Sevgili okurlarım, birkaç günden bu yana Katar olayını yaşıyoruz. Kurtarıcımız Katar!..
Bu hırsızlar ülkesinin Türkiye’de ne gibi dümenler döndürdüğünün üzerine gidilmiyor.
Katar’a Türkiye’den kara para akıyor, oradan bize gerektiğinde milyarlarca dolar “Kaynağı meçhul (!)” kara para geliyor.
Emme basma Türkiye-Katar tulumbası olanca hızıyla çalışıyor.
Kimlerdir bu hırsızlığa, bu vurgunlara göz yumanlar? Kimlerdir ülkemizin böyle soyulmasını sağlayanlar?
Biliniyor ama bilinmiyor!
Dünkü yazımda özellikle CHP’ye yönelik bir çağrıda bulunmuştum “Bu işin üzerine gidin, madeni bulacaksınız” diye...
Umarım giderler.
Kafamda bir soru daha var:
Reza Zarrab olayında acaba Katar’ın rolü nedir?

* * *

Efendim, Suudi Arabistan’la Katar papaz oldular. İkisi de petrol zengini. Ancak paralarının çoğu kendi ülkelerinde değil yabancı ülkelerde!
İkisi de hırsızlar yönetimi...
Al birini vur öbürüne.
Peki bu arkadaşlar durup dururken niye kapıştı? Tamam, işin içinde ABD var ama kapışmanın gerçek nedeni nedir?

* * *

Sayın ve muhterem dünya liderimiz, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Bey bu konuda konuştu ve doğal olarak Katar’ı savundu:
“Burada farklı bir oyun oynanıyor. Oyunun arkasında kimlerin olduğunu tespit edebilmiş değiliz. Uzun yıllardır kendilerini iyi tanırım. Katar’ın terör zanlısı olarak itham edilmesini çok ağır buluyorum!..”
Bizim dünya liderimizin bilmediği hiçbir şey yoktur, o her şeyi bilir!
Fakat gelin görün ki, şimdi bu Katar olayının arkasında kimlerin olduğunu bilmediğini itiraf ediyor.
Doğrusu bu sözleri kendisine hiç yakıştıramadım!
Mutlaka biliyordur da, zamanı gelince açıklayıp dünyayı sarsacaktır!
Zaten iktidarın destekçisi şeriatçı Akit gazetesinin dün kocaman bir manşeti vardı ve her şeyi anlatıyordu:
“Katar yalnız değil.”
Peki ama bu iktidar durup dururken niçin Katar’ı savunmaya kalkışıyor?
Bu sorunun yanıtı, o ülkeden Türkiye’ye her yıl gizlice sokulan kaynağı belirsiz kara para... Milyarlarca dolar.

* * *

Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu laik Türkiye Cumhuriyeti günün birinde işte bu durumlara düştü...
Esad’ı devirme bahanesiyle Ortadoğu bataklığına sürüldü, Suudi Arabistan ve Katar gibi iki hırsızlar ülkesinin arasına sıkıştı kaldı.
Şimdi biz ne yapmalıyız?
Katarcı mı, yoksa Suudici mi olmalıyız!
Bizim mangırajlar daha çok hangisinde?
Din ticaretini ve din sömürüsünü hangisi daha iyi yapıyor?
Ahlaksızlık hangisinde daha yaygın?
Dedim ya, aralarında hiçbir fark yok.
Al birini vur öbürüne.

* * *

Ancaaak, başımıza yeni açılan bu kriz konusunda benim şahsen büyük bir tesellim var.
Dünya liderimiz bu konuda mutlaka devreye girecek, ağırlığını koyacak, kendisi gibi bazı gerçek dünya liderleriyle birkaç telefon
görüşmesi yapıp sorunu çözmeyi başaracaktır!
Zaten yandaş havuz medyasında bu konuda ilk haberler çıkmaya başladı bile... Devreye girmiş!
En kısa zamanda mutlaka “Eyy Katar, eyy Suudi Arabistan, gelin bakalım da oturun karşıma... Eyy Trump sen de hemen gel, durumu bana bir anlatın” diyecektir.
Fakat bu aşamada bizden birileri Katar şeyhini arayıp bir şeyler öğrenme çabasına girişecektir:
“Ulan şeyhim, biz sana güvendik, mangırajları emanet ettik. Bu para az buz değil, milyarlarca dolar... Şimdi bu kriz ortamında bizim paracıkların başına bir iş gelmez inşallah...”
İşin püf noktası tam da burası işte!

Erol Simavi

Sevgili okurlarım, Türkiye’de medyanın yozlaşması son yıllarda tuhaf bir biçimde karşımıza çıktı.
Başka sektörlerde işi olan büyük patronlar iktidara yaranmak için gazete ve televizyonları satın alıp “Medya patronu” oldular.
Bunların hepsinin amacı medya gücünü kullanıp iktidara yaranmak, kendi işlerini sürdürmek ve büyütmekti.
Şimdi bir bakıyorum, bunların çoğu medya işinden çok büyük zarar ediyor ama vazgeçen yok!.. Zira diğer işlerden kazandıkları onlara fazlasıyla yetiyor.
Medya işte o büyük iş adamı patronlar yüzünden böylesine yozlaştı, korktu ve iktidarın kucağına oturdu.
Bugüne kadar “Sadece gazeteci” olan iki medya patronuyla çalıştım. İlki Hürriyet’in sahibi rahmetli Erol Simavi, ikincisi Sözcü’nün sahibi Burak Akbay.

* * *

Dün rahmetli Erol Simavi’nin ikinci ölüm yıldönümü idi. 1985 yılında beni Milliyet’ten Hürriyet’e almıştı. Gazeteyi Aydın Doğan’a sattığı 1994 yılına kadar birlikte çalıştık.
Onunla ilgili nice ilginç anılarım ve gözlemlerim var.
Gerek gazetede ve gerekse dışarıdaki yakın çevresinde bir sürü yalaka, yağcı, hokkabaz vardı. Hatta bazıları Erol Bey’i parasal açıdan soyardı. Günün birinde bir olaya tanık oldum ve haddimi aşarak kendisine sordum... “Efendim bu adamın sizin paranızı çalmadığına emin misiniz?”
Verdiği yanıt beni gönülden yaralamıştı:
“Şekerim fırsatını bulan herkes beni soyar ama ben bunu bildiğimi hiçbirinin yüzüne vuramam. Utanırım.”

* * *

Erol Bey yaşamını yurtdışında sürdürüyor ve giderek yaşlanıyordu. Gazeteyi artık bırakmak istiyordu ama Hürriyet’i gözü arkada kalmadan emanet edecek bir yakını yoktu. Oğlu Sedat Simavi bu işlerle uzaktan yakından ilgisi olmayan biriydi... Ve Erol Bey gazeteyi çok ucuza satmak zorunda kaldı.

* * *

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti dün İstanbul’da Erol Bey’in mezarında bir anma töreni düzenledi.
Dün sordum, Erol Bey hayatta iken onun yanında yalakalık yapanlardan, “Babacım babacım” diye yaklaşmaya çalışıp istekte bulunanlardan hiçbiri anma törenine katılıp ruhuna bir Fatiha okuma zahmetine katlanmamış!..
İkinci ölüm yıldönümünde sevgili patronum, gerçek gazeteci Erol Simavi’ye Allah’tan rahmet diliyorum, anıları önünde saygıyla eğiliyorum.