Türkiye, tam 58 yıldır Avrupa devletlerinin kurduğu birliğe girme hedefiyle hareket ediyor. 31 Temmuz 1959'da Avrupa Ekonomik Topluluğu’na yaptığımız ortaklık başvurusu, bu inişli çıkışlı, meşakkatli yolculuğun başlangıcı oluyor. 12 Eylül 1963’de AET ile ortaklık anlaşması imzalanıyor.1987 yılında ise Türkiye tam üyeliğe başvuruyor ve süreç hızlanıyor. 1999 yılında AB üyeleri tarafından aday ülke olarak kabul edilen Türkiye, 2004 yılında, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı ülkede törenlerle kutlanırken, Başbakan Erdoğan ve Dış İşleri Bakanı Abdullah Gül’le Roma'da Avrupa Birliği Anayasası'na 25 üye ülke ve kendisi gibi aday ülke olan Bulgaristan ve Romanya ile birlikte imzayı atıyor. 2005 yılında da AKP, AB ile tam üyelik müzakerelerine şatafatlı törenler ve büyük laflarla resmen başlıyor...

Türkiye’nin AB ile müzakerelere başladığı yıllar, AKP’nin AB tarafından neredeyse sonsuz krediyle karşılandığı ve hemen her yaptığı alkış ve övgü aldığı yıllardı. O yıllarda masum ve hayırsever olarak algılanan, devletin her kademesinde el üstünde tutulan, 1 TL’lerimizin üstündeki Atatürk resmini çıkarıp Türkçe Olimpiyatları logosunu bastırabilecek kadar güçlü ve etkili olan cemaatle birlikte, Türkiye’yi istediği gibi şekillendirmeye çoktan başlamıştı bile. Bizimkiler kendi ajandaları üzerinden tam gaz ilerleyip TSK’nın ve ardından Türkiye Cumhuriyeti’nin işini bitirme planları yaparken, Türkiye’nin gücü, tarihi, potansiyeliyle mukayese bile edilemeyecek olan, bu yola birlikte çıktığımız Bulgaristan ve Romanya 2007 yılında AB’ye girmişti bile. Arkasından da Hırvatistan AB’ye kabul edildi. İngiltere’nin çıkmayı tercih etmesiyle birlikte bugün üye sayısı 28 oldu...

Türkiye’nin AB Bakanlığı web sayfasındaki AB ilişkilerimizin tarihçesi bölümündeki en son bilgi, 2005’de tam üyelik müzakerelerimizin başladığı bilgisi. Sonrasıyla ilgili ise, bir satırlık, 16 fasılanın açıldığı, birinin geçici olarak kapatıldığı dışında bir bilgi yok. AKP’nin AB’ye girme konusundaki gerçek niyetini göstermesi açısından bence ilginç bir durum. AKP’nin, AB ile resmen üyelik müzakerelerini başlattığı dönemde, bir başka çok önemli şeyin daha yaşandığı çıktı ortaya. Bu süreçte, Ege’deki bazı adalarımız Yunanistan tarafından işgal edilmiş. Milli Güvenlik Kurulu eski Genel Sekreteri Kurmay Albay Ümit Yalım, 2004 - 2006 yılları arasında, yani AB ile tam üyelik müzakerelerimizin başlatılması sürecinde, Yunanistan’ın, sanki Hükümet’ten birileri Türkiye’nin herhangi bir müdahalede bulunmayacağı yönünde söz vermiş gibi, teker teker Ege’deki adalarımızı işgal ettiğini fark etti. Sanki AB müzakerelerini başlatma karşılığında, Ege Denizi’ni ve Ege Denizi’ndeki haklarımızı Yunanistan’a terk etmişiz gibi...

AB ile ilişkilerimiz, bir aydan kısa bir süre sonra yapılacak olan, AKP’nin ülkemizin 94 yıllık rejimini değiştirmeyi hedefleyen zorlama referandumuyla birlikte, bu kez çok daha zorlu bir teste girdi. Sürekli kendine düşman yaratarak, bazen gerçek bazen yapay olan bu düşmanları ötekileştirerek ve her seferinde haksızlığa uğramış, kandırılmış, aldatılmış mağduru oynayarak oylarını konsolide eden ve artıran AKP, iç siyasetteki aşırı hedefleri için bir süredir AB’yi sert şekilde zorluyor. AB’nin çok tedirgin olduğu mültecileri, şanlı bir geçmişe ve AB ile ortak değerlere sahip Türkiye Cumhuriyeti gibi değil de kuralsız bir kabile devleti gibi pazarlık için kullanması, Türkiye içinde temel insan hakları ve özgürlükleri, demokratik standartlar, hukukun üstünlüğü, şeffaflık ve hesap verebilirlik gibi en temel konulardaki çağdışı ve zorba tutumu ilişkilerimizi aşırı derecede geriyor. AKP’nin, AB ile müzakereleri kesin olarak bitirecek olan İdam cezasını geri getirmeyi, milliyetçi oyları cezbetmek amacıyla sürekli gündemde tutması üstüne tuz biber ekiyor. Öyle ki, Türkiye’nin demokrasiden ve hukuk devleti ilkelerinden uzaklaştığını gören Avrupa Parlamentosu, geçen yıl tarihinde ilk kez bir aday ülke ile, Türkiye ile üyelik müzakerelerinin dondurulması kararını aldı...

Avrupa devletleri ve AB kurumları, uzun zamandır AKP hükümetleri ve yetkililerinin, Türkiye’de, özellikle temel hak ve özgürlükler konularında kendilerine anlattıklarından farklı davrandıklarının, çeşitli ihlaller ve suistimaller yaptıklarının farkındaydı ve çeşitli ortamlarda şikayet ediyorlardı. Burada bize başka konuşuyorlar, orada kendi vatandaşlarına başka davranıyorlar diyorlardı. Ancak artık AKP’nin sadece iç siyaseti önemseyip, AB değerlerini, kurallarını umursamadan yaptıkları ve söyledikleri öyle bir noktaya ulaştı ki, bir Türk Bakanının uçağına iniş izni vermemek ve bir başka Türk Bakanını ise istenmeyen kişi ilan edip sınır dışı etmek gibi diplomatik bir skandalı bile göze aldılar. Artık bu şikayetlerini sadece söylemekle yetinmiyorlar, doğrudan aksiyon da alıyorlar Türkiye’ye karşı. Kafa göz girmediğimiz bir Avrupa kalmıştı, o da tam oldu ve 58 yıllık AB hedefi de AKP’yle tarih oldu. Bir AKP milletvekilinin dediği gibi; Evet oylarındaki yüzde 2’lik bir artış uğruna...

Avrupa’daki bir gazetenin, kendi ülkesinde yaşayan Türklere 16 Nisan’da Hayır oyu verme çağrısı yapması ve şu saptaması çok önemlidir; ‘Biz İsviçreliler için kabul edilemez olan; buradaki özgürlük ve hukuk devletinden faydalanıp, bunların kendi ülkesinde kaldırılmasını istemektir. Yani İsviçreliler diyor ki; İsviçre’de İsviçre vatandaşı olarak, Avrupa değerleriyle, özgürlüğüyle ve refahıyla yaşayan Türkler, AKP’nin burada başka konuştuğunu, orada başka davrandığını ve Türkiye’deki özgürlükleri ve hukukun üstünlüğünü hedef aldığını görmeli ve buna müsaade etmemelidir...