BUNU YAZMAK GEREK

Ayıp oluyor ama Ertuğrul Bey


Saray fedailerinden Rasim Ozan Kütahyalı’nın yaptığı densizlik sonucu Beyaz TV’den atılmasını o sırada canlı yayında olduğum Halk TV’deki Yazıişleri programında değerlendirirken “Bundan sonra Rasim Ozan’ı ekrana çıkaracak televizyon ve yazdıracak gazete olmaz herhalde. Bir tek Hürriyet grubu belki kendisine iş verebilir. Çünkü patronları Aydın Doğan Kütahyalı çiftine çok hayran, evlerine bile gidip geliyordu, bir tek o korumaya alma cesareti gösterebilir” dedim. Aslında bu bir espri ve hatta biraz da ironiydi. Ancak dün Hürriyet’te Ertuğrul Özkök’ün Kütahyalı’yı kollayan yazısını okuyunca bu esprimin gerçekleşebileceğini düşündüm. Elbette Hürriyet’in patronu Aydın Doğan’dır ve bir kişiyi müesseselerinde çalıştırıp çalıştırmama hakkı ona aittir. Rasim Ozan Kütahyalı da bir süre kendini unutturduktan sonra Doğan Grubu’nda ortaya çıkabilir. Ancak Ertuğrul Özkök’ün yazısındaki bazı noktalara “çok şiddetli” itirazım var. Özkök Rasim Ozan ve onun gibilerin AKP ürünü olmadığını ileri sürerek suçu Emin Çölaşan’ın üzerine atıyor. Şöyle diyor Özkök “Nereden çıktı bu Rasim Ozangiller... Şimdi onların ağababaları, rol modelleri... Sanıyor musunuz ki AKP ile çıktı bütün bunlar... Hayır, çok daha önceleri, 1990’larda türemeye başladı medyanın bu yeni ırkı... Üstelik iktidar değil muhalefet medyası olarak başladı... Kızdığı herkese, her siyasetçiye “Liboş”, “Dönek”, “Yalaka” diye sardıran... Sevmedikleri seçilmiş insanlara “İMelih”, “TÖ” ve “RTE” gibi aşağılayıcı lakaplarla hakaret etmeyi gazetecilik diye yutturmaya çalışan yazarlardı onların rol modelleri. Kimler mi... Hadi boşverin... Hepiniz çok iyi biliyorsunuz kim olduklarını... 1990’ların o hastalığı şimdi AKP yanlısı yazarlara bulaştı... Üstelik bu defa arkalarında, kendileri kadar hakareti seven, Türkiye’nin kurucu babalarına bile hakaret etmeyi siyaset olarak gören yeni nesil bir Ankara vardı. Onları da arkalarına alınca, belagat şehvetleri, belagat tecavüzlerine dönüştü. Ve şimdi iktidar tarafı da görüyor ki... Bu hakaret ve lakap takma virüsü, hangi bünyeye girerse orada büyük tahribat yapıyor... Ve kadere bakın ki bu olay Rasim Ozan Kütahyalı’nın başına, son zamanlarda makuliyet çizgisine yaklaşan bazı yazılar yazmaya başladığı sırada geldi. Bana gelince... 1990’lardaki o hakaret ve lakap çetelerine yeterince karşı çıkmadığım için, kendimi de biraz sorumlu hissediyorum... O nedenle bugün Rasim Ozan Kütahyalı’ya karşı, onun üslubuyla yürütülen kampanyaya katılmıyorum. Çünkü yepyeni bir Türkiye özlüyorum ve artık onun saygılı ve insani üslubuyla konuşmaya başlamamızın zamanı geldiğine inanıyorum.” Özkök fena halde yanılıyor. Rasim gibiler 1990’lı yıllarda yoktu. O yıllarda herkese saldıran yazarlar yoktu. Bazı yazarlar arasında “sert polemikler” yaşanmıştı. Özkök’ün tırnak içinde saydığı tanımlar sadece birkaç kişi arasında dolaşan kelimelerdi. Ama en önemlisi neydi biliyor musunuz? O yıllarda arkasına hükümeti ve devletin gücünü alarak rakip gördüğü kişi ya da kurumlara saldıran tek gazeteci bile yoktu. Hükümet adına operasyon yapmak kimsenin aklına bile gelmezdi. Gazeteciler ister muhalefette olsunlar ister iktidardan yana olsunlar soru sormaktan korkmazdı. Başbakanın uçağına binmek için yarışmaz, ellerine verilen soruları sorup, cevaplarını ballandıra ballandıra yazmazlardı. Ekranlarda parmak sallayarak Ertuğrul Özkökgilleri tehdit edip “Şunu atacaksın yoksa fena olur” diyen ve bunda da başarılı olan tek bir gazeteci bile yoktu. Ertuğrul Özkök iktidarı dolaylı yoldan destekleyebilir ki ilk kez yapmıyor bunu, Rasim Ozan’ı da koruma altına alabilir. Ama sırf bunları mazur gösterebilmek için gerçek dışı suçlamalarda bulunarak zaten beyinleri muhallebiye çevrilmiş olan yeni nesli yanıltmaya kalkamaz. İşte bunun için “ayıp oluyor Ertuğrul Bey” diyorum.

KAFAMI BOZAN ŞEYLER

Böyle adamları nasıl rektör yapıyorlar?


Marmara Üniversitesi Rektörlüğü Ahmet Davutoğlu’na konan yasaktan sonra bir açıklama yaptı. Rektörlük açıklamasında Ahmet Davutoğlu’nun çok saygın bir başbakan olduğu vurgulandıktan sonra eski başbakanı davet eden öğrencilerin okul kurallarına uymadıkları belirtiliyor. Çocuklar kurallara uymayınca da konferansa izin verilmemiş. Kim bilir belki de haklıdırlar. Kural kuraldır. Bu eski başbakan da olsa geçerlidir. Tabii bizzat AKP genel başkanı tarafından atılmış ve gözden düşürülmüş bir eski başbakan olmasa o üniversitenin rektörlüğü aynı cesareti gösterebilir mi orasını da tartışırız. Ancak benim dikkatimi çeken bir başka nokta daha var. Rektörlük “yasak” gerekçesini açıkladıktan sonra artık bu iktidarın “simgesi” haline gelen “herkese bidon kafalı muamelesi yapma” tavrını burada da gösteriyor. Bakın rektörlük açıklamasında ne deniyor; “Bir öğrenci kulübünün, yönergeye aykırı olarak sebep olduğu fiilî durum, köklü bir mazisi ve yerleşmiş gelenekleri olan üniversitemizi müteessir etmiştir. Ortaya çıkan bu durumun, Davutoğlu’nun şahsı ve üniversitemizin duruşu ile herhangi bir ilgisi bulunmamaktadır. Yaşanan bu durumun malûm çevrelerce başka mecralara çekilmesi ve iyi niyetle bağdaşmayan bir kampanyaya dönüştürülmesi, Marmara Üniversitesi camiasını derinden üzmüştür. Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’nun üniversitemizdeki bilimsel ve kültürel faaliyetlere katılımının, camiamızı her zaman memnun edeceğini özellikle belirtmek isteriz.” Allahaşkına bu kadar salak mı zannediyor bu rektör ahaliyi? Hangi malum çevreler hangi başka mecralara çekiyorlar konuyu? Ayrıca madem Davutoğlu’nun katılımı sizi her zaman memnun edecekmiş niye “Kusura bakmayın bir yanlış anlama olmuş, bekliyoruz” demiyorsunuz da bin dereden su getiriyorsunuz. Vallahi ben bu tür rektörlerin olmasından büyük üzüntü duyuyorum. Tabii önce bunları kimler nasıl profesör yapmışlar orası da ayrı konu ya...

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Kılıçdaroğlu’nun üslup yanlışı


Öğretmenler Günü nedeniyle CHP genel başkanından çok güzel bir öneri geldi. Kılıçdaroğlu “Gelin öğretmenlere her yıl 24 Kasım’da bir maaş ikramiye verelim. Öğretmenler bunu hak etmiyor mu?” dedikten sonra “Getirsinler bunu Meclis’e biz de destek verelim” dedi. Bu cümle ve üslup bana göre yanlış. Diyeceksiniz ki “Ne var bunda, Kılıçdaroğlu öneriyi, geldiği gibi destekleyeceğini de söylüyor, ne güzel işte.” Doğru da AKP’nin öğretmene bir maaş ikramiye vermesi için CHP’nin oyuna ihtiyacı yok. Meclis’teki sayısı bu kanunu geçirmeye yeter de artar bile. Kılıçdaroğlu “Getirin biz de destekleyelim” deyince sanki başka konularda CHP destek olmadığı için kanunlar geçmiyor sananlar çıkabilir. Ayrıca zaten AKP iktidarı ısrarla hep bunu söylüyor. Neyi yapamamışsa veya becerememişse “Bizi Cehape zihniyeti engelledi” bahanesi arkasına sığınıyor. Oysa bu tür durumlarda CHP’nin sayısal olarak engelleme yapabilmesi mümkün değil. CHP ancak iktidarın yanlışlarını kamuoyuna yansıtabilir. Bana göre “Biz de destekleyeceğiz” cümlesine gerek yok “Öğretmene bir maaş ver kardeşim” demek yeterli. Bu konuşma tüm Türkiye’nin önünde yapıldı. Şimdi iktidar bu talebe karşı olumlu olumsuz bir şey söylesin bakalım önce. Öğretmene bir maaş ikramiye verecekse versin, vermeyecekse gerekçesini açıklasın.

ÜZÜLDÜM

Davutoğlu aynen bildiğiniz gibi


AKP genel başkanı tarafından bir gecede görevden alınıp bir kenara itilen eski Başbakanlardan Ahmet Davutoğlu dün en çok konuşulan isimler arasındaydı. Çünkü Marmara Üniversitesi Rektörlüğü Ahmet Davutoğlu’nun 27 Kasım’da yapacağı bir konferansı yasaklamıştı. Konu doğal olarak Ahmet Davutoğlu’na soruldu. Davutoğlu ise çok ilginç bir cevap verdi. Dedi ki; “Beni tanıyanlar bilir, doğal yaklaşım içinde her zaman vurguladığım bir husustur. Benimle öğrenciler ve gençler arasına kimse giremez, kimse bariyer koyamaz. Çünkü hoca-talebe ilişkisi ve hoca-gençlik ilişkisi, bu anlamda öğretmenlerle gençler arasındaki ilişki, bir makam ilişkisi bir unvan ilişkisi, bir statü ilişkisi değil bir yürek ve ruh ilişkisidir. Ne olursa olsun kimse bizimle gençler arasına giremez.” Bu sözleri ekrandan da dinlediğimde kendi kendime “Ahmet Davutoğlu bildiğimiz gibi” diye geçirdim içimden. Yahu Ahmet Bey, “öğrencilerle arama kimse giremez” diyorsunuz ama girmişler işte, yapacağınız konferansı yapamayacaksınız, daha ne olacaktı ki. Niye “Davutoğlu eskisi gibi” diyorum. Çünkü hatırlayın Davutoğlu iç dış her olumsuz olaydan sonra “sabrımızı  taşırmayın, gücümüzü test etmeyin, bize kimse tepeden bakamaz, biz herkese haddini bildiririz” derdi. Ama aslında değişen hiçbir şey olmazdı. Davutoğlu ne olup bittiğini fark edemediği için o sert sözleri söyleyince durumun düzeleceğini sanırdı. Aynı “farkına varamama” durumu devam ediyor yani.