SEVGİLİ okurlarım, Hürriyet’ten kovulmam sonrasında Sözcü her gün benim eski yazılarımı yayınlamaya başlamıştı.
Ekim 2009’da gazetenin sahibi Burak Akbay Ankara’ya geldi, görüştük ve Sözcü’de başlamam konusunda el sıkıştık. Bana o gün söylediklerini hiç unutamam!
“Abi yanlış anlama ama ben Fetullah Gülen’in okullarında okudum. Onun ışık evlerinde kaldım. Ben cemaatin elemanıyım!”
Sonra ekledi:
“Muhalif gazete, Atatürkçü gazete numarası yapıp cemaate destek vereceğiz.”
Mesajı almıştım, başka çarem yoktu! Yazılarımı ona göre ayarladım, Fetullah’a desteğimi hiçbir zaman esirgemedim.

*  *  *

Sonraki gelişmelerde hep gördüm...
Rahmi Turan, Uğur Dündar, Bekir Coşkun, Soner Yalçın, Necati Doğru, Yılmaz Özdil, Saygı Öztürk, Yekta Güngör Özden, Ayşe Sucu, genel yayın yönetmenimiz Metin Yılmaz, yazıişleri müdürümüz Ferda Öngün falan, hepsi örtülü cemaatçi idi.
Manşetlerimiz, haberlerimiz ve yazılarımızla her fırsatta cemaate destek veriyorduk!
Ancak bunu çaktırmadan yapmak zorunda idik. Oynadığımız ikili oyun bir gün ortaya çıktığı takdirde zor durumda kalacağımızı biliyorduk!..
Ve günün birinde beklenen son gerçekleşti, açığa düştük.
Burak Akbay için yakalama kararı çıkarıldı, arkadaşlarımız tutuklandı, hakkımızda savcılık iddianameleri hazırlandı.
Oyun bitmiş hak yerini bulmuştu!

*  *  *

Sevgili okurlarım, işin şakası bir yana... Şu olanları bizimle birlikte sizler de izliyorsunuz. Bunlar akıl alacak işler değildir.
Giderek Türkiye’nin en büyük, en çok satan gazetesi olmuştuk.
Muhalefetimiz AKP iktidarını rahatsız ediyordu.
Aramızda bir tek Fetullahçı, bir tek cemaatçi yoktu.
Bizimle baş edemeyenler, günün birinde Fehmi Koru isimli birinin dedikodu ve yalanlarına sığınıp üzerimize gelmeye başladı. Burak Akbay cemaatçi idi!
Medya artık devşirilmişti. Bu iktidara muhalefet yapacak hemen her medya kuruluşu yandaş patronlar tarafından satın alındı, sesleri kısıldı.
Hak, hukuk ve adalet kavramları yok edildi.
Türkiye tek adam diktatörlüğünün doymak bilmeyen iştahına kurban edildi.

*  *  *

En büyük hedef olan bizim gazete bu iktidara fazla geliyor, haberleri ve yazılarıyla onları rahatsız ediyor, canlarını yakıyordu.
Bir çözüm bulunması gerekti!
İşte bu süreçte, devreye yargıyı sokmak zorunda kaldılar.
Burak Akbay’ı yıllardan beri tanıyorum.
Cemaatçi, Fetullahçı olduğu konusunda kafamda en küçük bir soru işareti olsaydı, inanın bu gazetede bir dakika durmaz ve çekip giderdim.
40 yıllık gazetecilik yaşamımla birlikte onuruma da böyle bir leke sürdürmez, veda bile etmeden ayrılırdım.
Bu sözler bütün arkadaşlarım için geçerlidir.

*  *  *

Bizler Mustafa Kemal Atatürk’ün aydın izinde yürüyen ve bundan onur duyan askerleriyiz.
Laik Türkiye Cumhuriyeti için mücadele veren gazetecileriz.
Hırsızlığa, yolsuzluğa hep karşı çıktık.
Ömrümüz mücadeleyle geçti.
Çıkar beklemedik, avanta peşinde koşmadık, kıvırtmadık, dönek olmadık, satılmadık, yalan yazmadık, bu iktidarın yarattığı akıl almaz rantlardan pay almayı düşünmedik.
A’dan Z’ye hiçbir çalışanımız yolsuzluğa ve cemaat pisliğine bulaşmadı.
Nitekim patronumuz Burak Akbay dahil hakkımızda hazırlanan iddianamede bile bu konuda en ufak bir suçlamaya, belgeye yer veremediler.

*  *  *

O halde üzerimize niçin geliyorlar?..
Çünkü bizim yayınlarımızdan ürküyorlar.
Bir yanda Türkiye’nin en çok satan gazetesi...
Öbür yanda o gazetenin cesur haberleri ve köşe yazıları...
İktidar bunu içine sindiremiyor ve birkaç kendini bilmez iktidar yandaşı dedikodu yazarının ürettiği yalanlarla üzerimize “Fetullahçı” damgası vurmaya kalkışıyor.

*  *  *

Adına “Fetullah cemaati” ya da FETÖ denilen bu canavar uzaydan gelmedi, kendi kendine büyümedi.
Onları bu duruma getirip büyüten, palazlandıran ve devleti ellerine teslim eden, bu iktidarın ta kendisidir.
Şimdi “Ah, yanılmışız” diyorlar ama iş işten geçti.
Kendi ayıplarını, günahlarını ve ülke yönetiminde sergiledikleri acemilikleri örtbas edip dikkatleri başka tarafa çekmek için şimdi yine cemaatin adını kullanıp bizim üzerimize gelmeye kalkışıyorlar... Hem de yargıyı kullanarak!
Biz nice mücadelelerden açık alınla çıktık, bundan da çıkacağız.

Bekir Coşkun’dan müjdeli haber


Benim 40 yıllık arkadaşım, can dostum, oda komşum Bekir Coşkun Ankara’da rahatsızlanmıştı. Her tarafında ağrılar vardı. Gitmediği doktor kalmadı ama uzun süre çözüm bulunamadı.
En sonunda teşhis konuldu:
Akciğer kanseri.
İstanbul’da Amerikan Hastanesi’ne yattı. Doktoru dünya çapında bir onkoloji uzmanı olan Prof. Dr. Nil Molinas Mandel...
Ameliyata alındı, sonrasında kemoterapi tedavisi başladı.

*  *  *

Bekir’in durumunu burada anlatırken hastalığını yazmaya elim varmamıştı. Ama hemen her gün konuşuyor, haberlerini ondan ya da eşi Andree’den alıyordum.
Geçtiğimiz salı günü çok önemliydi. O gün dördüncü kemoterapi yapılacak, hemen ardından tomografisi çekilecekti.
Acaba hastalık ilerlemiş miydi, yoksa iyiye mi gidiyordu? Tedavi yarar sağlamış mıydı? Bunlar ortaya çıkacaktı.

*  *  *

Salı akşamı Bekir’i arayacağım ama elim telefona gitmiyor. Kötü bir haber almaktan korkuyorum. Saat 17 dolaylarında o beni arayıp müjdeyi verdi:
“Sonuç belli oldu. Hastalık yüzde 40 oranında gerilemiş. Nil Hoca başta olmak üzere doktorlar da çok sevindi. Üç hafta sonra beşinci tomografi çekilecek. Gerilemenin o zaman da süreceğine inanıyorlar...”
Aylardır ilk kez çok mutluydu ve ekledi:
“Bunun adı hayata yeniden dönüş.”
Sordum:
“Peki ille de çok dikkat etmen gereken neler var?”
“Üşütmeyeceksin, grip olmayacaksın. En önemlisi bunlar.”

*  *  *

Bekir sizlerin de sevgilisi, bunu iyi biliyorum. Gazetede son yazısı 13 Temmuz günü çıkmış, sonra zorlu tedavi süreci başlamıştı.
İnanırsınız veya inanmazsınız ama abartmıyorum. O günden bu yana binlerce kişinin yazılı ve sözlü sorularına muhatap oldum.
“Bekir Bey’in hastalığı nedir, yazmaya ne zaman başlayacak?”
Şimdi iyileşme sürecine girdi ama yazmaya ne zaman başlayacağını bilmiyorum. Kendisine sormadım ama sanırım bir süre daha yazması mümkün olmayacak.
Benim sevgili Bekir’ciğime buradan bir kez daha ve sizlerin de adına özlem dolu en iyi dileklerimi iletiyorum.