ANALİZ

Saray ve iktidar “tek kişilik rejim” konusunu halka anlatmakta zorluk çekiyor. Bunu bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan Arap ülkelerine giderken tedirgin bir ifadeyle dile getirdi. “Yeni sistemi halkın tam anladığını sanmıyorum” dedi. Anketlerle ilgili olarak da “Henüz olgunlaşmadı” yorumunu yaptı.
Bu sözlerden sarayın “hayır oylarının daha önde olduğunu gördüğü” anlaşılıyor.
Ama artık macun tüpten çıktı. Bunu geri dönüşü artık çok zor. Ankara kulislerinde “Referandum yapılmayabilir” söylentileri dolaştırmaya çalışanlar var ama ben pek ihtimal vermiyorum, bunun bir spekülasyon olduğunu düşünüyorum.
Yeni rejimi anlatmakta güçlük çeken saray ve iktidar gözlediğim kadarıyla kampanya boyunca iki unsuru çok kaşıyacak.
Birincisi “teröristler, darbeciler de hayır diyor” şeklindeki algı operasyonu.
İkincisi ile “18 yaşa seçilme hakkı” getirilmesi. AKP belli ki 18 yaş konusunu çok ciddiye almış, gençleri kendine bu yolla çekebileceğini düşünüyor.
Temelde haksız değil. Çünkü 18-22 yaş arasında 7 milyona yakın seçmen olduğu biliniyor. Bu yaş grubunu bir havuçla kendine çekmek çok da zor değil.
Oysa 18 yaşa seçilme hakkı bir aldatmacadan başka bir şey değildir.
Elbette gençlere her alanda olduğu gibi siyasette de yol açmak, desteklemek ve gençlerin kaynayan kanlarından yararlanmak gereklidir.
Buna karşı ülke yönetimi, kanunların yapılması, dış politikanın belirlenmesi konularında henüz hiçbir hayat deneyimi olmayan 18 yaşındaki gençlerin sırf popülizm uğruna şişirilmesi de doğru değildir.
18 yaş henüz lisenin bitirildiği yaştır.
Cumhurbaşkanı sanki tek sorun askerlikmiş gibi davranarak “ne olacak onları askerlikten muaf tutarız bu kadar kolay” diye işin içinden çıkıyor. Ama sorun sadece askerlik değil ki.
18 yaşında milletvekili seçilecek bir gencin eğitim hayatı bitecektir. Hiçbir alanda uzmanlık alamayacaktır.
18 yaşındaki bir genç okumadan hayata atılmışsa, bir işte çalışıyor ya da kendi iyini kurmuşsa belki akranlarına oranla daha aktif biçimde siyasete girebilir.
Ancak şunu da unutmamak gerek. Siyaset belli bir süreç gerektirir. Bir kişinin siyasette başarılı olup olmayacağı o güne kadar yaptıklarıyla da ölçülür. 18 yaşındaki bir genç hangi yaşından itibaren siyasete ilgi duyacak, siyasi çalışmalara girecek, kendini tanıtacak ve yeterliliğini kanıtlayacaktır?
Bu durumda 18 yaşında milletvekili seçilecek bir genci ancak parti içindeki bir büyüğü öne sürecek ve seçtirecektir.
18 yaşından önce siyasete girme ihtimali teknik olarak çok düşük olan gençler sadece bir parti büyüğünün himayesinde, onun koltuğu altında aday gösterilebilir.
O halde sıradan bir gencin aday olması da mümkün değildir, mutlaka parti büyükleri ile yakınlığı hatta aile bağı olması gerekir.
Siyasette gençlerden de yararlanılmalı ama bunun için yaş sınırı okusa da okumasa da en azından bir üniversite bitirme yaşı olan 23-25 arasında olması gerekir.
Aksi bir durum sadece “gençlik goygoyu” olmaktan öte gitmez. Yüz binlerce genç “belki milletvekili olurum hayali” içinde kandırılmış olur.

BUNU YAZMAK GEREK

Mehmet Ağar’ın İçişleri’ndeki ağırlığını 7 Eylül’de yazmışım


Bu köşede dün yazdığım “İçişleri Bakanlığı Ağar’a emanet” yazısı çok ilgi gördü. Başkent siyasi çevrelerinde günün konusu oldu. Ayrıca kimseden bir itiraz ya da düzeltme de gelmedi.
Yazı yayınlandıktan sonra aklıma geldi, Süleyman Soylu’nun İçişleri Bakanlığı’na getirilmesinden sonra Ağar’ın ağırlığının hissedileceğini deneyimli bir eski siyasetçinin tahminine dayanarak yazmıştım.
Yazıyı buldum. 7 Eylül 2016’da bu köşede aynen şu yazıyı yazmıştım;
Süleyman Soylu’nun “önlenemez yükselişini” ibretle izlediğini söyleyen eski bir DYP’li aradı dün.
Epeydir görüşmüyorduk, hal hatır sorduktan sonra “Süleyman Soylu’nun İçişleri Bakanı olmasından sonra Mehmet Ağar’ı iyi izlemek gerek. Deneyimlerime güveniyorum, Ağar kısa bir süre sonra Emniyet üzerinde ağırlığını hissettirecektir, operasyonlarda damgasını göreceğiz” dedi.
Eski DYP’li “Soylu, Mehmet Ağar’a büyük saygı gösterirdi. AKP’ye geçtikten ve gerçekten önlenemez bir yükselişle en tepeye tırmanırken bile bu ilişkilerinin bitmediğini biliyorum” dedikten sonra şöyle bir hatırlatma yaptı;
“Ağar uzun süredir ortalarda pek görünmüyordu. Darbe gecesinden sonra Ağar’ın Erdoğan’ın evinin önünde konuşurken gördük. O anı gördüğümde Ağar’ın yeni bir şeylere hazırlandığını düşündüm.”
Ağar’ın darbe sonrası ortaya çıkmasının yeni bir rol olmasıyla bağlantılı olabileceğini söyleyen DYP’li eski siyasetçi “Bana göre bu bağlantı Süleyman Soylu ile olabilir. Soylu karakteri itibarıyla tam da yakışan bir görevi getirildi, arkasında Ağar da durursa ortalığı darmadağın ederler” dedi.

HOŞUMA GİDEN ŞEYLER

CHP Anayasa Mahkemesi’ne gitmeyerek doğrusunu yaptı


Tayyip Erdoğan için dikilen “tek kişilik rejim” elbisesinin Meclis’te yapılan “açık oylama” ile 330’u geçmesinden sonra konuyu Anayasa Mahkemesi’ne götüreceğini açıklayan CHP’ye bir vatandaş olarak çağrıda bulunarak “Aman gitmeyin, bu çok zarar verir” demiştim.
Aslında AKP ve MHP’nin güvenmedikleri milletvekillerini “açık oylamaya zorlamaları” çok açık bir anayasa ihlali idi. Normal koşullarda Anayasa Mahkemesi’nin bu şekil şartının yerine getirilmesini kabul etmesi gerekiyor.
Ancak henüz tek kişilik rejime geçmemiş olmamıza rağmen yargı tamamen saraya bağlanmış durumda. Anayasa Mahkemesi’nin de artık anayasa ve hukuk konusunda asla titiz davranmayacağı da ortada.
Hal böyleyken Anayasa Mahkemesi’nin CHP’ye olumlu yanıt vermesi düşünülemezdi.
Mahkemenin ret oyu vermesi ile hem anayasa değişikliği sanki meşru hale gelmiş gibi olacaktı hem de AKP “millet karar versin, milletten korkmayın” kampanyası ile CHP’yi dolayısıyla tek kişilik rejime hayır diyenleri hayli zayıflatacaktı.
Konu CHP’de de tartışıldı. Sonunda sağduyu kazandı ve CHP mahkemeye gitmekten vazgeçti.
Bence çok iyi yaptı. Kutlarım.

BAŞIMDAN GEÇENLER

Yandaşlarla “istifa” tartışması


Geçen akşam program yaptığımız 1antv’de program ortaklarım Cem Küçük ve Cemil Barlas’la ilginç bir tartışma yaşadım.
İktidara çok yakın bu iki program ortağım her fırsatta sözü mutlaka CHP’ye getirmeyi pek seviyorlar.
Böylelikle bir anda iktidara yönelik eleştirilerden kurtulup hedefe CHP’yi koyduklarını düşünüyorlar.
Referandumun sonucu konusunda da aramızda kıyasıya bir çekişme var.
İlk günden bu yana ısrarla “hayır çıkacağını” matematiksel hesaplar da yaparak anlatıyorum. Hemen kahkahalar atıyorlar. “Sizi ezip geçeceğiz, mosmor olacaksınız, insan içine çıkamayacaksınız” türü sözlerle beni sinirlendirmeye çalışıyorlar.
Geçen haftaki bir programda lafı yine CHP’ye getirdiler, “hep seçim kaybeden CHP’de kimse yerinden olmuyor” türü şeyler söylediler. Sonra da Cem Küçük “Referandumda evet çıkarsa Kılıçdaroğlu istifa edecek mi?” diye sordu.
Ben de “Etmeli” dedikten sonra “Peki o zaman hayır çıkarsa Erdoğan istifa edecek mi?” diye sorunca çok şaşırdılar ve “Ne alaka?” diye sordular.
Ne alakası var mı, referandumun bir tarafı Kılıçdaroğlu ise öteki tarafı da Erdoğan olacaktır. İsteyen o, kampanyayı yöneten ve yürüten o, sonuçta hayır çıkarsa yenilecek olan da o.
“O olmaz ama Yıldırım istifa edebilir” dediler. Ben de üstüne giderek “Hayır çıkarsa zaten Yıldırım’ın istifasına gerek yok ki, Tayyip Erdoğan ona bir çakar Çinden mi Maçin’den mi çıkar bilinmez, siz Erdoğan’ı söyleyin” diyerek güldüm.