AKP’nin tüm muhalifleri yıldırmaya, bıktırmaya, yormaya çalışan maaşlı sosyal medya tacizcisi aktroller gibi, şimdi bir de referandumda Hayır diyecek olanlara abuk sabuk tehditler savuran zorbalar türedi. Referandumda Hayır çıkarsa iç savaş çıkar diye muhalifleri korkutmaya çalışan AKP’liler, aslında Hayır’ı Mayır’ı kabul etmeyiz, zaten hepimiz silahlandık iç savaşı biz çıkarırız kötü niyetlerini ağzından kaçırıyor. Ellerinde silah; 16 Nisan’dan sonra Hayır diyenlere işte böyle deyip sağa sola ateş edenler ve videolarını çekip paylaşanlar, AKP’nin korkutma ve sindirme politikasının sefil bir ürünü...

Güya bir halk oylamasına gidiyoruz ama maşallah savaşa gider gibiyiz. Her tür baskı, engelleme, yasak, karalama serbest Hayırcılara karşı. Ne teröristliğimiz kaldı ne hainliğimiz ne de başka bir şey. İllerde, ilçelerde, üniversitelerde Hayırcılara tahsis edilen salonlar son anda iptal ediliyor, edilemese elektriği kesiliyor, ulaşımı engelleniyor, salonlara saldırgan provokatörler yollanıyor. Hayır pankartları sökülüyor, Hayır araçları meydanlara sokulmuyor, Hayırı anlatmaya çalışanlara saldırılıyor. Yani harika! bir eşitlik ve özgürlük ortamında referanduma gidiyoruz ve buradan hayırlı bir sonuç bekliyoruz...

AKP işine geldiği sürece demokrasiyi sadece sandıktan ibaret gördüğü ve ülkenin %50’sini de, ama kamu kaynaklarını kullandırarak ama yeşil kartla, kömürle, makarnayla ama belediyelerde ve AKP’lilerin şirketlerinde iş vererek ve etik dışı, hukuk dışı pek çok yöntem kullanarak, demokrasi denen şeyin sadece sandıktan ibaret olduğuna inandırdı. Geldiğinden bu güne, her birinin tarihini, toplum mühendisliği ekipleriyle kendilerine yarayacak şekilde belirleyerek ülkeyi bıktırıcı seçim ve referandumlarla iyice sersemleştirdi. Bunlarla halledemediğini torba yasalarla, onun yetmediğini de en sonunda OHAL bahanesiyle aldığı yetkiyle, olur olmaz her konuda çıkardığı KHK’larla amacına iyice yaklaştı. Şimdi de OHAL koşulları altında, bütün teamüllere aykırı olarak ülkeyi zorladığı referandumla Türkiye Cumhuriyeti’ne son darbeyi vurmaya hazırlanıyor. Etik dışı ve yasa dışı pek çok yöntemi de kullanarak, referandumda yüzde 50 + bir şey çıkartıp 94 yıllık Atatürk Cumhuriyeti’nin sonunu getirmek ve parlamenter demokrasi yerine tek adamcılığı koca Türkiye’ye dayatmak istiyor. Adına da Türk tipi başkanlık diyorlar, yersen...

Şu Türk tipi başkanlıklara da bir bakmak lazım. 16 Nisan’da AKP bu işi becerirse bir şekilde, bizi bundan sonra ne bekliyor acaba? Bunların Türk tipi başkanlık dediği sistemin ana odağı, tüm yetkilerin parlamentodan alınıp başkana bağlandığı, zamanla aile bireylerinin de devlette güçlenerek kendi hanedanlarını kurduğu, arkasında emperyalizmin tam desteği bulunan bir tek adamcılık sistemi. 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılması ve ardından 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla bağımsızlığına kavuşan Türk Cumhuriyetlerinde durum nasıl gelişmiş acaba?

Mesela Azerbaycan, 1991 bağımsızlığının ardından 3. Cumhurbaşkanı seçilen Haydar Aliyev, 1993 – 2003 yılları arasında 10 yıl başkanlık yaptı. Ölünce yerine oğlu İlham Aliyev geldi. Oğul Aliyev’in sülalesini devlet makamlarına yerleştirdiği yetmedi, tıpkı bizimki gibi bir referandum sonrasında karısını da, kendi yokluğunda aynı yetkilerle birinci Cumhurbaşkanı yardımcısı yaptı...

Mesela Özbekistan, 1991’de SSCB’den bağımsızlığını aldığında ilk devlet başkanı olan İslam Kerimov geçen yıl ölene kadar tam 25 yıl başkanlık yaptı...

Mesela Tacikistan, 1991’deki bağımsızlıktan sonraki çatışmaların ardından 1994’teki seçimlerde başa gelen İmamali Rahmanov tam 23 yıldır başkan ve hala devam ediyor...

Mesela Kazakistan, 1991’de ilk devlet başkanı Nursultan Nazarbayev oldu. O gün bugün hala başkan, tam 26 yıldır...

Mesela Türkmenistan, 1991’de Saparmurat Niyazov ilk devlet başkanı seçildi. Kendisini hem dünyadaki bütün Türklerin başı hem de ömür boyu başkan ilan etti ve 2006’da ölene kadar 15 yıl boyunca başkan kaldı...

Mesela Kırgızistan, 1991’de ilk devlet başkanı Askar Akayevi oldu. Eşini ve çocuklarını milletvekili seçtirdi. Eşi, ailesi ve akrabalarının karıştığı yolsuzluk iddiaları yüzünden 2005’de ülkeden ayrılmak ve Rusya’ya sığınmak zorunda kaldı...

Bu Türk Cumhuriyetlerinin tamamında 2 x 5 yıl, sadece 2 dönem gibi cumhurbaşkanlığı, devlet başkanlığı görev süresini sınırlandıran Anayasal maddeler olmasına rağmen, koltuğa oturan tüm başkanlar bir yolunu bulup bu 2 dönem sınırını ortadan kaldırdılar ve gördüğünüz gibi kendilerini 15 yıl, 25 yıl, ömür boyu başkan yani tek adam yaptırmayı başardılar. Kendilerinin, ailelerinin, akrabalarının, yandaşlarının bulaştığı yolsuzluklar ölçülemeyecek kadar büyük boyutlara ulaştı. Halkları yoksullaştı, kendi aileleri ve yandaşları dünyanın sayılı zenginleri arasına girdi ve tek adamla işlerini daha kolay yürüten, ülke kaynaklarında gözü olan emperyalizm yine kazandı...

Çok benzer bir süreç bugün ülkemizde yaşanıyor. Yeni Anayasa’yla TBMM’nin yetkileri elinden alınıyor. Hem yetkisi azaltılıyor hem de milletvekili sayısı artırılarak devlete, millete yükü artırılıyor. Madem yetkisini azaltıyorsun sayısını neden artırıyorsun? Mantığı ne olabilir ki bunun? Başkan tek bir kişi olarak koca 600 kişilik TBMM’yi feshedebiliyor. Kötü niyetli bir başkan, her yasama dönemi sonlarında bir bahane bulur da TBMM’yi feshederse, 2 dönem kuralını yasal olarak bypass ederek canının istediği kadar başkan olarak kalabiliyor.
Yurt dışı seyahati veya bir sağlık sorununda yerine vekaleten bakan kişi aynı yetkilerle geri döndürülemez kararlar alabiliyor.
Yukarıdaki Türk Cumhuriyetlerinin tamamında yaşanan da bundan başka bir şey değildir...

Bugün biricik Türkiye’miz de tıpkı diğerleri gibi, başkanlığı ele geçirenlerin kurduğu yeni hanedanlarla emperyalizmin kucağına bir daha kurtulamamacasına savrulmak üzere olan son büyük Türk Cumhuriyeti. Geri dönüşü olmayan bu yere savrulmamızla aramızda sadece 16 Nisan referandumu var. Bu nedenle 16 Nisan’da, aklı başında bütün yurttaşlar sandığa gitmeli, Hayır demeli ve emperyalizmin bu oyununa gelmemeli, Türkiye’mizi teslim etmemelidir...