İki hafta önce yapılan halk oylamasıyla, Türkiye’de parlamenter sistemden, başkanlık sistemine geçilmesi kabul edildi. Kabul edilmesine edildi, ama kabul ile ret oyları arasındaki fark % 1.5 gibi son derece küçük. Bunun çok daha büyük olması gerekirdi. Çünkü anayasalar birer “uzlaşma” metinleridir. Farkın az olması uzlaşma olmadı anlamına geliyor. Diğer taraftan hepimiz, bu referandumun sadece anayasa değişikliği için yapılmadığını biliyoruz. Algı bakımından bu halk oylaması, halk tarafından seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan için bir güven oylamasıydı. Oyunu evet ile hayır arasında neredeyse eşit dağıtan halk “h’evet” demiş oldu. Şurası muhakkak ki; ekonomide istikrar için sonucun evet çıkması faydalı olmuştur. Çünkü hayır da çıksa Erdoğan göreve devam edecekti. Halktan güvenoyu alamamış Erdoğan’ın alacağı kararlar da güven vermeyecekti.

ERDOĞAN’A KIZIP TÜRKİYE İLE İLİŞKİLERİ BOZMAK

Türkiye ekonomisinin bugünkü iktisadi düzeni ve geleceği Avrupa Birliği ile olan ilişkilerine bağlıdır. İthalat, ihracat, turizm, taşımacılık, finansman bakımından bizim açık ara bir numaralı ortağımız Avrupa’dır. NATO, yurt dışında yerleşmiş 5.5 milyon Türkiyelinin 4.6 milyonunun Avrupa’da yaşaması; eğitim, spor ve kültürel ilişkileri de hesaba katınca AB ile Türkiye’nin nasıl ayrılamaz olduğu daha iyi kavranır. Avrupalı siyasiler Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bozuk çalıyor. Erdoğan da Nazi filan deyip onların damarına basıyor. Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nin 45’e karşı 113 oyla Türkiye’yi “izlemeye” alma kararına rağmen Avrupa’nın, Rusya’ya yaptığı gibi Türkiye’ye bir finansal baskı uygulayacağını sanmıyorum. Türkiye, tam bir bataklık haline gelen Orta Doğu ile Avrupa arasında adeta bir tampon teşkil ediyor. Bu tamponu ortadan kaldırmak AB için akılsızlık olur.

İKİZ AÇIK TEHLİKELİDİR

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın izlediği iktisat politikası sosyal bakımdan Demirel’inkine benzer. Demirel “köylülerin hamisi” idi. Erdoğan da kendini “garip-gureba”nın hamisi ilan etmiştir. Siyasette “patronaj” Profesör Mübeccel Kıray’ın değişiyle “himayecilik” az gelişmiş ülkelerde sıkça rastlanan bir “tarz-ı siyaset”tir. Anlamı, düşük gelirli kesimlerin tükettikleri mal ve hizmetlerin fiyatlarını devlet kaynaklarıyla düşük tutmaktır. Bu fiyat desteklemesi iç kaynaklarla yapılırsa “iç açık” büyür. Dış kaynakla yapılırsa (ki AKP bunu tercih etmiştir) “dış açık” oluşur. Tek açığı yönetmek nispeten kolaydır. Ama hem iç, hem de dış açık varsa bunu idare etmek adeta imkânsızdır. Bugün böyle bir tehlikeyle karşı karşıyayız.

ERDOĞAN KÜRT MESELESİNE BİR ÇÖZÜM GETİREBİLİR

İç açığı denetim altında tutmanın bir yolu da askeri harcamaları kısmaktır. Batı tarafından pohpohlanan PKK, barış için hiçbir risk almadı. Üstelik Kürt sorununa barışçı çözüm getirmek için ciddi siyasi risk alan Erdoğan’ı, “hendek kazıp özerklik ilan ederek” çok müşkül durumda bıraktı. Bunun üstüne Erdoğan “müzakereden, mücadeleye” geçti. Türkiye Türküyle Kürdüyle çok büyük bedel ödedi. Erdoğan, CHP’yi yanına alarak, bu soruna yeni bir yaklaşım getirebilirse, Avrupa Birliği ile ilişkiler de düzelir. Bu girişim, riskli sularda seyreden Türk ekonomisine çok iyi gelecektir.
Son söz: Manevra yapmadan, darboğazdan geçilmez