İktisadi ve içtimai tartışmaların çıkmaza girdiğini gösteren üç kritik cümle vardır. Bunlar hafiften ağıra doğru sırasıyla şunlardır:
1. Yapısal reformlar yapılmadan bu sorunların üstesinden gelinemez.
2. Her şeyin başı eğitimdir. Eğitimsiz, bu mesele çözülemez.
3. Önce ahlak gelir. Bir ülkede ahlak düzelmeden hiçbir şey düzelmez.
İşin kötüsü bunların hepsi doğrudur. Ama masada duran ve acil çözüm bekleyen bir sorunun çözümünü, yukarıdakilerin gerçekleşmesi ön şartına bağlamak yanlıştır. Çünkü bu “o olmadan, bu olmaz” yöntemi kısır döngü yaratır. Kısır döngü, çözümsüzlük demektir. Günümüzün moda deyişiyle “öğrenilmiş çaresizliktir”. Daha da kötüsü çözüm için gayret göstermekten kaçmak demektir. İşte bu sebeple belli bir sorun tartışılır ve bir an önce somut bir çözüm modeli geliştirilmeye çalışırken, düşünmekten yorgun düşüp ümitsizliğe kapılmış herhangi bir katılımcının “yapısal reform istemesini” bugün itibarıyla yasakladım. Çözüm tasarımı tamamlanırken eğitim ve ahlaktan bahsetmeyi kimse aklından bile geçirmesin.

METOT ÜSTÜNE BİR DİSKUR

İktisadi veya sosyal analizlerde “yapıyı” tanımlamak için sıkça kullanılan yöntem o’nu üç katmana ayırmaktır. (Bugün de kısmetimiz üçten açıldı. Haydi hayırlısı!) Bu katmanlar
a) Altyapı b) Yapı ve c) Üstyapı’dır. Tam bu noktada bir hususa dikkat çekmek istiyorum. Altyapı, yapı ve üstyapı bir çizgi boyunca değil bir çember üzerinde konumlandırılmalıdır. Bildiğiniz gibi bir çemberin her noktası, kendisinden önce gelenlerin sonunu, kendisinden sonra gelenlerin başlangıcını belirler. Bir örnekle açıklamaya çalışayım. Bir ülkenin iktisadi altyapısını kabaca “sulama-enerji-ulaşım-iletişim” yatırımları oluşturur. Yapısını ise tarlalar, seralar, fabrikalar, mağazalar, AVM’ler, oteller, okullar, hastaneler vs. teşkil eder. Üstyapı ise kurumlar ve kültürüdür. Analiz, çember üzerinde yapılınca görülür ki, altyapının altında “üstyapı” vardır. Onun için yapısal reform denince akla “kurumlarda ve kültürde” değişim gelir. Buna zihniyet meselesi denirdi.

OSMANLI’DA YAPISAL REFORMLAR

Osmanlı Devleti gerilemeye başladıktan sonra başa geçen padişahların hemen hepsi “ıslahat” yani “yapısal reform” girişiminde bulunmuştur. Hepsinin de amacı “milleti/memleketi” çağdaş medeniyet düzeyine çıkarmaktı. Çünkü bu aynı zamanda bir “beka” (varlığını sürdürme, yok olup gitmeme) meselesiydi. Bu ıslahat projelerinin tümünün esin kaynağı ve de referansı “Avrupa” yani Batı’ydı. Osmanlı, Avrupalı olmak istiyordu.

CUMHURİYET BÜYÜK BİR YAPISAL REFORMDUR

Osmanlı Devleti’nin devamından başka bir şey olmayan yeni Türk devletinin “Cumhuriyet” olarak örgütlenmesi yaşamsal bir “yapısal reform” hamlesidir. Cumhuriyeti kuranların, laiklik ilkesini bir “Cumhuriyet Değeri” yapması ise “araç-amaç” tutarlılığı açısından müthiş isabetli bir öngörüdür. Nitekim bugünün Avrupalısı Hristiyan değil laiktir. II. Mahmut’la başlayan bütün ıslahat girişimlerinin yönü Batı Medeniyeti idi. Doğulu Osmanlı, Batı ile melezleşmek istemiştir. Hattı müstakim budur.
Son söz: Ehem, mühimden önce gelir.