değildir.

Herhangi bir ulvi amacı olmayan bir ticari kargo gemisi mürettebatının, uzayın derinlerinde istemeden bulaştığı bir “yabancı”yla olan ölüm kalım mücadelesini anlatan film, yüzeyde heyecanlı bir korku-gerilim hikayesini içinde barındırır. Ama diğer yandan bir anti-kapitalist duruşu sergilediği gibi feminist teoriyle de okunabilecek bir filmdir. En nihayetinde sürrealist sanatçı H.R. Giger’ın olağanüstü tasarımlarıyla erkek organını fena halde anımsatan kafasıyla ortalarda dolaşan ve ağzından çıkan penisimsi başka bir ağızla kurbanlarından ısırık alan bu ‘yaratık’ın karşısına geminin ikinci subayı yani Ellen Ripley çıkar! Ellen ilk filmde yaratığın ana gemiye alınmamasını da önlemek için kaptanı uyarır ama kaptan onu dinlememiştir... Film bu kadın kahramanını tedbirli, zeki ve en sonunda da mücadeleci bir karakterle donatmıştır.

Aliens

Yönetmen Ridley Scott, kariyerinin henüz ikinci filminde daha önce yapılmayan iki şeyi başarır: 1. Bir filmdeki müsibeti, kötülüğü ilk kez tek başına bir kadın alt eder. 2. Kadın kahramanlı bir aksiyon filmi ilk kez hem seyircilerinden hem de eleştirmenlerden alkış alır.

Yedi yıl sonra gelen ve James Cameron’un devam filmi ‘Aliens’da Ripley bu sefer bir grup askerle yaratığın bulunduğu gezegende kurulmuş ticaret üssüne çıkarma yapar. Bütün askerler birer birer öldürülürken Ripley askerlerin içinde ona en saygılı ve eşitlikçi davranan erkeği ve sağ kalabilen küçük bir kız çocuğunu da yanına alarak kurtulur. Ama bunu yapmadan önce yaratıkların kraliçesiyle de hesaplaşacaktır! Yani iki anne de kendi yavrularını korumak zorundadır!

Aliens

‘Aliens’da Ripley’i ikinci kez canlandıran Sigourney Weaver o kadar başarılıdır ki bu performansıyla Oscar’a aday gösterilen ilk kadın aksiyon kahramanı olur...

Üçüncü ‘Alien’ filmi o zamana kadar sadece video klip çekmiş olan David Fincher’dan gelir ve Ripley’in bir uzay hapishanesinde tümüyle erkek mahkumların arasında yaratıkla bir kez daha hesaplaşmasını ve sonunda da ölümünü anlatır. Ancak ölmeden önce karnından çıkan bir bebek yaratığa kısa bir an da olsa annelik yapmak zorundadır!

Jean Pierre Jeunet’nin çektiği dördüncü film ‘Alien: Diriliş’de ise klon teknolojisi sayesinde yeniden diriltilen Ripley yine aynı teknolojiyle çoğaltılan ve melez bir ırk yaratmak adına başkalaştırılan bir yaratıkla mücadele eder. Kapitalist düzenin de sonunu getirip insanlığa yeni bir başlangıç bağışlayan ölümden geri dönmüş bir nevi ‘Dişi İsa’ olur...

Seyircilerin Alien türüne duyduğu merakı, yapımcı stüdyo Fox tarafından 2004 ve 2007 yıllarında çekilmiş iki filmlik bir yan seriyle gidermeye çalışır. ‘Alien Predator’e Karşı’ filmleri içlerinde ana kahramanı Ellen Ripley’i barındırmayan iki uzaylı türü birbiriyle çarpıştıran, arada kalan insanlara da pek yaşam hakkı tanımayan hikayeleriyle hiç de kalıcı olmayan istismarcı filmler oldular.

Prometheus


İlk ‘Alien’ filminden 33 yıl sonra, 2012’de yine Ridley Scott tarafından yönetilen ‘Prometheus’un başrollerinde Noomi Rapace, Michael Fassbender, Charlize Theron ve Idris Elba vardı. Filmin iki senaristinden biri olan, ‘Lost’ dizisinin daimi yazarlarından ve Amerikan televizyonlarının yeni kuşak dahilerinden biri olarak anılan Damon Lindelof, orijinal ‘Alien’ filminin neredeyse bütün gizemlerini birer birer en tahmin edilebilen hallerle açık eder.

‘Prometheus’da da bir kadın kahraman yani yeni bir Ellen Ripley vardır. Tam adı Elizabeth Shaw. Kendi gibi bilim insanı olan sevgilisi ona ‘Ellie’ diyor! Bu rolde izlediğimiz ve İsveç yapımı ‘Ejderha Dövmeli Kız’ın Lisbeth’i Noomi Rapace de tıpkı Sigourney Weaver gibi dişiliğiyle değil karizmasıyla ilgi çeken bir kadın. Günümüzün en ilgi çekici aktörlerinden Michael Fassbender, ‘Alien’ serisinin her filminde en az bir tane bulunan Android bir karakter olan David’i canlandırmıştı. Yani yine esas kadın kahramana yarenlik eden ve güvenilirliği şüpheli bir android vardır ve bu insansı robot yine varlığını, insan-robot arasındaki farkı sorgulayıp durur.

Prometheus

Filmin hikayesi ilk filmin bulduğu bütün parlak fikirleri adeta taklit eder, geri kalan bütün gizemi de açık ederek. Bir grup bilim adamı/araştırmacı 2089 yılında buldukları yeni tarihi kalıntılarla heyecanlanan Elizabeth ve sevgilisi Charlie’nin önderliğinde bir araya gelerek yeni keşfettikleri bir güneş sistemine ‘insanlığın başlangıcı’nı bulmaya gidiyorlar. Elizabeth, tıpkı 1968 yılında yayımlanan o ünlü bilim-kurgu kitabı ‘Tanrıların Arabaları’ndanki gibi insanlığın uzaylı bir başka medeniyet tarafından dizayn edildiğini düşünmektedir. Film zaman zaman haç kolyesine sıkı sıkı sarılan Elizabeth’in Tanrı’ya olan inancını da sınamakta. Nitekim filmin bir yerinde Ellie, bilimsel merakına yenilip bir sürü kötü şeyin yaşanmasına sebep olduğu için gökyüzüne bakarak ‘Tanrım... Özür dilerim’ bile diyor...

Yunan mitolojisinde Zeus’un Olympos dağındaki ateşini çalıp insanlara armağan eden ve bunun bedelini acı işkencelerle ödeyen Tanrı Prometheus’un adını alan filmin farklı açılımlara sahip olacağını düşünürken bir anlamda ‘dindar’ bir filmle karşılaşmak enteresandı doğrusu!