ANALİZ

“Terör örgütü üyesi olmamakla birlikte” diye bir suç çıkardılar


Cumhuriyet Gazetesi iddianamesi açıklandı. Savcılar iddianameyi henüz gazetecilerin avukatlarına vermeden önce yandaş medyaya gönderdiler. Muhtemelen “bir eksik var mı, bakın bakalım” demek istediler.
İddianame müthiş. Sadece gazetecilik yapan zanlılar için 3.5 yıldan 22 yıla kadar hapis cezaları isteniyor. Bazı gazeteciler için birden fazla suç isnadı yapıldığı için toplam cezaları 40 yılı aşanlar da var.
İddianamede en dikkatimi çeken nokta şu; hiçbir gazeteci için terörist suçlaması yapılmıyor.
Ancak yeni bir tanım var. Savcı gazetecileri suçlarken cümleler hep şöyle başlıyor; “Bir terör örgütüne üye olmamakla beraber…”
Yani gazeteci aslında terörist değil ama teröre hizmet etmiş.
Bu tanımın yasada yeri var elbette. Ancak zaten tartışılan da bu. Hani Avrupa ülkeleri “terörle mücadele yasanızı gözden geçirin” diyor da bizim iktidar “Siz kendi işine bakın” diyerek ayar veriyor ya, işte yasada sıkıntı yaratan bölümlerden biri bu.
Bir kişiyi direkt terörist olarak suçlayamıyorsunuz ama bir şekilde terörle birlikte gösterebiliyorsunuz.
Bu hukukun ezilip bükülmesidir.
Bu yöntemle istediğiniz herkesi teröre destek vermekle suçlayabilir ve çok ağır cezalar isteyebilirsiniz.
Hukukta “muğlak” yani tam anlaşılamayan tanımlar olmaz. Eğer olursa siyasi iktidarlar bunu kendi çıkarları için kullanabilirler. Zaten bunun için “hukuk çok önemli” denir.
Cumhuriyet Gazetesi’nde çalışan gazeteciler için yapılan budur. Teröre yönelik herhangi bir eylem, bir katılım, bir yardım bulamıyorsunuz, haberlerdeki bazı cümlelerden yola çıkarak “Bu söylenenler teröre destek anlamına gelir” diyorsunuz ve istediğiniz en ağır cezayı verebiliyorsunuz.
Nitekim Cumhuriyet iddianamesini okuduğunuzda suçlamaların hep haber metinleri üzerinden yapıldığını görüyoruz.
Yasa böyle uygulandıkça yazılan bir yazıdaki bir cümleden, atılan bir twitten hatta Facebook’ta paylaşılan başkasının bir yazısından bile istediklerini suçlayabilecek ve “terör örgütü üyesi olmasa bile” diye başlayan iddianameler hazırlayabileceklerdir.
Demokrasi ve hukuk düzeninin giderek daha iyi ve kaliteli olması gerekirken ülkemizde ne yazık ki demokrasi ve hukuk tamamen yok ediliyor.
İşin kötü tarafı bunu yapmak için halkın desteğini de almayı beceriyorlar. Beyni adeta yıkanan ve hamasi nutuklarla uyuşturulan geniş bir kitle milliyetçilik, kahramanlık, vatanseverlik yaptığını zannederek bu hukuk dışılığa ve demokrasi katline göz yumuyor, bununla kalmıyor ve durumun kurumsal hale gelmesi için çaba harcıyor.
Türkiye bu handikapı aşmak zorundadır. 16 Nisan bu açıdan da çok önemlidir. Verilecek her hayır oyu demokrasinin, hukukun ve özgürlüklerin korunması için herkesin yerine getirmesi gereken bir görevdir.

KAFAMI BOZAN ŞEYLER

“Soru sormak istediğiniz kişiye şu anda ulaşılamıyor”


İktidara payanda olmak için adeta intiharı göze alan MHP’nin durumu şu günlerde çok zor. “Devletin bekası” için veya “Dış düşmanlara gününü göstermek” amacıyla referandumda evet oyu vermeye karar veren MHP üst yönetimi Tayyip Erdoğan’ın son sözleri üzerine şoka girmiş durumda.
Erdoğan Diyarbakır’da yaptığı konuşmada “Tek millet” dedikten sonra şunu söylemişti; “Bakın Türk Milleti demiyorum, Kürt, Çerkez, Laz da demiyorum, millet diyorum.”
Bu sözler MHP tabanında büyük tepki çekerken MHP üst yönetimi ise sus pus oldu.
Dünkü Aydınlık Gazetesi’nde gördüm. Gazetenin muhabirleri Erdoğan’ın bu konuşması ile ilgili görüşlerini almak üzere MHP Genel Başkan yardımcılarını, Genel Sekreteri’ni ve bazı milletvekillerini aramışlar.
İşe bakın ki ya ulaşamamışlar ya da “Şu anda müsait değilim” karşılığını almışlar.
Genel Başkan Yardımcısı Mevlut Karakaya “Ben senin gazetene konuşmam” demiş. Genel Sekreter İsmet Büyükataman “Şu an müsait değilim” diyerek soruyu cevapsız bırakmış. Milletvekillerinden Erhan Akçay “Arabaya bineceğim sonra ararsınız” diyerek telefonu kapatmış. Mevlüt Günal “Burası çok gürültülü sizi duyamıyorum” diyerek sıvışmış. Faruk Aksu da “Şu an müsait değilim” klişesini tekrarlamış.
Gerçi MHP’liler andımız kaldırılırken, T.C. yok edilirken, Türk Bayrağı indirilirken de pek ses etmemişlerdi ama bu konuda ne düşündükleri sorulmadığı için belki de fikirlerini öğrenememiştik. Türk Milleti’nin adının söylenmesinden korkulmasına karşı da söyleyecek sözlerinin olmadığı anlaşıldı.
Ama evet verecekler.

CANIMI SIKAN ŞEYLER

Kuşku duyan soru soran herkese linç kampanyası uygulanıyor


Suriye’nin İblid kentinde kimyasal bomba kullanıldı.
Esad karşıtı olanlara göre Suriye uçaklarından kimyasal bombalar atıldı.
Suriye rejimi ise kimyasal silah kullanılmadığını, muhalif terörist grupların elindeki kimyasal bir silah deposunun patladığını söylüyorlar.
Akıl ve mantıkla bakınca Suriye’nin şu aşamada kimyasal silah kullanması az ihtimal. Çünkü uzun bir aradan sonra Esad Amerika tarafından bile “kalıcı lider” olarak kabul edilmiş, muhalefetin gücü önemli oranda kırılmış, bir takım İslamcı terör örgütleri sınırlı da olsa kontrol altına alınmış.
Yani Esad genel bir rahatlama sürecine girmiş.
Tam böyle bir dönemde Esad’ın bilerek ve isteyerek kimyasal silah kullanması akıl mantık dışı.
Şimdi bunu söyleyip “Bu iş biraz kuşkulu, Halep olayını unutmadık, oradan da dünyaya yayılan görüntülerin daha sonra Mısır’da çekilmiş kurmaca görüntüler olduğu ortaya çıkmıştı, buna da iyi bakmak gerek” diyenler AKP yandaşlarının ağır saldırılarına uğradı.
Alıştığımız linç kampanyaları ile olayı sorgulayanların üzerine vahşice yüründü dün yine.
Niye acaba? Esad’tan onlara ne? Esad’ı kimyasal silah kullanan biri gibi gösterince Türkiye’nin Suriye’de uyguladığı çok yanlış politikalar aklanmış mı olacak acaba?

ŞAŞIRDIM

Erdoğan dün de “hiç kandırılmadığını” söyledi


Biliyorsunuz Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, zamanında “ne istedilerse verdik” dediği cemaat konusunda en büyük savunma silahı “kandırılmış” olduklarını açıklamasıydı.
AKP’nin cemaatle içli dışlı olduğu dönemleri hatırlatanlara karşı Erdoğan “Kandırıldık, milletten özür diliyoruz, Allah affetsin” demişti.
Erdoğan’da galiba unutkanlık başladı. Çünkü dün muhtarlarla yaptığı bilmem kaçıncı saray toplantısı sırasında “Biz ne aldatan ne aldatılan olduk” dedi.
Sonra da ekledi “Bundan sonra ne aldatan ne de aldatılan olmayacağız.”
Güzel de cemaat aldattı mı aldatmadı mı?
Aslında insanlar bazen haksız oldukları durumlarda doğruyu söyleyiverirler farkında olmadan. Erdoğan ve AKP’liler de çok iyi biliyorlar ki cemaat konusunda aldatılmadılar. Bir yere kadar her şey ortak gitti. Özellikle bütün pis işler cemaate devredilirken alınan sonuçlardan çok mutluydular.
Ne zaman ki paylaşımda sorun çıktı, çıkarlar çatışmaya başladı ayrıldılar ve savaşa tutuştular. Doğal olarak devlet tarafı daha güçlü olduğu için cemaat bu savaşın yenilen tarafı oldu.
Ama kimse ortaklığı unutmuyordu. Erdoğan da “Nasıl olsa ne söylesem inanan var” diyerek kandırıldıklarını açıklamıştı.
Ama başka bir gün başka bir gruba hoş görünmek istenirken işte böyle itiraflar da kendiliğinden geliyor.
Evet, Erdoğan dediği gibi “kandırılmamıştı” her şeyi bilerek yapmışlardı.

HOŞUMA GİDEN ŞEYLER

Uğur Mumcu’dan sonra Rabıta


Hain bir bombalı saldırı ile şehit edilen gazeteci Uğur Mumcu sayesinde 12 Eylül’ün darbeci generallerinin Suudi kuruluşu olan Rabıta’dan para alarak dinci siyasetin güçlendirildiğini öğrenmiştik.
Bugün siyasal İslamcı bir görüş iktidardaysa bunun temelleri 12 Eylül’den sonra atılmıştı. İslamcı siyasetin geliştirilmesi için Rabıta aracılığı ile Türkiye’ye milyarlarca dolar aktarılmıştı.
Ankaralı gazeteci dostum, özellikle radikal dinci terör konusunda müthiş araştırmaları olan yazar dostum Hüseyin Hakkı Kahveci Uğur Mumcu’nun bıraktığı noktadan Rabıta olayını kitaplaştırdı.
“Uğur Mumcu’dan sonra Rabıta- Türkiye’ye kurulan tuzak Suriye’de ölüm fetvası” adlı kitap başından bu yana siyasal İslamcı akımın Türkiye üzerindeki oyunlarını anlatıyor.
Özellikle AKP döneminde yapılanların ayrıntılarını ve pekçok gizli bilgiyi öğrenmek için bu kitap bence çok yararlı.
Kahveci cumartesi günü (8 Nisan) Şişli Kitap Günleri etkinliğinde saat 14.00’de önce bir söyleşide konuşacak sonra da kitabını imzalayacak. Merak edenlere de duyurmuş olayım.