Önce şu mektubu okuyalım lütfen...
“Merhaba Emin Bey. Öncelikle birçok emsalim (benzerlerim) gibi sizden özür diliyorum.
Size eskiden çok kızardık, din düşmanı diye düşünürdük.
Ama siz dindar geçinenlerin çoğundan daha insaf ve vicdan sahibiymişsiniz. Bu zamanda bütün yazdıklarınızla bunu ispat ettiniz. Affedin.
Size ben de bir mesaj atmak ve halimizi anlatmak istedim. Ben ve eşim eski öğretmenleriz. Eski diyorum çünkü bugünlerde meşhur olan kanun hükmünde kararnamelerle işten atıldık.
Suçumuzu bilmiyoruz.
Benimki galiba sendika üyeliği. Hani bakanlığın izniyle (ve teşvikiyle) kurulan yasal sendikanın üyeliği. Şimdi bu da suç oldu maalesef!
Eşimde o da yoktu.
Şimdi durumumuz şöyle: Gelirimiz sıfır. İki çocuk var, ikisi de öğrenci. Ayda 2.500 liradan 2022’ye kadar ev borcu var. Ben bir süre önce kanser atlattım, halen kontrollerim devam ediyor. Beş yıl daha sürecek. Mayısta sağlık güvencemiz de bitiyor.
Bu yaşa kadar ömrüm okulda geçti. Başka meslek bilmiyorum.
Kimse iş vermiyor. Herkes korkuyor.
Arabamı sattım, şimdilik sorun yok. Ama ilerisi karanlık. Biz suç olacak bir şey yapmadık. Hakkımızda açılmış herhangi bir dava vs. yok.
Sorgusuz, sualsiz, savunmasız ihraç edildik o kadar. İkimiz de işsiz, umutsuz, çaresiz evde oturuyoruz.
Dinimizde bu şekilde cezalandırma var mı hocam? Kuran, aleyhimizde bile olsa adaleti gözetmeyi emretmiyor mu? Allah mahşerde bu zulümlerin hesabını sormayacak mı?
O derece bunalıyorum ki bazen. Siz söyleyin, benim yerimde olsanız ne yaparsınız?
İntihar mı edersiniz, hırsızlık mı yaparsınız? Lütfen bir çıkış yolu gösterin. Saygılarımla.”

*  *  *

Hocam mesajının altına ismini ve telefon numarasını da yazmış, dün kendisini aradım.
İlk sorum, yazıda isminizi kullanayım mı!
Yanıtı aynen şöyle:
“Biz toplumda zaten cüzzamlı muamelesi görüyoruz. İsim vermeseniz daha iyi olur.”
Haklı... Bu durumda yaşını ve yaşadığı ili de gizlemek zorunda kaldım ki üzerine gelmesinler, daha beter baskı kurmasınlar.
Bundan sonra ne yapmayı düşündüğünü sordum.
“Küçük bir araba alıp pazarlarda satıcılık yapmayı düşünüyorum ama öğrencilerim görürse çok mahcup olmaktan korkuyorum” dedi.

*  *  *

Durup dururken suçlu (!) bulunup devletteki görevlerinden sorgusuz sualsiz sokağa atılan karı koca iki öğretmen...
Suçlarının ne olduğu kendilerine söylenmemiş, ifadeleri alınmamış, haklarında herhangi bir soruşturma açılmamış.
Verdikleri dilekçelere herhangi bir yanıt gelmemiş.
Türkiye’de bu durumda on binlerce kamu görevlisi var.
Hocam bu yaşadıklarını “Zulüm” olarak tanımlıyor.
Haksız mı?

Cuma saati!


Sevgili okurlarım, bu gördüğünüz belge elime günler önce geçmişti ama Türkiye gündeminin yoğunluğu nedeniyle bugüne kaldı.
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi!
Geleceğin hekimlerini yetiştiren bir bilim yuvası!.. Daha doğrusu öyle olduğunu zannediyorduk.
Dekan vekili imzasıyla bütün birimlere, hocalara ve öğrencilere dağıtılan bir talimat...
“Cuma saatlerinde” ders, staj ve sınav yapılmayacak, bu saatlere denk gelen faaliyetlere katılamayan öğrenciler için ise “Telafi” yapılacakmış!
(Telafi: Kaybolanın yerini doldurmak, ziyanı karşılamak.)
İyi de, “Cuma saati” nedir?
Yeni icat edilen bir kavram mıdır?
Cuma namazı ise, namaz sözcüğünü kullanmaktan niye çekinmişler?
Yok eğer başka bir anlamı varsa onu niye belirtmemişler?
Din sömürüsü demek ki bu boyutlara varmış, hekim yetiştiren fakülteleri bile esir almış.
05eminbeybelge30cm