16 Nisan Referandumu öncesi, sırası ve sonrasında yaşadığımız ve hala yaşıyor olduğumuz ağır hukuk ihlalleriyle, asla pes etmeden mücadele etmek tek doğru yoldur. Devletin zorla Evet için çalıştırılması, devlet bütçesinin ve kamu kaynaklarının seçim boyunca Evet için kullanılması, Evet ve Hayır’ı savunanlara medyada eşit propaganda imkanı verilmemesi ve Hayır’ın gerekçelerinin halka Evet’in gerekçeleri kadar anlatılamaması, AYM’nin görevi olduğu halde, referandumdaki açık hukuksuzluklara ve tüm uyarılara rağmen sorumluluk üstlenmemesi, görevini yapmaması, YSK’nın daha seçim devam ederken mühürsüz oyları geçerli kabul etmesi ve söylendiğine göre 2.5 milyon mühürsüz oyu sisteme sokması ve bu kararıyla seçimde kullanılan mühürsüz oyların tespit edilmesini de engellemesi, YSK’nın kendini kanun koyucu yerine koyup emir hükmündeki bir kanunu uygulamaması, dahası Evet çıkmasını sağlayacak şekilde karar alması gibi konular önümüzde apaçık dururken, yapılması gereken tek şey, bu hukuksuzluklarla hukukun bütün imkanları kullanılarak mücadele etmektir...

Hukukun dışında Türkiye’yi normal yaşam koşullarına getirecek başka hiçbir seçeneğimiz yoktur. Çok şanslıyız ki Türkiye’de bu hukuk mücadelesini verecek nitelikli hukuk kurumlarımız ve hukukçularımız hala vardır. Türkiye öncelikle iç hukukun bütün itiraz ve düzeltme kanallarını sonuna kadar ve tüm dünyanın takip edebileceği açık ve şeffaf bir şekilde kullanmalıdır. Parlamenter demokrasimizi zorlama ve şaibeli bir referandumla yok eden, hukuku açıkça yok sayan, bu nedenle kesinlikle yok hükmünde sayılması gereken YSK’nın Anayasa’ya aykırı kararlarıyla mücadelesini, her adımında kamuoyunu bilgilendirerek ve yüzde 50’nin çok üstünde olduğuna emin olduğumuz Hayırcıları bir araya getirerek sürdürmelidir.

AKP’nin Türkiye’ye vura kıra, şaibeli bir seçimle dayattığı, dünyada örneği olmayan Partili Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi dedikleri bu sistem, Türkiye’nin demokrasisine öldürücü bir darbedir ve Atatürk Türkiye’sinin, hepimizin alıştığı hayatın sonudur. Halkın yüzde 100 oyuyla oluşturulan Meclis’in yetkilerinin halkın yüzde 51’inin oylarıyla seçilebilecek bir kişiye devredilebilmesi demokrasi açısından çok büyük bir sorundur ve bu nedenle de meşru değildir. Hayırcılar yüzde 50’yi aştığı kesin olan referandumda Hayır oylarının sonuna kadar takipçisi olmalı ve bu hukuksuzluğu asla kabul etmemelidirler.

YSK’nın, yasanın açık ve emredici hükmü olan, mühürsüz seçim pusulaları geçersizdir kuralını değiştirme yetkisi yoktur. Seçim daha devam ederken yasanın bu emredici hükmünün aksine bir karar almaya yetkisi yoktur. Seçim ve halk oylaması dünyanın en önemli işidir. Bunlarda böyle şaibeli şeyler asla kabul edilemez. Kabul eden yok olur. YSK’nın bu kararının kabul edilmesi demek, bundan sonra bu ülkede bir daha demokratik ve şaibesiz bir seçim yapılamaz demektir. YSK’nın canı istediğinde seçim kurallarına müdahale edebileceği bir ülkede artık seçim yapmanın bir anlamı yoktur. Çünkü açık olarak görülmüş ve dibine kadar yaşanmıştır ki, ülkenin rejimini değiştirecek kadar önemli ve çatışma çıkarabilecek bir referandumda bile seçimlerde hile yapabilen bir erk, bütün seçimlerde bunu tekrar edebilir. YSK’yı kontrol altına alan bir erkin artık seçim kaybetmesi, bu erkin karşısındaki herhangi bir gücün seçim kazanması şansı yoktur.

16 Nisan Referandumu ve sonuçları bütün dünyanın ilgiyle izlediği ve sonucuna göre Türkiye’ye karşı pozisyon alacağı bir referandumdu. Referandumun sonuçlarına göre Türkiye’nin nereye evrileceğini bugün bütün dünya merak ediyor, dahası endişe ediyor. Çünkü 2002 öncesine dek istikrarlı, güvenilir, dost ve müttefik Türkiye, 2010’larla birlikte artık bu niteliklerini kaybetmiş, güvenilemez ve öngörülemez, istikrarını, hukukun üstünlüğünü, yurttaşlarına sunduğu temel hak ve özgürlükleri yitirmiş bir ülkedir. Dahası radikalleşmenin ve dincileşmenin pençesindedir. AB’ye en yakın konumdaki, dinci terör örgütlerinin kuluçka merkezlerinden ve atlama istasyonlarından biri haline dönüşmüştür.

2002’de 71.100 olan imam hatipli öğrenci sayısı bugün zorla 1.5 milyona yaklaşmış durumdadır. Diğer seçenekler imkansızlaştırılarak çocuklarımız, gençlerimiz zorla imam hatiplere yönlendirilmektedir. Çağdaş eğitimden koparılmış, hurafelerle beyni yıkanmış, çağdaş hukuk değerlerinden uzaklaşmış, idam cezasını geri getirmiş 80 milyonluk radikalleşmiş bir Türkiye, öncelikle yakın coğrafyası olmak üzere bütün dünya için bir tehdittir. Türkiye’nin, demokrasi ve hukuk hiçe sayılarak keyfi idaresi ve keyfi kararlarla yönetilmesi Orta Doğu ülkeleri için, AB ülkeleri için hatta Amerika ve Rusya için bile önemli bir sorundur ve büyük bir risktir. Çünkü Anayasa’yla, hukukla, kurallarla, ahlaki değerlerle, insan merkezli bir anlayışla yönetilmeyen, yaşamsal devlet politikalarını bile günlük siyasi çıkarları için harcayabilen bir Türkiye’nin yaratacağı güvenlik boşluğu, ülkeyi yaşanmaz hale getireceği gibi, çevremizi de istikrarsızlığa sürükleyecektir. Türkiye’ye bugün her zaman olduğundan daha fazla hukukçu lazımdır. Her kafadan bir ses çıktığı bu ortamda, doğruları söyleyecek ve bizi bu cendereden çıkaracak kişiler hukukçular olmalıdır.