ANALİZ

Bir Arap şeyhine değer mi?


Arabın biri Twitter hesabından Erdoğan’a hakaret amaçlı bir cümle paylaşmış. Mealen diyor ki “Fahrettin Paşa Medine halkının hakkına el uzatmıştı. İşte Erdoğan’ın ceddim dediği bu hırsızdır.” Birleşik Arap Emirlikleri’nin Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayed de bu tweeti RT’lemiş yani kendi takipçilerine göndermiş. İfade çirkin mi? Çirkin. Gerçekleri yansıtıyor mu? Hayır. Eleştirilmeli ve hatta şiddetle kınanmalı mı? Evet. AKP Genel Başkanı Erdoğan da bu çirkin ifadelerle ilgili konuştu, tepkisini dile getirdi. İyi güzel. Ama aynı gün bir başka toplantıda bu tepkisini yine dile getirdi. Yetmedi dün bilim ödülleri töreninde de yine esti gürledi. Dedi ki “İlber Hocamızın ifade ettiği gibi Fahrettin Paşa’yı ve Medine müdafaasını bilmezsek işte bir kendini bilmez çıkar bize ‘Erdoğan’ın ecdadı işte böyledir, adeta hırsızdır’ diyecek kadar adileşir, alçaklaşır, ileri gider. Bu adam neyin şımarığıdır, petrolün şımarığıdır, elindeki paranın şımarığıdır. Benim ecdadım Medine’yi müdafaa ederken, be terbiyesiz, senin ecdadın neredeydi, sen önce bunun hesabını bize ver.” Bu kadar öfkeye gerek var mı? AKP Genel Başkanı daha kısa bir süre önce “Birinci Dünya Savaşı’nda Arapların bizi sırtımızdan vurduğu” iddiasının resmi tarih yalanı olduğunu vurgulayarak Araplarla kardeş olduğumuzu, onlardan ayırlamayacağımızı, bizim Arapların sağ kolu işlevini gördüğümüzü söylemişti. Oysa şimdi sersemin biri retweet yapınca aynı Araplar petrol şımarığı, adi, alçak, terbiyesiz oluyor. Tabii “Erdoğan bütün Arapları hedef almıyor ki, Abu Dabi- Dubai’yi kastediyor” diyebilirsiniz. İyi de Fahrettin Paşa Medine’deyken ne Dubai ne Abu Dabi yoktu ki, hepsi birdi. Erdoğan da “ceddiniz neredeydi?” diye sorarken herhalde Dubai’yi değil tüm Arapları kastediyor. Sonuçta Erdoğan’ın deyimiyle elin “şımarık, adi, alçak” Arabını bu kadar ciddiye alıp da defalarca cevap vermek bana göre Türkiye’nin ciddiyeti ve saygınlığı ile bağdaşmıyor.

CANIMI SIKAN ŞEYLER

Taksim yasağı aslında “yılbaşı” yasağıdır


Valisi, kaymakamı, emniyet müdürü oturmuş bir karara varmış; Halkın huzuru ve güvenliği için Taksim’de her yıl yapılan yılbaşı kutlamalarına izin verilmemesi kararı alınmış. Maazallah kalabalıktan yararlanan teröristler bomba patlatabilirmiş. Ya da eğlenmek isteyen genç kızlara karşı alkolün etkisiyle kendini kaybeden ve tacize kalkanlar olabilirmiş. Oysa halkımız yılbaşını huzur ve sükûn içinde geçirmek istiyormuş. O halde Taksim yasaklanmalıymış ki halkımız da rahat etsin.  Tam Şu “mektepler olmasa maarif ne güzel yönetirdik” kafasıdır bu. Ama asıl amaç bundan öte bir şey. Halkı güvenlik masalıyla korkutup “Hristiyan adeti” olarak algıladıkları yılbaşından uzak tutmak. Maksat fazla hissettirmeden yılbaşı kavramını tamamen ortadan kaldırmaktır. Bu yıl Taksim’le başlar gelecek yıl bu tüm eğlence yerlerine yayılır. Türkiye laiklikten ve medeniyettin işte bu kafa ile uzaklaştırılıyor. Sokakları “Yılbaşı gecesi içki içmek, eğlenmek haramdır günahtır” veya “Müslüman Noel’i kutlamaz” pankartlarıyla donatıyorlar. Biri bir genç kıza saldırmasını “mini etekliydi tahrik oldum” diye savunuyor. Öteki “dinimizde şort giymek günahtır” diyerek bir kızı tekmeliyor. Öteki “Müslümanın göğüsleri bu kadar açık olur mu?” diye öfkelenip kızı tokatlıyor. Bunları yapanlar yakalanıyor, hatta kimi tutuklanıyor, hapse de mahkum edilen var. Hiç fark etmez. Çünkü tek elden tahrik edilen bu eylemlerin tek amacı var; “Sıradan insanları korkutup sindirmek.” Bu tür münferit olaylar ister istemez milleti korkutuyor. Kimi “Yılbaşında da evde oturalım” derken, pek çok aile kızlarına “şort, kısa etek giyme, askısız bluzla dolaşma” uyarısında bulunuyor hatta bunları yasaklıyor. Türkiye tıpkı altındaki ateş açılmış olan soğuk su dolu tencereye atılmış kurbağa gibi hiçbir şeyin farkında olmadan karanlığa doğru yolculuğunun sonuna geliyor.

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Yeni kurulan bir üniversite AKP grup başkanına neden teşekkür eder?


Yeni bir vakıf üniversitesi daha kuruldu. Lokman Hekim Üniversitesi adlı bu üniversite “dini faaliyetleri” ağır basan Sevgi Vakfı’nın kurucusu olduğu bir üniversite. Adını da yurdun çeşitli bölgelerindeki Lokman Hekim Hastaneleri’nden alıyor. Üniversite ve Sevgi Vakfı hakkında bilgi fazla değil. İnternet sitelerindeki bilgiler çok sıradan, kurucu ve yöneticilerden de sadece isim olarak söz ediliyor. Bu vakıf üniversitesi kurulduktan sonra bazı gazetelere tam sayfa teşekkür ilanları verildi. Bu ilanlarda Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere, başbakan, hükümet üyeleri, YÖK başkanına teşekkür edildiği gibi AKP’nin grup başkanvekiline de teşekkür unutulmamış. Neden acaba? Muhtemelen bu üniversitenin kurulması için gereken kanunun torba yasa içine konulması nedeniyledir. Ancak sonuçta üniversitenin kurulmasını sağlayan kanun Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden çıkıyor. Teşekkür gerekiyorsa parlamentoya yapılmalı. Partilerin nasıl oy kullandığının bir önemi yok, karar Türkiye Büyük Millet Meclisi’nindir. Özel olarak bir partiye teşekkür edilmesi zihinlerde ister istemez kuşku yaratıyor. Acaba AKP Meclis grup başkanı saraydan gelen talimatı yerine getirmek dışında nasıl bir katkı sağladı bu yeni vakıf üniversitesine.

BUNU YAZMAK GEREK

Trump kendini iteni arıyordur şimdi


Başından beri merak ettiğim şuydu; Amerika sonucunu bilmesine rağmen Kudüs macerasına niye kalkıştı? Çünkü İsrail Kudüs’ü başkent ilan edeli neredeyse 40 yıl olmuş. Bu süre içinde dünyada bunu tanıyan tek ülke yok. Bir tek Amerika “tanıma” kararı almıştı ama o da 20 yıldır bunu uygulamaya koymuyordu. Kudüs’ün İsrail’in başkenti olduğu kararını ilan etme yetkisi Amerikan başkanlarına verilmişti, Trump’a kadar hiçbir başkan bu kararı uygulamadı. Amerika’nın ortak aklı bu saçma kararın resmileştirilmesine hiç yanaşmadı? Peki, Trump bu kararı kendi başına mı verdi. Yahudi lobisinin desteğini almak için tek başına mı hareket etti? Nasıl oldu elbette buradan bilmemiz mümkün değil ama Trump’ın oyuna getirildiği kesin. İster “gaza gelip” kendi başına karar vermiş olsun, ister “Amerikan ortak devlet aklı artık bunu yapmalı” tavsiyesi almış olsun, her durumda Trump’ın başı artık iyice derttedir. Amerika Birleşmiş Milletler’de ilk kez hüsrana uğramıyor. Bugüne kadar Amerika’nın aleyhine pek çok oylama sonuçlandı. Ama hiçbirinde bu kadar ağır bir hezimet olmamıştı. Üstelik yine yanlış bir strateji ile “şantajcı ülke” konumuna da düştü bazı ülkelere “yardımı keserim haaa” mesajları göndererek. Zaten iktidarı adeta “pamuk ipliğinde” olduğu söylenen Trump’ın bu olaydan sonra başkanlıktan inmesi bana hiç sürpriz olarak gelmez.

HOŞUMA GİDEN ŞEYLER

Ne güzel; İttihatçı bir Kurtuluş Savaşı kahramanını öve öve bitiremiyorlar


AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın deyimiyle “kendini bilmez, petrol şımarığı, adi, alçak” bir Arabın rt yaptığı bir tweetin yarattığı tartışma sayesinde Türk halkı Fahrettin Paşa ile tanıştı. İttihatçı olan Fahrettin Paşa İngilizlerden para alarak Osmanlı’yı sırtından hançerleyen Şerif Hüseyin’e karşı Medine’yi ve Hazreti Peygamberin kutsal emanetlerini canı pahasına korumaya çalışmıştı. Şerif Hüseyin’in Osmanlı’ya ihanet ettiği gibi kendi halkına da ihanet edeceğini ve Hazreti Peygamberin kutsal emanetlerini İngilizlere vereceğini anlayan Fahrettin Paşa bu hazineyi gizlice İstanbul’a göndermişti. İslam kültürünün bu en önemli hazinesi hala Türkiye’nin koruması altında ve Topkapı Sarayı’nda sergileniyor. Yeri gelmişken bir parantez açayım; Erdoğan’ın ısrarla söylediği “camileri ahır yaptılar” sözünün gerçeği de bu kutsal emanetlerle ilgilidir. İsmet İnönü İkinci Dünya Savaşı sırasında sınırlarımıza kadar gelen Almanların İstanbul’a da gelmesi ihtimaline karşı bu kutsal emanetleri trenle gizlice Anadolu’ya göndermiş, burada saklanmaları için Niğde’de uygun olan bir cami seçilmişti. Kimsenin içinde kutsal emanetlerin olduğunu bilmediği bu caminin kapısına kilit vurulmuş ve kapısına da jandarma dikilmişti. İşte “camiler kapatıldı” diye feryat edenler aslında “Hazreti Peygamberin kutsal emanetlerinin saklandığının” farkında bile değillerdi. Parantezi kapatalım. Fahrettin Paşa sonunda Osmanlı’yı arkadan vuran İngiliz uşağı Araplara kenti terk etmek zorunda kalmıştı. İngilizler tarafından Malta’ya sürgüne gönderilen Fahrettin Paşa sürgün sonrası İstanbul’a gitmiş ardından da Anadolu’ya geçerek Milli Kurtuluş Savaşı’na katılmıştı. Şimdi bu iktidar temsilcilerinin Milli Kurtuluş Savaşı’na katılmış bir İttihatçı’yı övme yarışına girmeleri nasıl hoşuma gidiyor anlatamam.