AKP’nin ve Tayyip Erdoğan’ın artık şaşıramadığım en inanılmaz başarısı, 15 yıllık mutlak iktidarlarına ve çok partili rejimde bu ölçekte hiç kimseye nasip olmamış rakipsiz güçlerine rağmen, hala bütün bu yıkımla, kaosla, korkunç geriye gidişle, demokrasimizin ağır kayıplarıyla ve dış ilişkilerimizin kepazeliğiyle ilgili hiçbir şekilde sorumluluk almamaları ve tüm bu yanlışlar, kayıplar, bedeller, tazminatlar için hep başkalarını suçlu, sorumlu, kabahatli gösterebilmeleridir. Bence siyaset akademilerinde siyaset hayatında olabilecek en korkulası örneklerden biri olarak okutulmalıdır. Gerçekten de üzerine yüzlerce doktora tezi yazılabilecek kadar değerli bir deneyimdir. Yaşaması çok zordur ama ilerisi için muazzam bir öğretmendir. Eğer bu dersleri alanlar yeni nesillere doğru düzgün aktarmayı başarabilirlerse…

AKP, Meclisteki çoğunluğuna dayanıp demokrasiyi, tüm kesimlerin istek ve ihtiyaçlarını, düşüncelerini dikkate alan çoğulculuk değil de sadece kendi kitlesinin istek ve ihtiyaçlarına cevap veren, geri kalan herkesin de buna uymak zorunda olduğu çoğunlukçuluk olarak yorumluyor. Bütün siyasi kurgusunu da böyle tasarlıyor, uyguluyor ve akıl almaz bir şekilde kendilerine oy veren toplumun %50’sini de bunun doğru olduğuna inandırabiliyor. Geri kalan %50’yi demokrasi, hukukun üstünlüğü, temel hak ve özgürlükler, gelecek kaygısı bağlamında dehşete düşürme pahasına...

AKP tam 15 yıldır, son derece profesyonelce hazırlanmış algı yönetimi operasyonları ve yalanlarla iktidarını pekiştirdi. Ellerinde, yasalara takılmama güvencesiyle, bütün muhaliflere karşı acımasızca kullanabildikleri müthiş güçlü ve tehlikeli bir enstrüman var; Havuz Medyası. Müthiş bir beceriyle geniş kitlelerin algılarını yönetmek için kullanıyorlar, her gün, her saat. Davos fatihinden, tek başına Avrupa’yı titreten kadına, Asrın liderinden Amerika’yı Müslümanlar keşfettiye, herkesin kıskandığı Hızlı Trenimizden Türkiye’deki özgürlükler Avrupa’dan fazlaya kadar uzanan sayısız megalomanik, abartılmış başarı öyküsünü, ülke medyasının belki de dörtte üçünden fazlasını oluşturan havuz medyasıyla sürekli tekrar ederek ve her ortamda, her kanalda, her fırsatta kendilerine oy veren kitlenin karşısına çıkartarak yıllardır inandırmayı başarıyorlar. Dahası işin doğrusunu anlatmaya çalışanları da yanlış gösterebiliyorlar hatta ötekileştirebiliyorlar ki burası çok tehlikeli...

Hitler’in Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanı Joseph Goebbels’in ünlü sözünün nasıl gerçek olabildiğini anlayamazdım bir türlü. Hitler nasıl olur da 20. yüzyılda onca insanı, birlikte yaşadıkları bir etnik grubu komple katletmeye ikna edebildi diye. Akıl almaz bir şekilde gerçek olabilirmiş; Yeterince büyük bir yalan söyler ve ısrarla tekrar ederseniz, insanlar sonunda buna inanacaklardır. Yalan, devletin halkı yalanın politik, ekonomik ve / veya askeri sonuçlarından koruyabildiği durumlarda sürdürülebilir. Dolayısıyla devletin karşıt görüşleri baskılamak için tüm güçlerini kullanması hayati önem taşımaktadır; çünkü gerçek yalanın en büyük düşmanıdır ve dolayısıyla gerçek devletin en büyük düşmanıdır. Bunun nasıl olduğunu anlayabiliyorum artık. İşin sırrı, başka bir şey görmesine fırsat vermeden sürekli aynı şeyin propagandasını yapmak. Aynı şeyi benzer mesajlarla farklı şekillerde her yerde karşısına çıkarmak. Hayatın doğrusunun bu olduğuna, herkesin zaten öyle düşündüğüne, öyle gördüğüne emin olmasını ve bu sahte güvenlik ve konfor alanında kendini iyi ve normal hissederek yaşamasını sağlamak. Tabi bu süreçte kitlelerin cebine dokunacak ekonomik sıkıntı yaratmamak da olmazsa olmaz şart...

Burada anlamamız gereken en önemli şey; Hala ve her şeye rağmen AKP’ye inanmaya devam edenler AKP’yi bizim gibi görmüyorlar. Allah korkusu olan, hep mağdur edilmiş, iyi niyeti ve ülkeye hizmetleri suiistimal edilmiş ama yine de Avrupa, Amerika, Rusya, İsrail vs tüm dış hasımlara ve içerideki 90 yılda bir çivi çakmamış CHP zihniyetindekilere ve diğer hasımlara karşı müthiş bir mücadele vererek, İMF’ye borçlarımızı bitiren, Türkiye’yi alan ülkeden veren ülkeye dönüştüren, dünyada büyük saygınlığımız olmasını sağlayan lider ve parti olduğuna inanıyorlar. Büyük Yalan doktrini olarak bilinen kara propagandayı mükemmel uygulayan AKP, kendi kitlesini hala ve her şeye rağmen yanında tutmayı başarıyor...

Vahdettin; Bir millet var, koyun sürüsü, ona bir çoban lazım, o da benim, diyordu. Bugün hala kendini çoban milleti de koyun sürüsü zannedenler var akıl almaz bir şekilde. Atatürk’ün Saray’dan alıp Türk Milleti’ne verdiği egemenliği, 16 Nisan katakulli referandumuyla milletten çalıp saraya geri vermeye çalışan emperyalizmin yeni çobanları. Anayasa değişikliğiyle Türkiye’ye yapılmak istenen şey, devletin yetkilerini, milletin egemenliğini devletin başındakinin, kendi seçeceği yardımcılarıyla, hemen tüm gerekli kurumlara kendi atayacağı bürokratlarla ve kaçınılmaz olarak oluşacak yeni hanedanlarla koca ülkeyi babasının çiftliği gibi yönetmesi. Çünkü emperyalizm, her zaman tek adamı satın alıp yönetmeyi koca bir parlamentoyu ikna etmekten, satın almaktan daha kolay bulmuştur. Cumhuriyeti kuran ve yaşatan TBMM’yi, TBMM Hükümetlerini, Bakanlar Kurulu’nu, Milli Güvenlik Kurulu’nu, yani Devletin yaşamsal tüm organlarını sakatlayarak tüm yetkileri tek bir kişinin ve etrafındakilerin keyfine ve iradesine bırakmaya çalışmak, milleti koyun, kendini de çoban sanmaktan başka bir şey değil. Oysa bu çağın liderliğine ne çobanlık yakışır ne de bu çağda koyun kalınır...