HOŞUMA GİDEN ŞEYLER

Lütfü Oflaz’ın “Vicdan hareketi”


Çok uzun yıllardır tanıdığım, yazar ve aktivist Lütfü Oflaz bir süredir fikir ve isim babası olduğu “vicdan hareketi”ne öncülük ediyor.
12 Eylül askeri darbesine ilk karşı çıkan, tankların önünde duran ve darbecilerin yargıladığı ilk yazar olan Lütfü Oflaz daha sonraki yıllarda “Yeryüzü sağlıkçıları” “Yeryüzü Evleri” projelerine de imza atmış, bu sosyal projeler on binlerce kişiye ulaşmış ve çok yararlı olmuştu.
Sanıyorum kamuoyunun Lütfü Oflaz’ın isim ve fikir babalığını yaptığı projeler içinde en çok bildiği “Yeryüzü Sofraları”dır. Beş yıldızlı otellerde verilen pahalı iftarlara karşı çıkan Oflaz, bu otellerin hemen karşısında yere serilen gazete kâğıtları üzerinde yapılan iftarlarla büyük ilgi çekmişti. “Yeryüzü sofraları” bir süre sonra “Gezi direnişinin” de simgelerinden biri olmuş, Ramazan ayı boyunca İstiklal Caddesi’nde yerlere kurulan sofralarda on binlerce kişi iftar yapmıştı.
Şu anda Star Gazetesi’nde yazan Lütfü Oflaz’la geçen hafta buluşup hem sohbet ettik hem dertleştik.
Oflaz’a bir süredir medyada da yer bulan “Vicdan hareketi”ni sordum.
“Ülkemizi kamplara bölmek istiyorlar, oysa benim için vicdandan başka kamp yoktur” dedikten sonra ekledi “Sevgiyi paylaşmalıyız, sevgiyi çoğaltırsak acıları da azaltırız.”
Oflaz kendilerini belli kampların militanları olarak görenlerin dillerinin çok bozulduğunu belirten Oflaz “Hain, ajan, darbeci, terörist lafları neredeyse günlük konuşmaların ayrılmaz parçası oldu. Oysa birbirimizi anlamak, karşılıklı hakaretler yağdırmak yerine önce sorunu ortaya koyup buna çözümler aramak zorundayız” diyerek şöyle devam etti; “Bireylerin değil toplumun önde olduğu bir ortam yaratmak zorundayız. Toplumun temeli vicdan ve adalettir. Bunları bir kenara bıraktığımız zaman hiçbir sorunu çözemeyiz. O halde hepimiz elbirliği yaparak önce bu çirkin dilden kurtulmalı sonra da birbirimizi dinleme kültürü öğrenmeliyiz.”
Lütfü Oflaz’la konuşurken özellikle referanduma giden süreçte medya ve sosyal medya üzerinden yürütülen linç kampanyalarının, işaret parmağını sallayarak yapılan hakaret ve tehditlerin toplumda da tedirginlik yarattığını söyledim ve ekledim; “Söylediklerine aynen katılıyorum. Bir vicdan hareketi ve adaletli toplum yaratmak için üzerimize düşen her şeyi yapmalıyız. Bu uğurda kendi fikir ve görüşlerimizi elbette muhafaza ederek ama ortak çözümler üretebilmek için sürekli diyalog içinde olmamız gerekiyor.”
Lütfü Oflaz’la hayli uzun sohbet ettik. Ayrılırken daha sık bir araya gelmeye ve vicdan hareketini daha da yaygınlaştırmaya karar verdik.
Referanduma kadar çok olumlu bir sonuç alabilir miyiz bilemiyorum ancak referandumdan sonra sağduyulu herkesin vicdan ve adalet konusunda bir uyanış içinde olacağını ve ellerini taşın altına sokacağına inanıyorum.

ŞAŞIRDIM

De ki 100 bin imza toplayıp aday oldun, ne olacak?


Başta Cumhurbaşkanı olmak üzere AKP’liler tek adamlık rejiminin ne kadar demokratik olduğunu, artık yönetime milletin karar vereceğini anlatmak için bin takla atıyorlar.
Bu çok demokratik yeniliklerden biri de şuymuş; Cumhurbaşkanı adayı göstermek artık çok kolaylaşmış. Herkesin aday olabilmesi için yepyeni bir kural getirilmiş. Partiler dışında 100 bin kişinin imzasıyla bir kişi aday gösterilebiliyormuş.
Böylelikle adaylık yarışı partilerin tekelinden çıkarılıyor ve halka açılıyormuş.
Kulağa hoş geliyor belki ama diyelim ki bir kişi çıktı meydana ve “Benim için imza verin” dedi. 100 bin kişi de bu talebi imzaladı, o kişi de aday oldu.
Birincisi seçilme şansı var mı?
İkincisi de ki seçildi, ne olacak?
Partisi olmadığı için parlamentoda hiç desteği olmayacak. Ama seçildiği için hükümeti kuracak, yargıyı belirleyecek ve kanun hükmünde kararname çıkarabileceği için Meclis’i hiç takmadan dilediği gibi ülkeyi yönetecek.
Bu kişi parlamentonun çıkardığı kanunları isterse hiç uygulamayacak bile. Meclisin denetim yetkisi göstermelik olduğu için ne o seçilmiş başkan, ne de kendi seçtiği başkan yardımcıları ve bakanlar asla yargılanamayacak.
Tabii seçilmiş başkanın Meclis’te desteği olmayacağı için “gerekirse 400 milletvekilini bulmak kolay” diyebilirsiniz. Ama o da milletin iradesine karşı çıkmak anlamına gelmeyecek mi? Millet bütün partileri bir kenara bırakıp 100 bin imza ile aday ilan edilmiş kişiyi başkan seçmiş. Ona beş yıl da süre vermiş. İktidar sözcüleri ısrarla “Güvenoyu yok artık, güvenoyunu millet seçimde veriyor” demiyor mu?
Yeni rejimin ne kadar yanlış olduğunun sadece bir kanıtı değil mi bu örnek?

ÇOK GÜLDÜM

Cumhurbaşkanı olamazsın ama vekili olursun


Televizyonda tartışma yapılıyor. İktidarın emrindeki gazeteciler bugüne kadar demokrasi ve hukuk konusundaki söylemlerini unutmuşlar yeni rejimin ne kadar iyi olduğunu savunuyorlar.
Laf 18 yaşa seçilme hakkına geliyor. Aynı takım bunun da ne kadar iyi olduğunu anlatırken “Gençlere niye güvenmiyorsunuz, korkuyor musunuz?” diyorlar.
Katılımcılardan Gürkan Hacır “Basit bir soru sormak istiyorum” diyor. “18 yaşındaki bir genç milletvekili seçilebildiğine göre, başkan yardımcısı da olabilir mi?”
Yandaşlar “Elbette” diyorlar, “Niye olmasın, korkunuz mu var?”
Gürkan Hacır tekrar soruyor “Peki bu durumda eğer başkana bir şey olursa ya da yurtdışına giderse bu kişi vekaleten bu görevi yüklenebilir değil mi?” diye üsteliyor.
Yandaşlar bunun da elbette olabileceğini belirtiyorlar.
Gürkan Hacır son hamleyi yapıyor; “O halde Cumhurbaşkanı olmak için neden 40 yaş ve yüksek eğitim şartı var? Cumhurbaşkanı seçilme hakkı olmayan birine vekaleten bu görevi yüklemek demokrasi ve hukuka nasıl uygun oluyor?”
Teşekkürler Gürkan Hacır.

BUNU YAZMAK GEREK

Hani Batı’daki askeri birlikler hareketlenmişti


İktidar yandaşları “Avrupa fatihleri masalını” bulmadan önce ortalığı karıştırmak ve “yine bir mağduriyet” icat etmek için “Batı’daki birliklerde hareketlenme var” spekülasyonunu ortaya atmışlardı.
Bir anda birkaç yandaş kalem “Batı bölgelerindeki askeri birliklerin ışıkları sabahlara kadar yanıyor, yeni bir darbe hazırlığı mı yapılıyor?” diye yazmaya başlamıştı.
Araya “daha cazip” Avrupa ile kriz girince unutulmuş gibi görünüyor ama bunu unutmamak ve ısrarla sormak gerek.
Nereden çıkmıştı o spekülasyon? Ne demekti “Batı’daki birliklerde hareketlenme var?” Ne anlayacaktık bundan?
Sonra “Bastırıldı” gibi akla ziyan şeyler söylediler. Bastırıldı da ne oldu? Soruşturma var mı, tutuklanan, görevden alınan subay astsubay
var mı?
Böyle sorumsuz spekülasyonlar yapmak bu kadar kolay mıdır?
Hani Genelkurmay’ın “İletişim Dairesi” vardı? Neden tek satır açıklama bile yapılmıyor? Yandaşların “Bakın hâlâ darbe yapabilirler, bu nedenle evet deyin, darbeler dönemi de bitsin” propagandası yapmalarına Genelkurmay neden izin verir? Ama herkesin şunu da bilmesi gerek. Türkiye bir muz cumhuriyeti değil. Eninde sonunda bu aymazlığın ve iktidar gücünü arkasına alarak yapılan şımarıklığın hesabı sorulur.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Artık her yer Erdoğan posterleriyle donatılmaya başlandı


Dünkü yazımda Erdoğan’ın ipleri ele aldığını yazmıştım. Referandum çalışmalarını AKP’ye emanet eden Erdoğan işlerin kötü gittiğini görünce “Olmuyor sizle, ben ortaya çıkacağım” diyor adeta.
Kampanya AKP tarafından yürütülünce hazırlanan bütün “evet” pankartlarına Başbakan Binali Yıldırım’ın fotoğrafları konmuştu.
Şimdi durum değişiyor. İstanbul’u gördüğüm için yazıyorum, caddelere ve binalara dev Erdoğan posterleri asılmaya başlandı.
Sanıyorum Erdoğan hayırların önde gittiğini görünce kendini ortaya koyarak “Beni oylayacaksınız” demek istiyor.
Erdoğan’ın referandumu “Beni istiyor musunuz istemiyor musunuz” havasına sokması durumu kendi lehine çevirir mi, net bir şey söyleyemem. 7 Haziran’dan önce benzer biçimde “Bu partinin hakimi benim, AKP’ye vereceğiz oy aslında banadır” deme yöntemini denemiş ve AKP yüzde 41’e inmişti.
Sonraki yüzde 49.5’in ne kadar hormonlu olduğunu ve terör korkutmasının bunda etkili olduğunu hepimiz biliyoruz.
Bakalım son çare olarak kendini ortaya koyan Erdoğan bunda başarılı olacak mı, yoksa tam tersini mi yaşayacağız?