ANALİZ

“Savcıya git” sözü korkunun eseridir


AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın bazı aile fertlerinin, dünürünün, eniştesinin ve eski özel kalem müdürünün yurtdışına milyonlarca dolar gönderdiği iddiaları iktidar kanadını çok telaşlandırdı. İktidar hakim olduğu medya aracılığı ile iddiaların gerçek dışı, belgelerin de sahte olduğunu söylüyor. Yoğun bir “bugüne kadar hangi iddiayı ortaya attılarsa fos çıktı, amaç Türkiye’yi batırmak” propagandası ile bir algı operasyonu düzenleniyor. Başta en tepe yöneticileri olmak üzere AKP sözcüleri CHP’ye “İddialarına güveniyorsan savcılığa git, belgeleri teslim et” diye öfkeli açıklamalar yapıyor. Bu söylem bana hiç samimi gelmiyor. Çünkü iktidar bundan önceki benzer iddialarda hep yargıdan kaçtı. Yargının adını bile duymaya tahammül edemedi. Bu nedenle şimdi bütün AKP’lilerin ve yandaşlarının “savcıya git” çığlıklarını ciddiye almakta zorlanıyorum. Bir kere “hangi” savcıya gidilecek? Bu savcılar iktidarın bunca baskısı karşısında gerçekten yeterli bir araştırma yapabilecek mi? Lafı hiç uzatmamak gerek. Burada yapılması gereken Meclis’te bir araştırma komisyonu kurmaktır. Bu komisyon uzmanlardan oluşan bir bilirkişi heyeti kurmalıdır. Ayrıca kamu bankalarından özellikle MASAK’tan destek alarak belgeleri incelemeli, para takibi yapmalıdır. AKP eğer gerçekten bu son iddiaların tamamen uydurma olduğunu düşünüyorsa “Savcıya git” türü efelenmeler yerine Meclis’in çalıştırılmasını, çalışmaların da şeffaf biçimde yürütülmesini sağlamak durumundadır. İktidar bugüne kadar bütün yolsuzluk iddialarını “zor” kullanarak devletin gücünü ortaya koyarak “konuşulamaz” hale getirdi. Bu nedenle AKP’nin kitle tabanında çok inançlı bir kesim oluşturmayı başardı elbette. Ancak son olayda gözlediğim kadarıyla bu inançlı kesimde bile “şüpheli” bakışlar başladı. AKP bu kez de bağırıp çağırarak ve güç kullanarak bu iddiaların üstünü örtemez artık. Eğer Erdoğan ve yakınlarının pür-u pak olduğuna inanıyorsa bu kez her şeyi öncelikle kendisi araştırıp ortaya koymalıdır. Ne yaparsınız ki iktidarda öyle bir panik havası hakim ki yine eskisi gibi olacağından pek kuşkum yok.

YENİ ÖĞRENDİM

Belgelerin arkası gelecekmiş


Uluslararası ticaretle uğraşan bir eski arkadaşım aradı dün Kılıçdaroğlu’nun açıkladığı skandaldan sonra. Önce vergi cenneti olarak tanımlanan bu adalar ve aralarındaki farklar konusunda bilgiler verdi. Örneğin Isle of Man’da yani para gönderilen adada hiç vergi olmadığını, kimsenin “bu para nereden geliyor” diye sormadığını, Malta’da ise hem yüzde 10 vergi olduğunu hem de paranın kaynağının mutlaka sorulduğunu anlattıktan sonra “Çok merak ediyorum CHP bu belgeleri nasıl ele geçirmiş?” dedi. Ben zaten cevaplayamazdım ama o hemen kendisi devam etti “Bu bir istihbarat olayı, ama sana şu kadarını söyleyeyim bunun mutlaka arkası gelecektir.” Arkasının geleceğini neye dayanarak söylediğini sordum. Dedi ki “Transfer edilen para toplam 15 milyon dolar. Bu para bile değil. O kadar para için bu adaları kullanmaya gerek yok. Ayrıca gördüğüm kadarıyla belgeler 2011 yılının Ekim, Kasım ve Aralık aylarına ait sadece üç aylık dönemi kapsıyor. Yani 2011’den sonra buralara hiç para gönderilmedi mi? Bu sana mantıklı geliyor mu?” Ne bileyim, bir cevap veremedim tabii.

CANIMI SIKAN ŞEYLER

6 bin 102 lirayı Suriyeli sayısı ile çarpmışlar


Banka dekontları, yurtdışına para transferleri falan derken Kılıçdaroğlu’nun yaptığı konuşmada söylediği bir iddia arada kaynayıp gitti. Kılıçdaroğlu grup konuşmasında “Suriyeli mülteciler için 30 milyar dolar harcandığı söyleniyor, bu para kime, nasıl harcanmıştır?” diye sordu. Başbakan yardımcısı dün bu soruya “evlere şenlik” bir cevap verdi. İktidarın artık her sıkıştığında başvurduğu “herkese sersem muamelesi yapma” alışkanlığını sürdüren Akdağ batılı ülkelerin Suriyeli mülteci başına günlük 40 Euro harcadığını belirttikten Türkiye’de 3 milyon 266 bin Suriyeli olduğunu söyledi. Akdağ, devletin 2017 rakamlarıyla bir vatandaşı için bütçeden 6 bin 102 lira harcadığını kaydettikten sonra şöyle devam etti: “Bunun içinde eğitime, sağlığa, yola giden harcamalar var. Yoldan Suriyeliler geçmiyor mu?” diye sordu ve bu rakamı Suriyeli sayısı ile çarptıklarını, toplam rakamı da böyle bulduklarını ileri sürdü. Akdağ’ın bu akıl almaz hesabına göre Suriyelilere harcanan para yaklaşık 20 milyar lira tutuyor. Başbakan yardımcısı ayrıca Kızılay’ın, belediyelerin, çeşitli sivil toplum örgütlerinin ve bireylerin tek tek yaptıkları harcamalar da olduğunu söyleyerek “Harcanan para 30 milyar doları rahatlıkla geçiyor” diye konuştu. Bu hesabı anlamak mümkün değil tabii. Oysa soru çok basit; “kime ve nasıl harcandı?” Akdağ’ın cevabında bu var mı?

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Hangisi doğru çıkarsa öteki gider zaten


AKP Genel Başkanı Erdoğan dün yine esti gürledi. Türkiye’nin tek sorununun CHP ve Kemal Kılıçdaroğlu olduğunu anlattı. Ortaya dökülen “yurtdışına para gönderme” iddialarına karşı yine “İspatla ben cumhurbaşkanlığını bırakayım, ama ispatlayamazsan sen CHP Genel Başkanlığı’nı bırakacak mısın?” diye sordu. İşte bu mantığı anlamıyorum. “İstifa” konusunda karşı tarafı da taahhüt vermeye zorlamanın bir anlamı yok ki. Kılıçdaroğlu iddialarını ispatlamazsa zaten yerinde duramaz. Aslına bakarsanız bu kez öyle bir aşamadayız ki iddialar doğru çıksa Erdoğan ve yanındakiler, sahte çıkarsa Kılıçdaroğlu ve ekibi gitmek zorunda kalır. Doğal olan budur. Ama burası Türkiye. Karşılıklı “ben de istifa ederim” türü taahhütler verilse bile sözün tutulmaması asla “garip” karşılanmaz...

BUNU YAZMAK GEREK

Halkbank müdürü tek sanık değil


Reza Zarrab’ın “itirafçı” olmasından sonra bütün gözler ister istemez Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla’ya çevrildi. Medya Zarrab’ın artık sanık olmayacağının belli olmasından sonra “Hakan Atilla tek sanık” diye bilgi veriyor. Oysa bu yanlış. Hakan Atilla şu anda “tutuklu” tek sanık. Davanın bir de tutuklu olmayan sanıkları var. Örneğin Halkbank eski Genel Müdürü Süleyman Aslan, AKP’nin eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan da sanık durumunda. Bu iki kişi hakkında “yakalama” kararı çıkarıldı. Ayrıca Reza Zarrab’ın çeşitli şirketlerinde çalışan bazı yönetici ve çalışanlar da sanık durumunda. Ancak bu kişilerin hiçbiri Amerika’da olmadığı için yargılama “tek sanıklı” gibi yürüyor.
Yani sonuçta Hakan Atilla ile birlikte diğer sanıklara da “süper” cezalar yağabilir. Ayrıca Halkbank’a ve belki başka bazı Türk bankalarına da on milyarlarca dolar ceza gelebilir.

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Cumhurbaşkanı adayı olup da kazanamayan lider ne yapacak?


Normal koşullarda 2019 yılının Kasım ayında parlamento seçimleri ile birlikte Cumhurbaşkanı seçimini de yapacağız. Ancak bu seçimlerde henüz hiç konuşulmayan bir konu var kafama çok takılan. O da şu; Şu anda görülüyor ki partiler ilk turda genel başkanlarını aday olarak gösterecekler. AKP adayı zaten belli. Recep Tayyip Erdoğan. İYİ Parti son dakika değişikliği olmazsa Meral Akşener’i aday gösterecek. Ayrıca Meral Akşener kendisini partisinin değil toplanacak 100 bin imza ile halkın aday göstereceğini açıkladı. Bu durumda CHP’nin adayının da Kemal Kılıçdaroğlu olması kaçınılmaz. Ayrıca zaten gerekli olan da bu. Bir kişi seçimleri kazansın iktidar olsun ve ülkeyi yönetsin diye başkan seçiliyor. Sembolik cumhurbaşkanlığı için belki ortak aday gösterilebilir ama cumhurbaşkanı icranın başı olacaksa ortak aday çıkarılması bana saçmalık olarak geliyor. Devlet Bahçeli MHP adayı olur mu bilemem. Muhtemelen daha ilk turda “Erdoğan lehine aday olmayacağını” açıklayacaktır. Şimdi gelelim henüz düşünülmeyen noktaya; Yeni anayasaya göre cumhurbaşkanı seçimi ile parlamento seçimi aynı anda yapılacak. Demek ki bir kişi ya milletvekili ya cumhurbaşkanı adayı olacak. Cumhurbaşkanı bir kişi olacağına göre seçime katılan diğer adaylar daha o günün akşamı siyasetin dışında kalacaklar. “Efendim genel başkanlıkları devam edecekmiş.” Geçiniz. Parlamentonun bile hükmünün kalmadığı bir siyasi ortamda partinin başkanı olsanız ne olur olmasanız ne olur? Tabii burada en  çok merak ettiğim, eğer kazanamazsa Erdoğan’ın ne yapacağı. Arkasında milletvekilliği dokunulmazlığı da olmayınca…. Amanın. Ne fena. Herhalde düşünmek bile istemiyordur.  Tabii halk arasında konuşulan da şu; “Erdoğan kaybetse bile gitmez ki.”