Atatürk’ün en büyük eseri, Türk’ün en büyük gururu Türkiye Cumhuriyeti’miz, 29 Ekim 1923’de ilan edilir. En umutsuz görünen durumlarda bile zaferler kazanıp, ülkeyi kurtaran Mustafa Kemal oy birliğiyle Cumhurbaşkanı seçilir ve ertesi gün, en önemli dava arkadaşı İsmet İnönü’ye, kendisini Başbakan olarak atadığını bildirdiği çarpıcı bir mektup yazar...

Mektuba şöyle başlar; Sevgili Paşam, Cumhuriyetin ilk başbakanı olarak seni düşünüyorum. Dur, hiç itiraz etme. Niye seni seçtiğimi şimdi anlayacaksın. Bizi yine büyük bir savaş bekliyor, der ve devam eder. Uzun uzun memleketin harap ve bitap halini anlatır ki, durum bugün gözümüzün önüne getiremeyeceğimiz kadar içler acısıdır. Bu mektubu internetten bulup okumanızı öneririm. Mektubun sonunda da şunları söyler...

Cumhuriyete uygun bir anayasaya gerek var. Bu zor durumdan nasıl çıkılabileceğini gösteren ne bir örnek var önümüzde, ne de bir deney. Ama yılmamak, ucuz, geçici çarelerle yetinmemek, halkı kurtarmak için sorunları çözmek, kalkınmak, ilerlemek, milli egemenliğe dayalı, uygar ve özgür bir toplum oluşturmak, yüzyılımızın düzeyine yetişmek, kısacası çağdaşlaşmak, bu büyük ideali tam olarak başarmak zorundayız. Bu ana kadar bu ideali koruyarak geldik. Bundan sonra daha hızlı yürümek zorundayız. Bunun için gerekli yöntemi, yolu birlikte arayıp bulacağız. Yoksul ve esir ülkelere örnek olacağız. Kaderin bizim kuşağımıza yüklediği kutsal bir görev bu. Bu büyük görevin ağırlığını ve onurunu seninle paylaşmak istedim. Allah yardımcımız olsun, diyerek mektubunu bitirir ve yalnızca savaş meydanlarında değil, Lozan’da, masa başında da emperyalistleri bozguna uğratıp zafer kazanan İsmet İnönü, yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Başbakanı olur...

İnönü 'nün başbakanlık dönemi, Çağdaş Türkiye'yi yaratma savaşıdır ve bu savaş en az askeri savaş kadar zordur. Çağdaş bir hukuk devletinin gerçekleştirilmesi, bireyin ve toplumun çağdaş değerlerle donatılabilmesi için çıkarılan Devrim Yasaları ve benimsenen Cumhuriyet’in temel ilkeleri bu dönemde oluşturulur. Yeni Türkiye Cumhuriyeti devleti bu sağlam temeller üzerine oturtulur. Bir iki kısa ara hariç, İnönü, Atatürk’ün cumhurbaşkanlığı süresince başbakanlık görevini sürdürür ve az da olsa fikir ayrılığı ve çatışma yaşasalar da neredeyse her şeyi birlikte başarırlar. 1930 sonbaharında, İsmet İnönü’nün yeni hükümeti kurmasıyla ilgili gecikme yaşanır. Dönem dünyanın da ekonomik krizlerle boğuştuğu dönemdir ve bu kriz ortamında, Atatürk’ün cumhurbaşkanlığından ayrılarak başbakanlığı üstlenmesi, icra organının başına geçmesini isteyenler olur. Gazetelerde Atatürk’ün başbakanlığı da üstleneceği yorumları yazılır. Aynı gerilimli günlerde, Atatürk’e ömür boyu cumhurbaşkanlığı teklif edileceği söylentileri de çıkar. Atatürk bu tür söylentilerden oldum olası hoşlanmaz ve 25 Eylül 1930 tarihinde gazetecilere verdiği demeçte, bu söylentileri bir kez daha şiddetle reddeder. Bana öteden beri bu ve buna mümasil tekliflerde bulunanlar çok olmuştur. Siz ve efkârı umumiye bilmelisiniz ki, bu yoldaki teklifler hoşuma gitmemiştir ve gitmez. Benim gayem Türkiye'de, yeni Türkiye Cumhuriyeti'nde millet hâkimiyetini egemen kılmak ve ebedileştirmektir. Dediğiniz gibi bir teklifi, benim idealimi cidden rencide eden bir manada telakki ederim. Bu noktada şu veya bu tefsirlere giden sözlerin manasını, beni iyi tanımış olan Türk Milleti, benden daha iyi takdir eder, der...

Başkanlık sistemi tartışmalarının devam ettiği günlerde, bazı milletvekillerini davet ederek onlara şu açıklamayı yapar; Arkadaşlarımız içinde başvekillik yapacak zevat çoktur; fakat bütün bu arkadaşlarım da dahil olduğu halde, milletin umumi temayülü (eğilimi), benim şu veya bu zaruret karşısında başvekil olmamı icap ettirirse, bu vazifeyi kemali tevazu ve minnetle yapmaya hazırım. Bu takdirde benim aynı zamanda Reisicumhurluğu üzerimde bulundurmamın elbette kanunî imkânı yoktur. Benim alacağım bu yeni vaziyeti muhtelif tarz ve manalarda kötüye yorumlamak hiç de makul ve mantıkî değildir. Amerika sistemini memleketimizde tatbik etmeyi hiç hatırıma getirmedim; sistemsiz ve kanunsuz tarzda, Reisicumhurlukla Başvekâleti birleştirmeyi düşünmedim ve düşünecek adam olmadığım bütün milletçe malûmdur zannederim der...

Yine bu tartışmaların yaşandığı günlerde konuyu açıkça soran Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak’a, tek adam” yönetimlerini katiyen onaylamadığını, bunun kadar budalaca bir düşünce olamayacağını söyler ve ekler; Şaşarım o efendilerin aklı perişanına. Hep biliyoruz ki, memleketimizin başına gelen felaketlerin çoğu şahsi idareden gelmiştir. Bu kadar geri kalmamızın başlıca amillerinden biri budur. Biz öteden beri, böyle bir idareyi bertaraf etmek için mücadele ettik. Şimdi nasıl olur da benim aynı yola gitmekliğim, yeniden devlet hayatında tarafımdan böyle bir çığır açılması istenebilir?

Halkın sonsuz desteği ve güveni, kendisinin sınırsız gücü olmasına rağmen, Atatürk ülke yönetiminde tek adam olmayı, hilafeti taşımayı, saltanatı sürdürmeyi, başbakanlıkla cumhurbaşkanlığını birleştirmeyi, ömür boyu cumhurbaşkanı olmayı ve benzeri bütün anti demokratik talepleri elinin tersiyle itmiş ve milletine sadece gerçek ve sürdürülebilir bir demokrasiyi layık görmüştür...

Atatürk’ün en güçlü zamanında, 90 yıl önce bile reddettiği tek adamcılığı, bugün vura kıra getirmeye çalışanlar, sandıkla seçimle parlamenter demokrasiyi ortadan kaldırıp tek adamcılığı dayatmaya çalışanlar, Atatürk’ü ve durduğu yeri iyi anlamalıdır. Kendisi oralarda değilken; Başkanlık sistemi bir özentinin sonucu veya Amerikan emperyalizminin bize bir tavsiyesidir, diye karşı görüşünü bildirenin, fırsatını yakaladığında kendisini o yetkilere eriştirmek için en büyük başkanlık savunucusu olması herkesi düşündürmelidir...

Çağımızın demokrasi anlayışına göre aşırı gelen bu yetkileri, Atatürk isteseydi verecek bir kitle olduğunu ben de biliyorum. Muhtemelen, O’na duyduğum hayranlıktan, vardır bir bildiği deyip ben de Atatürk’ün bu yetkilere sahip olmasını isterdim. Ancak burada önemli olan, benim veya bir başkasının Atatürk’e diktatör yetkilerini referandumla vermeye Evet deyip dememesi değil, Atatürk’ün bizzat kendisinin, kendisinden bunu bekleyenlere bunun neden olmaması gerektiğini ısrarla anlatmasıdır...