Değerli okurlar; son dönemlerde Ulu Önder Atatürk’ün geniş çevreler tarafından ortak değerimiz ilan edilmesi memnuniyet verici. O zaman, hepimiz aynı lisanda konuşmaya başladığımıza göre, nasıl Atatürk ortak değerimiz ve kimsenin tekelinde olamıyorsa, Yüce İslam’da aynı şekilde kimsenin tekelinde olmamalıdır.

Eğer din konusunda tekelcilik devam ederse, bizi yönetenlerin Ulu Önder’le ilgili söylemlerinde hiçbir inandırıcılıkkları kalmayacaktır. Hep bahsettiğimiz eğitimde laiklik ilkesi, şimdi sizlerle paylaşacağım örneklerle örtüşüyor mu?

Bir rektör diyor ki; batılı ülkelerde üretilen ilaçlarda yoğun olarak, içeriğinde domuz deri ve kemiklerinin bulunduğu jelatin kullanılmaktadır. Bu sebepten helal olmayan ilaç ve cihazların tüketilmesi inanç açısından endişe verici olmasıyla kalmayıp aynı zamanda genlerimizi, geleneklerimizi de tehdidinin söz konusu olduğunu vurguluyor. Öncelikle “helal ilaç helal tıbbi malzeme” konusu çözülmelidir diye de ekliyor. Sayın Rektör’e sormak isterim, şu an yaşayanları kurtarması sorun değil de rahmetli olanları nasıl halledeceğiz?

NEDEN KAMU SPOTUNDA YOK?


Rektör örnekleri bununla kısıtlı değil maalesef. “Cahil ve okumamış, tahsilsiz kesimin ferasetine güvendiğini” söyleyen rektör yardımcısı mı istersiniz yoksa “kadınla tokalaşmanın ateş tutmaktan daha korkunç” olduğunu söyleyen rektör mü? Bu örneklerle, bizi yönetenlerin sahip çıktıkları Atatürk ilkeleri örtüşüyor mu?
Ortak değeri Atatürk olan bir milletin, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından hazırlanan  Öğretmenler Günü’yle ilgili kamu spotunda Başöğretmen Atatürk’ün bir saniyelik görüntüsüne bile yer verilmemesi ne anlama geliyor?

Daha bitmedi… Bunlar yetmiyormuş gibi cübbeli, cübbesiz ve ilginç kılıklı kendini bilmezlerin Ulu Önder Atatürk ve Cumhuriyet için ettikleri hakaretleri duymazlıktan mı geleceğiz?

Üzülerek söylemem gerekirse bazı gazetecilerin yaptığı normal bir haber için soruşturmalar açılırken, yukarıdaki söylemlerde bulunanlar için neden hiçbir işlem yapılmamaktadır? Bunlara göz yummaya devam edersek sonuçların ne getireceği kestirilemez. Alçak FETÖ’nün hainlikleri örnek değil midir?

SON SÖZ...


Gelin Cumhuriyet düşmanlarına gereğini yapıp, uygar bir Türkiye’de hep birlikte kardeşçe aydınlık günlere yürüyelim. Şimdi sizlerle Semiyon Ivanovic Aralov’un, “BİR SOVYET DİPLOMATININ TÜRKİYE HATIRALARI”’nda yer alan anektodunu SON SÖZ olarak paylaşmak istiyorum.

“Tıp fakültesi son sınıf öğrencileri cepheye gidip, şehit oldu  diye mezun verememişken medreselerdekilerin askerden muaf tutulması Atayı nasıl da kızdırıyor... Bir de medreseler için ayrılan alanların köylülerin elinden zorla alınmış yerler olması onu harekete geçiriyor.
O gece iki medreseyi ziyaret ettik.

Kanlı canlı, hemen hepsi de gencecik mollalar medresenin avlusunda dizilmişlerdi. Bunların yanında, geniş cübbeli, beyaz sarıklı hocalar da yer almıştı. Hepsi de yerlere kadar eğilerek Mustafa Kemal Paşa'yı selamlıyorlardı.

***

Bunların içinden biri, bunların başı ve en nüfuzlusu, Mustafa Kemal Paşa'dan medrese sayısını arttırmasını rica etti. Bu zat, ayrıca medrese öğrencilerinin askere alınmamalarını da istirham etti.
Hoca konuşurken Mustafa Kemal'in kendini tuttuğu belli oluyordu.

Ama, medrese öğrencilerinin askere alınmamaları söz konusu olunca, artık kendini tutamadı ve yüksek bir sesle, sertçe:

***

- Ne o, dedi, yoksa sizin için medrese, Yunanlıları mağlup etmekten, halkı zulümden kurtarmaktan daha mı değerlidir? Millet kan içinde yüzerken, halkın en iyi çocukları cephelerde dövüşür, yurt için canlarını feda ederken, siz burada genç, sapasağlam delikanlıları besiye çekmişsiniz!

***

Mustafa Kemal konuştukça, gözleri daha korkunç bir hal alıyordu:

- Bu asalakların askere alınmaları için hemen yarın emir vereceğim!

***

Hocalar sindiler, ama yüzleri öfkeden kıpkırmızı kesildi, yabancıların yanında hükümet başkanı onları paylamıştı.

Mustafa Kemal Paşa bize dönerek:

***
- Haydi gidelim, dedi, artık burada bizim için yapılacak bir şey kalmadı.

Ve şöyle, isteksizce bir selam vererek oradan ayrıldı.

Mustafa Kemal Paşa otomobilde uzun bir süre yatışmadı:

***

- Savaş sona erince onlarla daha ciddi konuşacağım! Her şeyden önce onları malî dayanaklarından, vakıflardan, yoksun edeceğim. Yurt topraklarının büyük bir parçası, nerede ise üçte ikisi, belki de daha çoğu vakıftır. Bu topraklar mollaların yaşama kaynaklarıdır. Bunların çoğu köylülerin elinden alınmış topraklardır. Buna son vereceğiz. Bir de utanmadan hükümetten yardım istiyorlar.

***

Mustafa Kemal, Anadolu topraklarında, şimdi gördüğümüz dinç, sağlam delikanlıları askerden kaçıran 17 bin medrese bulunduğunu söyledi. Bu tam bir kolordu demekti.

Medrese öğrencilerinin şimdiye kadar niçin askere alınmadıklarını sormam üzerine Mustafa Kemal, bunların askere alınmaları için gerekli emrin verilmiş olduğunu söyledi.

Bu inkılapçı adım, subaylar arasında büyük bir sevinç yaratmış ve bu olay son günlerin en çok üzerinde durulan konusu haline gelmişti.”