İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne ait İzdeniz A.Ş. ile Türkiye Denizciler Sendikası arasında yapılan “toplu pazarlıkta” anlaşma sağlanamayınca işçiler 12 Temmuz’da greve çıkmıştı. 23 gün süren grev süresince, sadece İzdeniz şirketinin sunduğu hizmeti kullananlar değil İzmir’de yaşayanların önemli bir kısmı da sıkıntılı günler yaşadı. Sonuçta İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, kamuoyu baskısına daha fazla dayanamayıp, istemeye istemeye sendikanın taleplerine evet dedi ve grev bitti. Şimdi sıra bu sözleşmenin İzdeniz’e yüklediği parasal külfeti, bilet fiyatlarına zam yaparak yolculardan çıkarmaya geldi. Azz sonra!

TOPLU PAZARLIK-TOPLU SÖZLEŞME SİSTEMİNİN MODASI GEÇMİŞTİR

Size önce bu işin teorisini anlatayım. Bir işverene bağlı olarak çalışan ve bireysel pazarlık güçleri zayıf işçilerin, güçlü işveren karşısına “birlikte” çıkarak eşit şartlarla ücret pazarlığı yapabilmesi için “toplu pazarlık-toplu sözleşme” diye bir düzen/sistem inşa edilmiştir. Bu düzenin milli gelir dağılımını daha eşitlikçi kılacağı, geliri artan orta sınıfla birlikte toplam yurt içi talebin büyüyeceği, böylece kapitalizmin daha iyi işleyeceği iddia edilmiştir. Bu düzen belli bir noktaya kadar kendisinden beklenen işlevi yerine getirmiştir.

EMEĞİN “PİYASA FİYATI” NASIL OLUŞUR

Ancak kurulduğu günden beri sorunlu olmaktan ve sorun yaratmaktan da başını kurtaramamıştır. Şunu mutlaka aklınızda tutun. Bu düzen “serbest piyasa sisteminin” (kapitalist diye okuyun) bir parçası olarak tasarlanmıştır. Ne gariptir ki; solcu işçi sendikaları, bunu, çoğu kez kapitalist sistemi yıkmak için kullanmıştır. Kapitalizm de kendi varlığını savunarak toplu sözleşme düzenini iğdiş etmiştir.
Tez şudur: Adil rekabet ortamı varsa, mal ve hizmet fiyatlarının piyasada serbestçe oluşması, arz ile talebi dengeler, kaynak tahsisini iyileştirir. Bu sayede ekonomi daha verimli çalışır ve halkın refahı artar. Adil rekabet ortamının “olmazsa olmaz” şartı da, piyasaya giriş ve çıkışların serbest olmasıdır. Toplu pazarlık-toplu sözleşme düzeninin meşruiyeti bu ilkeye uyulması şartına bağlıdır. Buna göre işveren, greve çıkan işçiler yerine eğer teklif edilen ücrete çalışmaya razı başka işçiler varsa, onlara iş verebilmelidir. Eğer greve çıkan işçiler, işverene “bu ücrete ne biz çalışırız ne de kimsenin bizim yerimize çalışmasına izin veririz” diyorlarsa, “oyunun kuralı” çiğnenmiş demektir. Bu engellemeye, emek arzı üzerinde tekelcilik yapmak denir. Rekabet ruhuna aykırıdır. Amerika’daki Sherman Act’in (grevcilerin yerine adam çalıştırmaya izin veren yasa) gerekçesi budur.

DEMOKRASİ, SENDİKACILIK VE İSVİÇRE SİSTEMİ

İsviçre, hemen her konuda “demokratik-halkın egemenliği” ilkesine göre çözüm geliştirmiş bir ülkedir. İsviçre’de, işçilerin greve çıkma kararı ilgili kantonda “halk oylamasına” sunulur. Eğer işyerinin bulunduğu kantonda yaşayan halk evet demezse, işçiler greve çıkamaz. Acaba İzmir halkı, grev öncesinde belediyenin yaptığı son teklifi inceledikten sonra, İzdeniz çalışanlarının greve çıkma kararına “evet” der miydi? Netice itibariyle Büyükşehir Belediye Başkanı sanal işverendir. Başkanın cebine giren veya cebinden çıkan tek kör kuruş yoktur. Esas işveren İzmir halkıdır.
Son söz: Belediye kâr etmez ki, kâr bölüşülsün.