Uzun yıllar önce altın para döneminde “dış ticaretin serbest bırakılmasına” karşı olan bir Amerikalı senatör, zamanın ünlü bir iktisatçısına şunu söyler: “Ben iktisattan pek anlamam. Ama şunu biliyorum. İhracat yapınca, dışarıdan altın geliyor; ama bizim ürettiğimiz mallar da yurtdışına gitmiş oluyor. İthalat yapınca, başkalarının ürettiği mallar bize geliyor, ama bizim altınlar da yurt dışına gidiyor. Hâlbuki ticareti yurt içinde yapınca, hem ürettiğimiz mallar, hem de altınlarımız içeride kalıyor. Bu söylediklerimin neresi yanlış? Profesör cevap verir: Sözlerinizin ilk dört kelimesi (ben iktisattan pek anlamam) doğru; gerisi yanlıştır”.

BAŞBAKAN MUHASEBEDEN ANLAMIYOR

Üçüncü (Atatürk Havalimanı yıkılıp imara açılacağı için aslında ikinci oluyor) havalimanı inşaatını OBA isimli lüks helikopterden teftiş eden sevimli ve şakacı Başbakanımız Binali Yıldırım şöyle konuşmuş: “Bir çukur verdik, 25 yılda 26.5 milyar Euro para alacağız. 25 yıl sonra havalimanı bonus. 10 milyar Euro’dan yüksek yatırım yapıyor, 25 yıl boyunca her yıl 1 milyar 50 milyon Euro kira alıyorsunuz. 25 sene sonra (müteahhitler) ceketlerini alıp gidiyor. Böyle bir ticaret dünyanın hiçbir yerinde yok.” Başbakan yüzde yüz doğru söylüyor. Böyle bir ticaret, dünyanın hiçbir yerinde yok. Türkiye’de de yok zaten. Çünkü Başbakan, “yap-işlet-devret” sözleşmesiyle 25 yıl boyunca devletin her halükarda toplayacağı hangi gelirleri müteahhitlere terk ettiğini açıklamıyor. Böylesi tek yanlı bir muhasebe de dünyanın hiçbir yerinde yok.

DÜNYANIN HİÇBİR YERİNDE BÖYLE MÜTEAHHİT DE YOKTUR

İstanbul’da havalimanı hizmetlerinin genişletilmesi şarttı. Ama bunun için üçüncü bir havalimanının yapılması gerekmiyordu. Ayrıca seçilen yer son derece yanlıştır. Atatürk Havalimanı’nın yıkılması da iktisadi bir cinayettir. Bunları daha önce ayrıntılarıyla uzun, uzun yazdım. Bugün bu konulara girmeyeceğim. Sadece “bir çukurdan başka hiçbir şey almadan cebinden peşinen 10 milyar Euro harcadıktan sonra, 26.5 milyar Euro kira ödeyecek üstüne üstlük 10 milyar Euro’luk tesisi hiçbir bedel almadan devlete hediye edecek yüklenicinin” görünmeyen esas hizmetini anlatacağım.

BU BİR BİLANÇO MAKYAJIDIR

Bu “Üçüncü Havalimanı”nı devlet (Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğü marifetiyle) yapıp işletseydi ne olurdu? Olay şöyle cereyan edecekti. Devlet, bu havalimanı inşaatını ihaleye çıkaracaktı. Aynı yükleniciler bu inşaat ihalesini de alabilirdi. Devlet (Yani Hazine) projenin finansmanı için uzun vadeli tahvil ihraç edip, yurt dışından borçlanacaktı. Bugün de yükleniciler dolaylı Hazine garantisiyle, yerli bankalar aracılığıyla yurtdışından “üstelik daha da pahalıya” borçlanıyor. Yani “cepten para çıkıp, çıkmaması bakımından” bir fark yok. Havalimanının işletmesini DHMİ kendi yapabileceği gibi Atatürk gibi TAV’a ihale edebilirdi. Yine aynı sayıda uçak iner kalkar, aynı sayıda yolcu trafiği olur, aynı hâsılat toplanırdı. Müteahhidin kârı da kamuya kalırdı. Ama bir şey farklı olurdu. Finansman için gerekli parayı Hazine doğrudan borçlanmış olacağından, Türkiye’nin “Kamu Borcu / Milli Gelir” oranı daha yüksek çıkardı.
Son söz: Kanmak isteyeni kandırmak kolaydır.