DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Amerika’ya da “bidon kafalı” muamelesi


Türkiye’dekine çok alışmıştık artık. İktidar “nasıl olsa ne söylesek inanıyorlar” mantığı ile aklına geleni söylüyor. Komik olmuş, mantıksız bulunmuş rezil olma ihtimali yaratmış hiçbiri fark etmiyor. Halka “bidon kafalı” veya “göbeğini kaşıyan adam” muamelesi yapmak sıradan olay sayılıyor.

Şimdi bakıyorum da iktidar çıtayı yükseltmiş. Aynı muameleyi Amerika’ya da yapıyoruz artık. Muhtemelen “yutmuyorlar” tabii de uluslararası ilişkiler gereği belki sadece gülümsemekle yetiniyorlar. Amerika’ya nerede ve nasıl “bidon kafalı” muamelesi yaptık? Henri Barkey adını pek çok kişi duymuştur. İstanbul doğumlu bu Amerikalı CIA uzmanı 15 Temmuz akşamı Büyükada’daki bir otelden darbeyi sevk ve idare ettiği ileri sürülmüştü. Barkey o gece her nasılsa izini kaybettirmiş ve Türkiye’den çıkmıştı. Darbe gecesinden bir yılı aşkın süre sonra İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Bürosu’ndan sorumlu Başsavcıvekili Hasan Yılmaz Henri Barkey için yakalama kararı çıkardı.

Barkey’in aynı soruşturma nedeniyle da tutuklu olan ABD Konsolosluğu çalışanı Metin Topuz ve Osman Kavala ile Türkiye ve yurt dışında bir araya gelerek toplantılar yaptığı iddia ediliyor.
Buraya kadar normal. Şimdi gelelim “bidon kafalı” bölümüne. Amerikan Washington Post gazetesinin makale sayfalarının editör yardımcısı Jackson Diehl Başbakan Yıldırım’ın Amerika ziyaretinde kendisiyle görüşüyor. Bunu gazetesindeki bir yazıdan anlıyoruz. Diehl “yalan haberlerle” ilgili makalesinde sözü Türkiye ve Başbakan Yıldırım’a getirerek şöyle diyor; “İşin püf noktası, yalan haberleri, hiçbir şekilde sorumluluk üstlenmeden kullanmak. Bunun iyi bir örneğini, Erdoğan’ın başbakanı Binali Yıldırım, geçen hafta içerisinde Washington’ı ziyaret sırasında Türk hükümetinin gerçekten de Barkey’nin darbe girişimini yönettiğine inanıp inanmadığını sorduğum zaman gösterdi. “Henri Barkey, darbeyi yönetti mi, bilmiyorum” yanıtını verdi ve iddialardan haberi olmadığını söyledi.”

Olacak şey mi bu? Barkey sıradan bir suçlamanın altında değil. Darbeyi düzenleyen Fetullah Gülen adına sevk ve idare etmekle suçlanıyor. Bu nedenle hakkında “yakalama” kararı çıkartılıyor. Başbakan “ben bilmiyorum, haberim yok” diyor. Gerçekten bilmiyorsa çok ayıp. Demek ki Yıldırım’ın olan bitenden haberi yok. Ama buna hiç ihtimal veremem. Peki, o halde Amerikalı gazeteciye neden “bidon kafalı” muamelesi yapıyor. Anladığım kadarıyla Amerika ile iyi ilişkiler kurmak için çabalıyor ya iktidar, bu nedenle “darbenin arkasında Amerika var” görüşünü yüksek sesle söylemek istemiyor. İyi de bunu söylemeyince böyle düşünmediğinizi belirtmiş olmuyorsunuz ki. Amerikalılar zaten bu suçlamayı çok iyi bildikleri için bu tür bir soruyu soruyorlar.

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Cezaevinde krallar gibi yaşamak nasıl oluyor?


İktidarın en çok konuşan milletvekillerinden Mehmet Metiner yine coşmuş. 15 Temmuz gecesinden sonra tutuklanan cemaatçilerin hapishanelerde “krallar gibi” yaşadıklarını söylemiş. Metiner parlamento heyeti olarak hapishane ziyaretleri yaptıklarını ancak hapisteki cemaatçilerin yanına hiç gitmediklerini de belirterek “yanlış anlaşılmaların önüne geçmek istedik” demiş.
Tabii hapishanede “krallar gibi” yaşamak nasıl bir şey bilemem. Ama sanıyorum Metiner darbeye kalkışan cemaatçilerin hapishanelerde “kayırıldıkları” söylemeye çalışıyor. Eğer böyle bir durum varsa, kendileri iktidar, derhal gereğini yapmalılar. Ortaya yapılan şikâyetlerin bir anlamı yok. Ancak öyle sanıyorum ki artık AKP’de ipin ucunu kaçırıyor. Çünkü darbeci cemaatçilerle ciddi bir mücadele yapılmadığı konusunda çok ciddi şüpheler var artık. Bir kere parası olan hiçbir cemaatçi hapiste kalmıyor. Demek diğerlerine de ayrıcalıklı muamele yapılıyor en azından içerde rahat etmeleri sağlanıyor. Bu ciddi bir skandaldır. Metiner durumu kamuoyuna değil bizzat
genel başkanına şikâyet etmelidir.

Bİ SORALIM BAKALIM

S 400’ler için açıklama yapılmadı


AKP genel başkanı Rusya ve Körfez ülkeleri ziyaretleri için uçağa binmeden önce Ankara’da açıklamalar yaptı. Bu açıklamalarla daha sonra yapılan açıklamalar bana göre biraz çelişti. Örneğin Erdoğan Putin’le görüşmeye gitmeden önce Rusya ile Amerika arasında varılan anlaşmaya tepki göstererek “Askeri çözüm bitti ne demek. Eğer öyleyse askerlerinizi çekin” dedi. Oysa Putin’le görüşmeden sonra farklı bir Erdoğan izledik. AKP genel başkanı Ankara’daki sözlerini unutmamıştı mutlaka ama “siyasi çözümde mutabıkız” açıklaması yaptı. Ankara’da “askerinizi çekin” Soçi’de “Biz de varız” tavrı bana biraz tuhaf geldi. Haysiyetli dış politika bu mu oluyor acaba? Bir diğer nokta da S 400’lerle ilgili. Erdoğan giderken “S 400 olayı bitti, bazı teknik detayları görüşeceğiz” dedi. Ama Putin’le görüşmeden sonra nedense S 400’ler konusunu hiç dile getirmedi.

BUNU YAZMAK GEREK

Erdoğan’dan habersiz Meclis başkan adayı bulmuşlar


Şimdi gel de inan. Olacak şey mi yani? AKP’liler oturmuşlar kendi aralarında toplanmışlar ve Meclis Başkan adaylarını belirleyip açıklamışlar. Bunu yaparken de milletvekillerinin eğilimini yoklamışlar kararı ondan sonra almışlar. Ancak bir şeyi unutmuşlar. “Biz şu kişiyi aday yapıyoruz” diye genel başkanlarına söylememişler. AKP genel başkanı da partisinin Meclis başkanı adayını hepimizle birlikte öğrenmiş. Bu mümkün mü? Değil elbette ama toplumun yarıya yakını söylenen her şeye inandığı için AKP genel başkanı da bunu söylemekten çekinmiyor. Nasıl olsa yalanlanma ya da rezil olma durumu yok. Peki, cam filmi konusuna bile karışan AKP genel başkanı Meclis Başkanı adayından haberi olmadığını neden söyler? Dün Halk TV’deki Yazıişleri programındaki konuğum Bahattin Yücel tahminini şöyle dile getirdi; “AKP’de birkaç aday ortaya çıktı. Erdoğan bunlardan birini seçerek parti içi dengelerin bozulacağını düşünmüş olabilir. Bundan önceki bütün başkanlar en az iki dönem bu görevde kaldı. Bana göre en kolay seçim mevcut başkanın devamıydı. Erdoğan da öyle yaptı ama üzerine almadı, partililerin tercihi olarak sundu.” Buna katılmakla beraber ben de şunu düşündüm; “Erdoğan son günlerde çok basit konularda bile tek karar veren adam konumundan rahatsız olmuş olabilir. Toplum tek adam rejimine hazırlanırken, bu kez de ‘her şeye karışan adam’ pozisyonunun rahatsızlık yaratma ihtimalini göz önüne almış olabilir.”

ÇOK GÜLDÜM

Maraş dondurmacısı kılıklı adam


Birkaç gündür sosyal medyada bir “Maraş dondurmacısı kılıklı geyiği” dolanıyor. CHP Milletvekili Muharrem İnce attığı bir twette “Atatürk düşmanı Maraş dondurmacısı kılıklı zavallılar” ifadesini kullanınca Kahramanmaraş’ın AKP’li belediyesi ayağa kalkmış. Belediye Başkanı Mehmet Fatih Erkoç lafı Kurtuluş Savaşına getirmiş ve “İstiklal meşalemizi ateşleyen kahraman şehrimize hakaret eden ve hakir görenleri kınıyoruz” demiş. Bu tür komiklikler galiba bir tek bizim ülkeye mahsus. Muharrem İnce televizyonlarda Atatürk’e çirkince dil uzatan bir yandaşı tarif etmek için kullanmış o tanımı. Kim olduğunu herhalde tahmin ediyorsunuz dur. Ancak Kahramanmaraş’ın tarihinde o kıyafette dondurmacı yok. Kahramanmaraş’ın dondurması var tabii. Bu dondurmayı Kahramanmaraş dışında da tanıtmak isteyenler dondurmaları külahlarda satanlara yöresel giysiler giydirerek ilginç olmaya ve dikkat çekmeye çalışmışlar. Bu kıyafetlerin tarihle ya da dondurma ile bir ilgisi yok. Bu nedenle “Maraş dondurmacısı kılıklı” lafına alınmanın da alemi yok. Tabii Kahramanmaraş’ın belediye başkanı AKP’li olunca kendine vazife çıkararak bir CHP milletvekiline çatma olanağı yakalamış orası da ayrı konu. Bu arada yeri gelmişken hatırlatayım. Maraş dondurması Osmanlı döneminin sonlarından kalma bir buluş. Osman Ağa isimli bir tatlıcı kendi ürünü sütle sahlep karışımını kara gömüyor. Ortaya çıkan lezzet herkesin çok hoşuna gidince bunu sürekli üretmeye başlıyor. Bu tatlı giderek Maraş’la anılan ünlü dondurma haline geliyor. Bu dondurmayı icat edenin ve sonrasında yapanların “o kılıkla” hiçbir ilgileri de yok.