İRONİ

Diyelim ki yıl 2019 olmuş. Kasım ayına gelmişiz. 3 Kasım’da Cumhurbaşkanlığı ve Meclis seçimleri birlikte yapılacak.
Her parti hazırlanmış, adaylar aylar süren propaganda çalışmalarını bitirmişler ve sıra milletin vereceği oya kalmış.
Sabahın ilk saatlerinden itibaren millet sandık başına koşmuş, büyük bir coşku içinde oylarını kullanmaya başlamış.
Seçim süresince birkaç aile kavgası dışında tek bir olay bile çıkmamış.
Sıra oyların sayılmasına gelmiş. Saat 17.05’te sandıklar açılıp oylar masanın üzerine döküldüğünde Yüksek Seçim Kurulu’ndan şöyle bir açıklama gelmiş.
“Oy sayımında, bütün partilerin aldıkları oylar belirlendikten sonra bugüne kadar bu ülkeye tek çivi bile çakmamış partilere karşı ülkemize büyük hizmetler yapmış, köprüler, otoyollar, metrolar, tüneller inşa etmiş Ak Parti’nin oyları 1.5 ile çarpılacak ve sonuç buna göre tutanaklara geçirilecektir.”
Ardından ikinci bir karar daha gönderilmiş. Onda da şöyle diyor; “Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde adayların aldıkları oylar belirlendikten sonra bugüne kadar bu ülkeye tek çivi bile çakmamış deneyimsiz adaylara karşı ülkemize büyük hizmetler yapmış, köprüler, otoyollar, metrolar, tüneller inşa etmiş Ak Parti adayı olan Recep Tayyip Erdoğan’ın aldığı oylar 1.5 ile çarpılacak ve sonuç buna göre tutanaklara geçirilecektir.”
Olabilir mi böyle bir şey? Yüksek Seçim Kurulu böyle bir karar alabilir mi?
Hepinizin birden “olmaz böyle şey, bunu nasıl düşünürsün?” dediğini duyuyorum elbette.
Ama şimdi lütfen söyleyin “neden” olmazmış?
Başta saray olmak üzere iktidar temsilcileri ve yandaşların, tetikçilerin söylediklerine göre bal gibi olabilir.
Çünkü “Yüksek Seçim Kurulu kararları kesindir, itiraz edilemez, temyiz makamı yoktur” demiyorlar mı?
Şimdi buna da “itiraz” seslerinin geldiğini duyuyorum. Diyorsunuz ki “Olur mu canım, Yüksek Seçim Kurulu kanunda olmayan, mantıksız bir karar alamaz ki.”
Çok haklısınız. Peki o halde şunu izah edin; Kanunda “mühürsüz oy pusulaları geçersiz” yazmıyor mu? Yani bu bir kanun maddesi değil mi? Buna rağmen Yüksek Seçim Kurulu Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edilmiş bir kanunun üzerini çizmiyor mu? Eğer Yüksek Seçim Kurulu mevcut bir kanunun üstünü çizerek kendini Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin üzerinde görebiliyorsa, yukarıda yazdığım şekilde de aynı işlevi görebilir. Kendini Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin üzerine çıkararak “karar” adı altında itiraz edilemeyecek bir kanun yazabilir.
Kulağıma “Ama o zaman büyük tepki olur, halk sokaklara bile dökülür” sesleriniz geliyor.
Eee, kanunu yok sayma ya da kendiliğinden kanun yazma arasında bir fark var mı? Olmadığına ve bugün bir iki çıkış dışında hiçbir şey olmuyorsa o zaman niye olsun?

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Yine insan hayatı üzerinden aynı şantaj


Referandum sonrası yandaş medya “şimdi yeni bir dış politika hamlesi” başlıyor diyerek Erdoğan’ın Trump ve Putin’le yapacağı görüşmeleri manşetlere taşırken, hükümetin Avrupa Bakanı Ömer Çelik bildik “mülteci şantajını” tekrarladı.
Ömer Çelik dün bir televizyon kanalında “Vize konusunda görüşmelerimiz sürüyor, yine olumsuz tavır alırlarsa Ege Denizi’ndeki mükellefiyetlerimizden vazgeçeriz” dedi.
Ege Denizi’ndeki mükellefiyetlerimiz neler acaba? Kime ne söz verdik? Bunlar kamuoyuna daha önce açıklandı mı?
Sanıyorum Ömer Çelik’in kastettiği “mükellefiyet” Suriye’den kaçan ve Avrupa’ya gitmek isteyen mültecilere “şimdilik” engel olmamız.
Türkiye Avrupa’nın talebi üzerine mültecilerin Batı’ya gidişine engel oluyor. Ama sık sık “salarım haaa” tehdidini savuruyor.
Bir kere bu bir devlet ciddiyetine yakışmaz. Ama daha önemlisi şu ki bir devlet “insan hayatı üzerinden” siyaset uygulayamaz.
Eğer Türkiye gerçekten mültecilerin geçişine engel oluyorsa, kapıları açmasının yüzlerce ölüme neden olacağını da biliyor.
Böyle bir şey olur mu?

ANALİZ

Son 23 Nisan’ı coşku ile kutlayalım


Bugün 23 Nisan. Modern Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli bundan 97 yıl önce 23 Nisan 1920’de Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışıyla atıldı.
Mustafa Kemal’in önderliğinde Türkiye’nin dört bir yanından gelen seçilmiş milletvekilleri demokratik, laik, sosyal hukuk devletinin ilk harcını koydu.
Ardından ulusal kurtuluş hareketi başlatıldı. Emperyalist güçler ve tetikçileri ülkeden kovuldu.
Cumhuriyetin ilanı ile bu yeni devlet taçlandırıldı.
Tam 97 yıl sonra sadece yüzde 1.3’lük bir farkla artık Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu harcı olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden vazgeçiyoruz.
Şeklen elbette bir Meclis olmasına karşı bu Meclis artık işlevsiz hale getiriliyor. 1920 koşullarında bile 600 yıllık “kulluk” geleneğine rağmen güçleri birbirinden ayırma, otoriteyi tek elde toplama yerine dağıtma, yönetimi demokratik bir açılıma yol açabilecek biçimde oluşturma gücü bulunduğu halde 2000’li yıllarda halkın küçücük bir bölümünün iradesiyle yeniden otoriterliğe, tek adamlığa, bir tür padişahlığa geri dönüyoruz.
Bugün tam 97 yıldır coşku ile kutladığımız, övündüğümüz bir bayramın muhtemelen sona erdiği gün olacak.
Bu iktidar şimdilik yaşadığı “nasıl oldu da yüzde 60 alamadık” şokunun henüz atlatamadığı için 23 Nisan’ı kutlamak ve kutlamış görünmek zorunda kalacaktır.
Ancak YSK’nın seçim hilesine karşı bir önlem bulunamaması ve yeni rejime geçmemiz halinde inanın önümüzdeki yıldan itibaren artık 23 Nisan’ların da bir anlamı kalmayacaktır.
Zaten son birkaç yıldır bütün milli bayramların içini boşaltan, çoğunu sudan bahanelerle iptal ettiren veya geçiştiren iktidar zihniyeti elbette bundan çok mutlu.
23 Nisan’ların ve diğer milli günlerimizin, bayramlarımızın artık sonuna gelmiş gibi olmamız kimseyi umutsuzluğa bezginliğe kaptırmamalı.
Hatta tam tersine, resmen ülke yönetimini elinde tutan zihniyetin aksine bu ülkeyi seven, cumhuriyetine, devrimlerine, demokrasi, hukuk, insan hak ve özgürlüklerine bağlı olan herkes bu bayramlara sahip çıkmak zorundadır.
Bugün başta Ankara olmak üzere yurdun her yanında iktidar zihniyetinin tutum ve davranışlarına aldırmadan herkes bayrağını alıp tören alanlarına akmalıdır.
Bu 23 Nisan, hemen arkasından gelecek olan 19 Mayıs öyle bir coşku içinde kutlanmalıdır ki, Türkiye üzerinde hesapları olan herkes aklını başına alıp bir kere daha düşünmek zorunda kalmalıdır.

HOŞUMA GİDEN ŞEYLER

Ankara çok büyük bir kutlamaya hazırlandı


Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Kuruluş Yıldönümü olan 23 Nisan bugün özellikle Ankara’da görkemli “halk törenleriyle” kutlanacak.
Birçok sivil toplum örgütü bu anlamlı günü kutlamak için üyelerine “Ankara’da buluşuyoruz” çağrısı yaptı.
Cumhuriyet Halk Partisi de törenlere etkin bir biçimde katılmaları için bütün üyelerini Anıtkabir’e davet etti.
Bu arada ilk Meclis binası önünde de toplantılar yapılacak.
Anıtkabir ise yine tarihi günlerinden birini yaşayacak.
Türkiye Gençlik Birliği de Güvenpark’tan Anıtkabir’e bir saygı yürüyüşü yapacak.

BUNU YAZMAK GEREK

Mahkemeleri kaldıralım o zaman


Türkiye 1946 seçiminden bu yana en şaibeli seçimini yaptı. Evet oyu verenler dahil Türkiye’nin büyük çoğunluğu bu referanduma “hile” karıştırıldığına inanıyor.
En önemlisi yine evet verenlerin de çoğunluğu sonucun aslında hayır lehine olduğunu ama YSK oyunu ile evet çıktığına inanıyor.
Böyle bir durumda ne yapılacaktır? Elbette yargıya koşulacaktır. Yapılan hileler, YSK’nın “tam kanunsuzluk” uygulaması şikâyet edilecektir. Hak aranacaktır.
Ancak saray ve iktidar kanadı bundan son derece rahatsız. Üstelik rahatsız olduğu gibi makul bir hak aramayı gayrimeşru gösterme çabası içinde.
Hepsi bir ağızdan “Yine mahkemelere koşuyorlar, yenilgiyi hazmedemiyorlar, mahkemelerle kazanmaya çalışıyorlar” diyorlar.
Peki o mahkemeler niye var?
Eğer bir hak aramak gayrimeşru ise o hak arama merkezlerini kapatalım gitsin.
Anayasa Mahkemesi’ne, Danıştay’a başvurmak ayıp bir şeyse o kurumlar niye var?
Biri evinizden para çalsa polise oradan da savcıya koşup şikâyetçi olmuyor muyuz?
Kimse size “Yahu sen de her paran çalındığında mahkemeye koşuyorsun” diyebilir mi?
Burada da millet “oylarının çalındığından” şüpheleniyor, iradesinin gasp edildiğinden şikâyetçi, nereye gidecekti ki?