MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Erdoğan’ı tek adam yapacak olan anayasa değişikliği eğer halk tarafından da kabul görürse, bunun yürürlüğe girmesi için iki yıl bekleyeceğiz.
Halk “Bundan sonra ülkeyi bir kişi yönetsin” kararı verecek ama bu karar hemen yürürlüğe girmeyecek.
Neden?
En büyük güç milletse, neden verdiği bir kararın uygulanması için iki yıl bekleniyor.
Bunun iki nedeni var.
Birincisi; Eğer başkanlık seçimi hemen yapılırsa Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı da bitecek. Eğer yeniden seçilirse yeni rejime göre iki kere başkanlık yapabilecek. Üst üste iki kere seçilme hakkı olacağı için görev süresi 2027’de bitecek.
Tabii 2026’da Meclis’i feshedip yeniden seçilebilir ve beş yıl daha tek adam olabilir.
Erdoğan evet çıksa bile seçimi iki yıl sonrasına atarak, şu andaki görev süresi olan beş yılı tamamlamak, yeni döneme ondan sonra başlamak istiyor.
İkincisi; Eğer yeni rejim kabul edilirse yasalarda da değişiklik yapılması gerekecek. AKP’nin kurmayları “Bu yasaların düzenlenmesi için en az iki yıla ihtiyaç var” diyorlar.
Peki, yeni anayasaya uygun olarak hangi yasalar değişecek?
Başta seçim ve siyasi partiler kanununda değişiklikler yapılması gerekiyor.
Ancak alel acele başkanlık rejimine geçmek isteyen iktidar buna uygun yasalarla ilgili bugüne kadar hiçbir şey söylemedi.
Örneğin yüzde 10 barajı ne olacak?
Dar bölge mi yoksa daraltılmış bölge sistemine mi geçilecek?
Artırılan 50 milletvekili genel listeden mi seçilecek yoksa her partinin aldığı oya göre dağıtılacak bir Türkiye milletvekilliği mi getirilecek?
Bunların hepsi konuşuluyor ama kesin bir sonuç yok.
Oysa eğer halka yeni bir rejim sunuyorsanız bununla ilgili diğer kanunları da anlatmak zorunda değil misiniz?
Vatandaş bunların hiçbirini bilmiyor.
İktidar ve saray bunlara referandum sonuçlarına göre karar verecek. Şu an Meclis’teki sayısal üstünlüğünün avantajını kullanarak seçim yasasını kendi gücünü nasıl artıracaksa öyle çıkaracak.
Meclis’te anayasa değişiklikleri konuşulurken bu konulara hiç değinilmedi. Bence bu büyük hata oldu.
Sarayın ve iktidarın eline canının istediği gibi bir seçim kanunu çıkarma hakkı tanınmış oldu.
Demokratik açıdan işin doğrusu anayasa maddeleriyle birlikte uyum yasalarının da ortaya konmasıydı. Böyle olması halinde vatandaş yeni rejimde nasıl bir seçim ve partiler kanunu olacağını da bilecekti.
Bu fırsat kaçtı. O halde hayır demek için elimizde bir de bu faktör var. Başkanlık rejimini geçtiğimizde bizi nasıl bir seçim sisteminin beklediğini bilmediğimize göre kararımızı da ona göre vermek durumundayız.

KOMİK

Bharara gidiyor yandaşlar nedense bayram yapıyor


Amerika’da Federal Savcılar yeni başkan seçildiğinde değişir. Çünkü Federal Savcıları bizzat Başkan seçer. Tabii bu seçim bizim anladığımız türde olmaz. Yani başkanlar savcıları kendilerine yakın ve emirlerini yerine getirecek kişilerden seçmezler, seçemezler buna cesaret edemezler.
Seçilen her savcı sıkı bir denetimden geçer, medya bu kişileri enine boyuna araştırır, hakkında olumsuz bir şey çıkan biri asla Federal Savcı olamaz.
Amerika’da başkan değişince Federal Savcıların da değişmesi gündeme geldi. Bazı savcılar daha ilk günden istifalarını verdiler doğal olarak. Dün gelen haberlere göre Trump yönetimi henüz istifa etmeyen savcıların da istifasını istedi. Bunların aralarında Zarrab olayını soruşturan Bharara da var.
Haberin duyulmasıyla birlikte yandaş medyada bir sevinç dalgası esti.
Sanıyorum Bharara’nın gitmesiyle Zarrab davasının da sonuçsuz kalacağına inanıyorlar.
Acaba?
Yandaş medya Bharara’nın “cemaatin etkisinde olduğunu” ileri sürüyordu. Davanın da bu nedenle açıldığı propagandası yapıyordu.
Oysa savcının değişmesinin hukuken bir anlamı olmayacak. Üstelik yeni gelen kişi cemaat faktöründen de hiç etkilenmeyeceği için dosyaya daha radikal bile bakabilir.
Yandaşlar bir süre sonra Bharara’yı arar hale gelirse çok gülerim.

Bİ SORALIM BAKALIM

Menbiç’e girecektik, ne oldu?


Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu Hollanda’ya verdi veriştirdi. Önce “Kimse beni engelleyemez, kalkıp gelirim” dedi. Hollanda iniş izni vermeyince gidemedi tabii. Bu kez de “Bunun bedeli çok ağır olur” diye konuştu.
Hollanda’ya bir bedel ödetir miyiz bilemem. Cumhurbaşkanı da “Onların uçakları ne olacak?” diye sorarak Hollanda’dan gelen uçaklara iniş izni verilmeyeceğini ima etti. Karşılığında Hollanda da tüm Türk uçaklarına aynısını yapar. Buradan kim daha zararlı çıkar ona bakmak gerek.
İktidar Hollanda’ya böyle ağır sözlerle yüklenirken aklıma nedense Menbiç geldi. Biliyorsunuz Menbiç PYD’nin en güçlü olduğu bölge. Erdoğan El Bab operasyonundan sonra sıranın Menbiç’e geleceğini söylemişti.
Amerika ise Menbiç’te PYD’yi destekleyeceğini söylemişti. Bunun üzerine Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu da tıpkı Hollanda’ya söylediği gibi “Kimse bize karışamaz, uyarıyorum kim olduğuna bakmadan bombalarız” demişti.
Heyecanlandık, PYD’yi bitireceğimizi düşündük.
Ama ne oldu? Amerika bir anda Menbiç’te bayrak açtı. O yetmedi bir de Rusya bayrak açtı.
Şimdi sormak istiyorum; Menbiç’e gidiyor muyuz gitmiyor muyuz?
Çavuşoğlu Hollanda ile didişmekten vakit ayırıp da milleti bilgilendirebilir mi acaba?

CANIMI SIKAN ŞEYLER

Muhalefeti çamura çekemedikçe öfkeleniyorlar


Referandum kampanyasında hayır diyenlerin son derece sakin ve barışçıl tutumu iktidarın kimyasını bozuyor. Kaç kere yazdım bunu ama iktidar sözcüleri bu konuda öyle şaşkınlar ki hemen her gün yeni bir tahrik eylemi ile başta CHP olmak üzere hayırcıları çamura çekmeye çalışıyor.
Dün de AKP’li Nurettin Canikli aynı yöntemi uygulayarak CHP’yi gerginlik politikasına çağırdı.
Canikli şöyle dedi; “Kılıçdaroğlu bu kampanyayı partisiz yürütüyor. Partisine güvenmiyor. Partisini millet sevmiyor çünkü. Hani bir film vardı Şener Şen ‘Süt oğlan, babanı da sevmezdim’ diye, bu millet bunların babalarını da sevmez, CHP’nin eskisini de sevmezdi, yenisini de sevmiyor. Onu bildiği için partisini yanına almıyor. Böyle bir de maske takmışlar. Bunlar sürekli gülüyorlar, o maskeyi takmışlar. Yani CHP’yi tanımasak, inan bizi bile kandıracaklar.”
Ne demek şimdi bu? Bir taraftan CHP’yi tahrik ederken diğer taraftan da “bunların babası” diyerek üstü kapalı Atatürk’ü kastediyor.
Bakalım önümüzdeki 38 günde daha ne numaralar bularak muhalefeti de çamura çekmeye çalışacaklar?

BUNU YAZMAK GEREK

Avrupa ülkeleri kendi iç politikaları gereği Türkiye’yi kullanıyor


Referandum sürecinde büyük moral bozukluğu yaşayan iktidarın imdadına Avrupa ülkeleri yetişti. Almanya’nın saçma sapan bir kararla Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’a evet kampanyası için izin vermemesi bir anda başka Avrupa ülkelerine de sıçradı.
Hollanda dün akıl almaz bir kararla Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu’nun uçağına iniş izni verilmeyeceğini açıkladı.
İktidar kanadı büyük gürültüler çıkarıyor ama siz bakmayın aslında büyük sevinç içindeler. Çünkü “neden evet” sorusuna mantıklı cevap bulamayan iktidar referandum kampanyasını anayasa maddeleri dışında yürütme şansına kavuştu.
Avrupa ülkeleri ile sorun başladığından beni iktidar sözcüleri ve saray “Güçlü Türkiye’ye karşı kıskançlık olduğu, Türkiye’de iktidarın yıkılması için dünyanın birleştiği, global çetelerin harekete geçtiğini” söyleyerek prim yapmaya çabalıyor.
Bunun etkili olabileceğini söylemeliyim.
Ama gerçeği de bilelim. Avrupa ülkelerinin Türkiye kıskançlığı falan yok. Her durumda bizden iyiler, ikili ilişkilerimizde de avantajlılar. Bu açıdan bakınca bu didişmeden zararlı çıkacağımızı bilmemiz gerek.
Peki, Avrupa ülkeleri bunu neden yapıyor? Çok basit, Avrupa ülkeleri de kendi iç politikalarını düşünüyorlar.
Birçok Avrupa ülkesinde aşırı sağcı ve ırkçı partilerde yükseliş var. Bu partiler iş alanları daralan ve ekonomik sıkıntıya düşen halkları arkalarına almayı başarıyorlar. Bu da mevcut iktidarları korkutuyor.
Onlar için de Türkiye bir can simidi oldu. Nasıl İngiltere “Türkiye AB’ye girecek” diye halkını korkutup halka AB’den çıkma kararı aldırttıysa diğer Avrupa ülkeleri de Türkiye üzerinden aşırı sağcı ve ırkçı partilerin önünü kesmeye çalışıyor.
Onların yapmak istediklerini kendileri yaparak oyların kaymasını önleyeceklerini düşünüyorlar.
Kısacası sonuçta iki taraf da çok memnun aslında.