ANALİZ

Başta Erdoğan olmak üzere iktidar ve yandaşları yeni rejimi savunurken “Darbelerin de biteceği” iddialarını dile getiriyorlar.
Anlattıkları şu; Yeni rejimde siyasi istikrarsızlık olmayacak. Siyasi çekişmeler nedeniyle hükümet bunalımı da yaşanmayacak. Bu durumda darbe ortamı asla yaratılmayacağı için mevcut rejimin en büyük baş belası olan darbeler veya hukuk dışı müdahaleler de tarihe karışacak.
Bu söylem gerçeği tam yansıtmıyor.
Meclis aritmetiği hep bugünkü gibi olursa darbe ihtimalinin azalmasından söz edebiliriz, ancak şunu unutmayalım ki Meclis’in yapısı ve aritmetik dengesi hep bugünkü gibi olmayabilir.
Olası bir örnekle durumu daha ayrıntılı anlatayım; seçimler yapılmış, hiçbir parti tek başına iktidar şansı bulamamış ve başkan da doğal olarak ilk turda seçilememiş. İkinci turda ilk turda birinci olan ve partisi de Meclis’te birinci parti olan ama tek başına çoğunluğu kazanamamış partinin adayı kazanıyor.
Ortaya çıkacak manzara şudur; Başkan çok güçlü biçimde hükümet edecektir ama Meclis’te yeterli sayıya ulaşamadığı için Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarmada ve arzuladığı kanunların Meclis’ten geçmesinde sıkıntı yaşayacaktır. Çıkaracağı kararnameler anında Meclis’te kanunla düzeltilecek, başkanın eli kolu bağlanacaktır. Bu bir siyasi krize neden olacaktır. Ancak başkan, başkan yardımcısı veya bakanlar hakkında yargı denetimi yapılamayacağı için sorunu aşmak da mümkün olmayacaktır. Sistem gereği yeni bir hükümet kurmak da mümkün olmadığı için başkan ve hükümeti gitmemek için her şeyi yapacak, Meclis ise sadece engellemelerde bulunabilecektir.
Toplumda gerginlik oluşacak, çare bulunması ise mümkün olmayacaktır.
Dış müdahaleler veya darbeler için en ideal ortamlar bu tür siyasi krizlerdir.
Halk başkana karşı, parlamento karşı, ancak kimsenin yapabileceği bir şey yok. Görevden alamıyorsun, bakan düşüremiyorsun, yeni bir hükümet kuramıyorsun.
Hatta öyle bir an gelebilir ki parlamenterler de vatandaş da tek çare olarak bir müdahaleyi görebilir.
Bugüne kadarki örneklerden biliyoruz ki, darbeler siyasi krizler sonucu olur. Bugüne kadar hiçbir darbe “Biraz da biz yönetelim” arzusu ve hırsıyla yapılmamıştır. Siyaset tıkanmış, sorunlar çözülemez hale gelmiş, bunun üstüne bir de kan akmaya başlamıştır. O zaman da darbe gelmiştir.
Dayatılan yeni sistemin de yukarıda anlatmaya çalıştığım biçimde açmaza girmesi asla zor değildir. Bu nedenle “Bu sistemde darbe olmaz” demek yanlıştır. Bilmemiz ve uymamız gereken şudur; Darbe demokrasi ve hukuk kurallarının iyi uygulandığı, insan hak ve özgürlüklerine riayet edildiği sürece “asla” olmaz.

Bİ SORALIM BAKALIM

ABD Dışişleri Bakanı Türkiye’ye neden geldi?


ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson bir günlük “iş ziyareti” için Ankara’ya geldi. Cumhurbaşkanı ile 2 saat 10 dakika, Başbakan’la 35 dakika ve Dışişleri Bakanı ile de 2 saat görüştü sonra gitti.
Üçlü görüşme turunun ardından sadece Dışişleri Bakanlarının yaptığı toplantıdan sonra basın açıklaması yapıldı.
Gazeteciler Tillerson’a üç önemli konuda sorular sordular; Amerika’nın PYD’ye verdiği destek, Fetullah Gülen’in iadesi ve Adil Öksüz’ün Amerikan konsolosluğundan telefonla aranması.
Bu üç önemli konuya da Tillerson tatmin edici cevap vermedi. Hemen her soruyu da “Türkiye en iyi müttefiklerimizden, sorunlarımızı konuşarak aşıyoruz, işbirliğimiz devam ediyor” türü cevaplarla geçiştirdi.
Medyamızın “yandaş” tarafı bu ziyareti “Amerikalı bakan terledi, cevap veremedi, yüzü asıldı” gibi başlıklarla sundu kamuoyuna.
Ancak bütün bu haberler içinde Tillerson’un Türkiye’ye neden geldiğini, devletin en önemli üç yetkilisiyle neler konuştuğunu öğrenemedim. Tillerson’un asıl geliş amacı neydi? Ana konular Fetullah Gülen, PYD, Adil Öksüz ve son anda ortaya çıkan Halkbank Genel Müdür Yardımcısı’nın tutuklanması mıydı?
Eğer ana konular bunlarsa hiçbir ilerleme kaydedilemediği ortada. O halde bilmediğimiz başka şeyler mi konuşuldu? Amerika’ya bazı sözler verildi mi? Fırat Kalkanı Operasyonu’nun bitirilmesi ile Tillerson’un gelişi arasında bir bağ var mı?
Bunların cevabı yok ama Tillerson’un “yüzünün asıldığını, terlediğini, sıkıntıya girdiğini, cevap veremediğini” öğrenmiş olduk. Özellikle Dışişleri Bakanı’nın Tillerson’a adeta zılgıt çektiğini, Amerikalı bakanın da başını öne eğdiğini gördük. Referanduma giderken de zaten bize bunlar lazım. Diğer soruların bir manası yok yani...

BUNU YAZMAK GEREK

Yanlış düşünüyorsunuz Ahmet Hakan Bey


Hürriyet’in yazarlarından Ahmet Hakan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Hayır çadırına” girmesini konu aldığı yazısında CHP’li saha görevlilerinin bilgisiz ve hazırlıksız olduğunu ileri sürerek “CHP saha görevlilerini daha iyi eğitmeli” demiş.
Ahmet Hakan bir dizi soru sıralayarak CHP’lilere “Neden bunları sormadınız?” diye soru yöneltmiş ve eklemiş “Çok önemli bir fırsatı kaçırdınız.”
Ahmet Hakan Bey yanlış düşünüyor. Oradaki CHP’liler çok güzel sorular sorup konuşmuşlar. “Neden Hayır” sorusuna “Çağdaş Türkiye istiyoruz” demişler, ne deselerdi.
Ama şunu bilmesi gerek Ahmet Hakan Bey’in. O çadırdakilerin karşısındaki kişi Cumhurbaşkanı. Yanında yüz koruma ile çadırın önüne geliyor. Doğal olarak “hakim” durumda. Böyle anlık olaylarda soru sormak veya harika bir konuşma yapmak her baba yiğidin harcı değildir.
İddia ediyorum, Ahmet Hakan Bey Nişantaşı’nda bir kafede otururken karşısına birden Cumhurbaşkanı çıksa ve “Geçen günkü yazında beni eleştirmiştin, anlat bakalım neden?” diye sorsa cevap vermekte zorlanır. Kolay değildir bu tür durumlarda sormak veya konuşmak.
Ayrıca şunu yazmadan da edemeyeceğim. “Ahmet Hakan Beyciğim, CHP’lilerin neden sormadığını sorduğunuz soruları acaba sizin kanalınızda Cumhurbaşkanının yüzüne soracak cesarette bir gazeteci var mı? İşin kötüsü o çadırdaki CHP’liler şaşkınlıktan ve heyecandan konuşamamış olabilirler, ama sizin sözde gazeteci arkadaşlarınız yürekleri olmadığı için soramazlar o soruları. Soramazlar diyorum, çünkü bugüne kadar hiç soramadılar.”

KAFAMI BOZAN ŞEYLER

Başbakan argo kullandı ama çok haklıydı


Başbakan Binali Yıldırım’ın Amerikan konsolosluğunun Adil Öksüz’le ilgili açıklamasına “Yersen” demesine çok güldüm. Argo bir kelime bu olaya çok yakıştı.
Tabii Yıldırım’ın “yersen” dedikten sonra buna karşı nasıl bir yaptırım düşündüğünü de açıklamasını beklerdim. Amerika’nın bu evlere şenlik açıklamasının bir karşılığı olacak mı onu bilmiyorum, ama olacağını da sanmıyorum. Ne yapacağız ki Amerika’ya?
Tabii Amerikalılara şunu sormak isterim. Adil Öksüz’ü telefonla aramışlar, çünkü neymiş, vizesini iptal etmişler, bunu haber vermek istemişler.
Amerikan konsolosluğunun böyle bir uygulaması var mı? Sordum. Varmış. Vize başvurusunda bulunup da kabul edilmeyenleri arayıp “Vize vermiyoruz, pasaportunuzu gelin alın” diyorlarmış.
Eğer bu arama Adil Öksüz için yapıldıysa pasaportun da Amerikan konsolosluğunda olması gerekir.
Tabii Amerikalılar diyor ki “Bu kişinin Türkiye aleyhine bir komplo içinde olduğunu görünce vize vermeme kararı aldık bunu bildirmek için aradık.”
Aferin, teşekkürler, Türkiye aleyhine çalışan biri için hassas davranmışlar. İyi de Adil Öksüz tek başına değil ki. Diğer darbeciler için de aynı hassasiyet gösterildi mi? Halen Amerika’da olanlara “Siz ülkenize karşı darbe yapmaya kalkıştınız; sizi istemiyoruz, tüm vizelerinizi iptal ettik, ülkemizi terk edin” dediler mi?
Bakın “iade” demiyorum, sadece “Vizenizi iptal ettik” denmiş mi onu soruyorum.

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Erdoğan neden sürekli yelek giyiyor


Cumhurbaşkanı Erdoğan 1994’te İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu günden bu yana gündemden hiç düşmedi. Belediye Başkanıyken de sürekli mitinglere gider konuşurdu. Başbakan ve Cumhurbaşkanı olduktan sonra da hemen her gün karşımızda.
Bu 23 yıl içinde Erdoğan’ın giysilerinde önemli bir değişiklik göze çarpmadı. Genellikle takım elbise kravat ile halkın karşısına çıkan Erdoğan zaman zaman kareli bir ceket ve kravatsız olarak görüldü bugüne kadar.
Son 10 gündür Erdoğan’ın yelekli-süveterli olduğunu görüyoruz. En sert kış günlerinde bile takım elbisesinin içine bir şey giymeyen Erdoğan’ın havaların ısındığı bu günlerde yelekli olması bana biraz garip geldi.
Sürekli bir oraya bir buraya gitmekten sesinin kısıldığı dikkati çekiyor. Ara sıra öksürdüğü de görülüyor. Muhtemelen sıcak-soğuk dengesine karşı bir koruma önlemi olarak giyiyordur ceketinin altına yeleği.
Bir ihtimal de yelek altındaki kurşun geçirmez gömleği örtüyordur belki. Umarım ve dilerim başkaca bir sağlık sorunu yoktur.