Sevgili okurlarım, o koltukta oturmakta olan biri var, sürekli çelişkiler içinde. Ne yaptığını kendisi dahil hiç kimse bilmiyor ve üstelik partisini çöküşe götürüyor. Bir dediği öbür dediğini tutmuyor.
Dün kara dediğine bugün ak diyor.
Tam 19 yıldan bu yana genel başkan. Bırakın iktidar olmayı bir yana, bu süre içerisinde partisine bir tek başarı kazandırması mümkün olmadı.
Mızıkçı ve geçimsiz. Özel yaşamı elbette kendisini ilgilendirir ama sıfır! Bir tek dostu ve arkadaşı yok, bugüne kadar hiç olmadı.
Kimden söz ettiğimi tahmin etmişsinizdir.
Devlet Bahçeli!
Partisini çökertmesi yetmedi, şimdi anayasa değişikliğinde AKP ve Recep Tayyip’e vermekte olduğu destekle ülkemizin geleceği ile oynuyor. Altımıza bomba konuluyor.

*  *  *

Türkiye’de 2015 yılında birkaç ay ara ile iki seçim yapıldı.
7 Haziran ve 1 Kasım.
AKP’nin ağır bir yara aldığı 7 Haziran seçiminde Bay Bahçeli’nin partisi 80 milletvekilliği kazandı. Bu durumda koalisyon ortağı olacak durumdaydı. Ama gelin görün ki devlet yönetimi zordu, ona göre değildi... Sürekli mızıkçılığını yine tekrarladı.
Hükümet olayında her zaman olduğu gibi görev almak istemiyordu.
Anlayışı hep aynı idi:
Küçük olsun benim olsun. Baş ol da soğan başı ol!..
Bütün gücüyle AKP’ye destek verdi, Meclis Başkanlığının bile azınlıkta kalan iktidar partisine verilmesini sağladı. Yani iktidar olmayı hiç istemiyordu.

*  *  *

Bir süre sonra siyaset tıkandı ve beş ay sonra 1 Kasım seçimi yapıldı...
Oynadığı oyun iflas etmişti.
Partisinin milletvekili sayısı 80’den 40’a düştü.
Hezimete uğramıştı ama hiç umursamadı.
Partisi Meclis Başkanvekilliğini bile kaptırmıştı. Cascavlak ortada kaldı.
Ama bunların hiçbiri Bay Bahçeli için dert değildi!
İktidar partisinin stepnesi olmaya karar vermişti.

*  *  *

Seçim beyannamesinde yer alan ifadeler ilginçti...
Başkanlık sisteminin kokusunu taaa o zamanlar almıştı ve beyannamede ilginç cümleler yer alıyordu. Yani seçmenin karşısına çıktığında şöyle diyordu:
“Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter devlet yapısını esas alan parlamenter sistemi, demokratik siyasi sistemin sürdürülebilmesi bakımından gerekli görüyor ve Türk Milletine en uygun yönetim şekli olarak değerlendiriyoruz.
Sistemin işleyişinden kaynaklanan sorunların yine parlamenter sistem içinde çözülmesini mümkün görüyoruz.
Bu sebeple, iktidarın kişiselleşmesi (Tek adam olarak Recep Tayyip’e devredilmesi) suretiyle temel hak ve özgürlükler bakımından tehlikeli bir otoriterleşmenin (Diktatörlük rejiminin) önünü açabilecek, Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuruluş esaslarından kopararak devleti ve milleti farklı siyasi ve idari yapılanmalara götürecek bir altyapı oluşturmayı hedef alan, başta Başkanlık olmak üzere yarı başkanlık ve benzeri sistemleri uygun bulmuyoruz.
Anayasa ihtiyacını toplumsal gereklilikler yerine, devleti ve milleti parçalanmaya götürecek bir sistem değişikliğine endeksleyen siyasi yaklaşımı reddediyoruz.”

*  *  *

1 Kasım seçimleri sonrasında AKP yeniden tek başına iktidar oldu, hükümet kurdu ve dolayısıyla başkanlık tartışmaları unutuldu gitti.
Yani gündemden düştü.
Taa ki 15 Temmuz 2016 darbe girişimi oluncaya kadar.
Bay Devlet Bahçeli darbe olayından üç ay sonra yine çıktı ortalığa!..
Ve durup dururken anayasa değişikliğini, yani başkanlık olayını kaşımaya başladı.
Gündemden düşmüş bir konuyu pişirip önümüze sürdü.
İşin daha da ilginç yanı, hadiseyi AKP’nin kafasına soktu.

*  *  *

İşte size partisinin 11 ve 18 Ekim 2016 tarihli Meclis Grup toplantılarında bu konuda yaptığı iki ayrı konuşmadan bölümler:
“...Sayın Cumhurbaşkanı seçildiği andan itibaren anayasanın hükümlerini özüne ve ruhuna aykırı olarak yorumlamış, anayasanın vermediği yetkileri kendisinde hak olarak görmüş, partili cumhurbaşkanı gibi davranmış, siyasi propagandalara kapılıp AKP lehine oy istemiş, fiilen hükümet başkanı gibi davranmıştır... Şu anda anayasa çiğnenmekte ve suç işlenmektedir. Bunu kabul etmek mümkün değildir.
Fiili durum ve dayatmalarla anayasanın değişeceğini iddia etmek eğer gaflet değilse, sinsi bir tezgahtır. Cumhurbaşkanının hukukla ters düşmesi geleceğimiz açısından çok tehlikelidir...”
Bunları söyledikten sonra iktidar partisine çağrıda bulunuyor, anayasa değişikliği teklifinin derhal Meclis’e getirilmesini istiyor ama şöyle diyor:
“Bizim başkanlık sistemine yönelik kuşku, eleştiri ve çekincelerimiz bilinmektedir.” Maşallah, sözünün eri imiş!

*  *  *

Bir hafta sonraki 18 Ekim 2016 günkü konuşmasından bölümler:
“Başkanlık sistemine destek verip vermediğimiz gündemi epey işgal etmiştir. Ben dedim ki Türkiye’de fiili bir durum var ve bu çözülmelidir. Ülke yönetimi anayasa ve yasalara uygun değildir. Sayın cumhurbaşkanı fiili başkanlık yapmaktadır. Bu durum anayasaya aykırıdır. Ya dedim cumhurbaşkanı fiili başkanlık zorlamasından vazgeçsin, ki bizim açımızdan doğru olan budur.
Ya da dedim fiili durumun hukuki boyut kazanabilmesinin yol ve yöntemleri süratle aransın...”
Sonra da AKP’ye çağrıda bulunuyor:
“AKP’nin anayasa hazırlığını Meclis’e getirmesi, ilke ve hassasiyetlerimizi gözetmesi halinde sağlıklı bir sonuç alınacağına inanıyorum!
AKP zaten fırsat kolluyordu... Söyleye söyleye, zorlaya zorlaya iktidar partisini ikna etti ve başkanlık sisteminin Meclis’e getirilmesini sağladı.
“Getirmesi sizden, destek bizden!”
O hem iktidarın taşeronu, hem de iktidara teslim ettiği partisinin genel başkanı...
Hayret bir şey!
(Emin Çölaşan’ın notu: Bu konuda yazacaklarım henüz bitmedi. Bay Devlet Bahçeli’nin başkanlık konusunda söylediği başka sözleri de sizlere yarın ileteceğim.)