Para, büyüme ve istihdam, iktisadın en fazla yoğunlaştığı konulardır. Ama iktisadın ilgi alanı bu konularla sınırlanmamıştır. Zaten bu sınırlar içinde kalırsa; iktisatçı parayı, büyümeyi ve istihdamı anlamakta zorlanır. Daha da önemlisi bu alanlarda ortaya çıkan sorunlara çözüm de geliştiremez. İktisat, bir sosyal bilimdir. İçinde insan ve toplum vardır. Hayek’in değişiyle “iktisat insan yapması değildir, ama içinde insan vardır”. (Economics is not man made; but there is men in it.) İnsan ve toplum olan her yerde de birey-birey, birey-toplum ve toplum-toplum çatışmaları vardır. İktisat evreni “ihtilaf yönetme” (conflict management) alanını da içerir. Bugün bunu anlatacağım. Geçenlerde bu köşede sizlere, anlaşmazlıkları çözümlemeye yarayan “Oyun Kuramı”nı anlatmıştım. O yazının özü şuydu: İşbirliği yapılamayan bir hali, işbirliği yapılabilir hale dönüştürüp “kazan-kazan” sonucuna ancak, tarafları ihtilafın devamında kaybın ne kadar yüksek olduğuna ikna ederek varılır.

BARZANİ REFERANDUMU

Hangi konuya el atarsak atalım, karşımıza Türkiye’nin çok alaturka hatta çok acemice yönetildiği gerçeği ortaya çıkmaktadır. Barzani’nin bağımsızlık referandumu, kaç yıldır davul çala, çala geliyordu. Nitekim Barzani, son Türkiye ziyaretinde “devlet başkanı” gibi karşılanmış ve göndere onun “Irak Kürt Özerk Bölgesi” bayrağı çekilmişti. Yapılacak bir bağımsızlık referandumunun evetle sonuçlanacağı da aşikârdı. Hakeza Kuzey Irak’ta yaşayan Kürtlerin bağımsızlık kararı, bizim en yakıcı siyasi sorunumuz olan PKK terörü ile mücadelemizi de zora sokacaktı. Hepimiz bunun farkındaydık. Yani ortada bir sürpriz yok. Perşembenin gelişi çarşambadan belliydi. Bireyler ve toplumlar hiç istemeseler de bazen bir ihtilafın içine sürüklenebilir. İçeride veya dışarıda çok ciddi siyasi anlaşmazlıklara taraf olabilir. Bundan da zararlı çıkabilir. Ancak eğer zarar kaçınılmazsa, hüner bunu asgariye indirmektedir.

VAAT VE TEHDİT

İhtilaf yönetiminde, biri “tehdit” ( threat) diğeri “vaat” (promise) olmak üzere iki alet kullanılır. Şöyle ki; ya karşı tarafı, bizim istediğimiz noktaya gelmezse cezalandırılmakla “tehdit” ederiz. Ya da karşı tarafa, eğer bizim istediğimiz noktaya gelirse onu ödüllendirmeyi “vaat” ederiz. Bunlardan hangisinin işe yaracağı başlangıçta bilinemez. Ama şu bilinir. (Burayı çok dikkatli okuyun) Eğer tehdit aletini kullanmışsak ve karşı taraf istediğimiz noktaya gelmemişse “tehdidi yerine getirmek” zorunda kalırız. Tehdit (her ne ise) aslında bizim yapmak istemediğimiz riskli bir iştir. Yani hem istediğimiz olmamıştır hem de tehdidi yerine getirmek gibi aslında bize de zararı dokunacak bir şeyi yapmanın yükü sırtımızdadır. Eğer vaat aletini kullanmış, ama karşı tarafı istediğimiz noktaya getirememişsek yine başarısız olmuşuzdur. Ama bu durumda vaadimizi tutma yükümlülüğümüz yoktur. Önerim şudur: Kuzey Irak’ı istediğimiz noktaya getirmek için, tehdit değil vaat aletini kullanalım. Kendi kendimizi, bize de zararı dokunacak tehdidi yerine getirmek zorunda bırakmayalım. Akılcı yani iktisadi olan yol ve yöntem budur.
Son söz: İhtilafta kazanmak, az kaybetmektir.