Ekonominin gidişatını izlemek için bakılan göstergelerin başında büyüme hızı gelir. Daha sonra işsizlik oranı, bütçe açığı, cari açık ve enflasyona bakılır. Günün şartlarına göre bazen enflasyon, izlenmesi gereken bir numaralı gösterge olur. Nitekim çok uzun yıllar ve hatta halen de Türkiye ekonomisinin en büyük derdi yüksek enflasyondur. Bugünün konusu olan büyüme tahminine girmeden bu noktada bir parantez açmak istiyorum. Türk ekonomisinin bünyesi, İsviçre veya Japonya’da olduğu gibi “sıfır” dolayında gezinen bir enflasyona uygun değildir. Enflasyonları sıfıra düşünce ABD ve AB bile kendilerine enflasyonu yüzde2’ye çıkarma (indirme değil) hedefi koydu. Türkiye’de “enflasyonumuz çok yüksek” diye bir söylem var. Doğrudur yüzde 10 ve üstü bir enflasyon olmaz, yani olmamalıdır. Ama Türkiye için yüzde 5 enflasyon, Almanya’nın yüzde 2’si gibidir.

BEKLENEN BÜYÜME HIZI

Türkiye milli gelirinin 2017‘de yüzde5 hatta daha yüksek bir oranda büyüyeceğini öngörmek iktisatçıların ortak söylemi haline geldi. Televizyona kim çıksa bunu söylüyor. Çünkü ilk çeyrekte büyüme yüzde 5 çıktı. Üstelik IMF, OECD, Dünya Bankası gibi iktisat evreninin ağır ağabeyleri, Türkiye için öngördükleri yüzde 3 dolayındaki büyüme tahminlerini yukarı yönlü revize ettiler. Hava tahmininde en az hata yapmanın kuralı “yarın hava bugünkü gibi olacak” demektir. Ayrıca yazların sıcak, kışların soğuk geçeceğini söylemek de insanı mahcup etmez. Mesela iktisatta, “Gelişmekte olan ülkelerin büyüme oranı, gelişmiş ülkelerden yüksek olacaktır” demenizin hiçbir riski yoktur. Ya da önümüzdeki yıllarda Çin’in büyüme hızı, Japonya’nın hep üstünde olacaktır derseniz yanılmazsınız. Tahmincilikte zor olan genelin tersini söyleyip tutturmaktır.

BEKLENMEYEN BÜYÜME HIZI

Tahminini revize etmekten hiçbir iktisatçı ölmemiştir. Ben de “revize etme hakkımı saklı tutarak” 2017 yılında Türk ekonomisinin yüzde 3.5 büyüyeceğini söylüyorum. Aslında kullandığım yöntem çok basit. Birinci çeyrekteki yüzde 5’lik büyümenin yüzde 2’si ihracattan geldi. Yani 2017 yılının ilk 3 ayında ihracat, oransal olarak ithalattan daha fazla arttı. Bilindiği gibi “cari açık azalması” veya “cari fazla artması” büyüme oranını yukarı iter. İkinci çeyrek istatistiklerine göre “cari açığın oransal azalması” devam etmiyor. Üstelik devalüasyon, enflasyon oranları arasındaki ilişki de terse döndü. Bu yüzden büyümenin yüzde 2’si buharlaşacak geriye yüzde 3’ü kalacaktır.

MİLLİ GELİR BÜYÜMESİNİN BİLEŞENLERİ

Milli gelir “katma değerler” (ücret, kâr, kira ve faiz) toplamıdır. Bunun en az yüzde 80’i ücrettir. Yani emeğe ödenen bedeldir. Unutmayın bu emeğin içinde, doktor, mühendis, avukat, muhasebeci, tesisatçı, simitçi, pazarcı, oto tamircisi, şarkıcı, türkücü, futbolcu, yazar, ressam gibi emeğiyle geçinen herkesin kazancı vardır. Yani “emek girdisi” bordrodan maaş alanlarla sınırlı değildir. Çok açıktır ki; toplam milli geliri artıran esas faktör istihdam artışıdır. İkinci ise “emek verimliliğinin” yükselmesidir. Bu da teknoloji transferi ve yatırımla olur. Türkiye’de her ikisi de olmaktadır. Dolaysıyla toplam milli gelirimiz artmaya devam edecektir.

Son söz: Sağlıksız çocuk da boy atar