Sabit döviz kuru (Fixed Exchange Rate) rejiminde “resmi” döviz fiyatını, o ülkenin Merkez Bankası belirler. Ancak sabit döviz kuru (yani fiyatı) rejimlerinde, resmi kurun yanında mutlaka bir de “Serbest Borsa” (karaborsa diye okuyun) döviz fiyatı bulunur. Dolayısıyla sabit kur rejimlerinde “dolar kaç para” sorusu, resmi kur şu kadar, serbest piyasada bu kadar diye iki fiyatla yanıtlanır. 1980 yılına dek Türkiye’de durum böyleydi. O zamanlar serbest döviz piyasasının merkezi olan Tahtakale’de (Eminönü/İstanbul) döviz fiyatları her gün oynar, yani TL’nin değeri (nadiren yükselir) genelde düşerdi. Ama buna devalüasyon denmezdi. Yalnız Merkez Bankası TL’nin değerini dövize karşı düşürünce buna “devalüasyon oldu” denirdi. Dalgalı (floating) yani serbest kur rejiminde de fiilen devalüasyon oluyor. Ama buna devalüasyon denmiyor.

DEVALÜASYON HÜKÜMET DEĞİŞTİRİR

Yine eskiden her ciddi devalüasyondan sonra bir hükümet değişikliği gündeme gelirdi. Ancak cari siyasi tablo göz önünde tutulursa, bu devalüasyon bir iktidar değişikliğine sebep olmayacaktır denebilir. Devalüasyonlar, kural olarak önce milli gelir düşüşüne sonra da artışına sebep olur. Halen yaşamakta olduğumuz ve henüz ateşi geçmemiş devalüasyonun da böyle bir etkisi olacaktır. Devalüasyonların en büyük tehlikesi “devalüasyon-faiz-enflasyon” sarmalına dönüşmesidir. Bugün için böyle bir tehlike gözükmüyor. Ama bir sarmal oluşmasa da, hem faizlerin hem de enflasyonun belli oranda artması kaçınılmazdır.

AMAÇ YAPISAL REFORM İSE

2012 yılından sonra Türk ekonomisinde paradigma değişikliği olmuştur. Eski paradigma “yüksek faiz-düşük kur” idi. Yenisi “yüksek kur-düşük faiz”dir. Bu değişikliğin amacı da “cari açık/ milli gelir” oranını düşürmekti. Aslında bu, Türk ekonomisinde yapılacak en ciddi “yapısal reform”dur. Tüketime değil üretime, iç piyasaya değil ihracata dayalı büyüme isteyenlere sesleniyorum. Hem “yüksek katma değerli ürün ihraç eder hale gelelim” hem de “döviz fiyatları artmasın” demek cahillik değilse samimiyetsizliktir. Gelelim durum değerlemesine. 2015 takvim yılında (yarım Euro artı yarım Dolar) hesabıyla devalüasyon yüzde 16, 2016’da ise yüzde 19 gerçekleşmiş. Yani devalüasyon, enflasyonun iki katı olmuş. Buna yapısal reform için gerekli kur düzeltmeleri diye bakılabilir. Son iki haftada ise devalüasyon yüzde 8’e varmış. İşte bu olmadı. Demek ki; TL’den ve Türkiye’den kaçış var. Bunun sebebi, yerli ve yabancıların hükümete güvenmemesidir. TL’nin değer kaybı bu hızda bir süre daha devam ederse, ipin ucu kaçabilir. Düzeltme, bozulmaya dönüşür. Bu durumda önce parasal önlemler almak sonra da IMF’den destek istemek gerekebilir. “Bizden öncekiler IMF’den yardım aldılar biz ise IMF’ye yardım ettik” ifadesi bir siyasi propaganda olarak söylenebilir. Ama bu ifade, hükümetin rasyonel davranmasını engellememelidir. IMF bir dayanışma ve mali hastalıkların bulaşıcı olmasını önleme kurumudur. Türkiye’nin IMF ile hiç para almadan, sadece “ihtiyati” bir kredi anlaşması yapması bile yararlı olur. Zaten Türkiye halen IMF’nin üyesidir. Ortaklık bugünler içindir.
Son söz: IMF’nin
turşusu kurulmaz.