AKP kendisini Türkiye’ye ve bütün dünyaya muhafazakar demokrat bir parti olarak tanıtarak yola çıktı ama asla öyle davranmadı. Yeni Osmanlıcı - muhafazakar ve demokrat bir çizgide olduğunu savundu ama fırsatını bulduğu her seferinde de radikalleşmekten hiç geri durmadı. Yeni Osmanlıcılığı o kadar abarttı ki ecdatperestliğe kadar uçurdu. Bizim ecdadımız mükemmel ve hatasız varlıklardı, hep doğruyu yaptılar ve söylediler diye abartılmış hikayeler anlatarak, tarihi çarpıtarak iyisi – kötüsü, doğrusu – yanlışı, azı – çoğu, suçlusu – suçsuzu, güzeli – çirkini yani insana, topluma ait olan her şeye doğal olarak haiz olan atalarımızı masal kahramanları gibi yücelterek, oy deposu olarak gördükleri kendi kitlelerinin beynini yıkadılar ve çağdışı kalmışlığın getirdiği ezikliklerini ve komplekslerini aşırı ve saldırgan bir özgüvenle yer değiştirdiler...

Muhafazakarlıklarını İslami değerlere, geleneklere ve yüce Peygambere saygı ve bağlılık diye gösterdiler ama rüşvet yemekten çocuk tecavüzüne, çevre ve doğa katliamından sınav soruları çalmaya, zimmetine para geçirmekten vatana ihanete kadar her tür korkunç suçu işleyenleri, sadece bizden diye korudular, kolladılar, yargılatmadılar bile. Demokratız diye kendilerini pazarladılar ama her fırsatta en temel insan hak ve özgürlüklerini kısıtladılar. Duyulmasını istemedikleri her konuya yayın yasağı getirdiler. İşlerine gelmeyince her seferinde Twitter, Facebook, Youtube, Wikipedia gibi dünyanın en büyük sosyal medya ve internet kanallarını hiçbir yasal dayanağı olmadan yasakladılar. Cumhurbaşkanı’na hakaret bahanesiyle koca ülkeyi sansüre ve oto-sansüre mahkum ettiler. Sesini yükselten lise öğrencilerini bile sosyal medya mesajlarından göz altına aldılar hatta tutukladılar. Oğullarını, kızlarını, damatlarını, akrabalarını, yedi sülalelerini devletin bütün makamlarına yerleştirdiler. Çocuklarını başına getirdikleri vakıflara, devletten ve yerel yönetimlerden sonsuz kamu kaynaklarını peşkeş çektiler. Şimdi bu kaynaklarla ülkemize şeriat getirmek için bütün güçleriyle çalışıyorlar...

Kendilerinden önceki hükümetin, 17 Ağustos 1999 Gölcük Depremi’nin korkunç kayıplarının yarattığı acı farkındalıkla İstanbul’da ilan ettiği 500’e yakın deprem toplanma alanının 400 küsurunu bile imara açıp trilyonlar götürdüler. Yine kendilerinden önceki hükümetin, özellikle büyük şehirlerin depreme karşı dayanıklılığını artırmak amacıyla kullanılmak üzere oluşturduğu geçici vergiyi keyfi olarak başka yerlerde kullandıkları yetmediği gibi bir de kalıcı hale getirdiler ve asla bu fonda toplanan 60 küsur milyar TL’nin hesabını vermediler. Depremde insanlarımız ölmesin, mağdur olmasın diye kendilerinden önceki hükümetin ürettiği bütün kaynakları ceplerine doldurdular. Ülkenin en hassas noktası, en büyük korkusu depremden bile rant çıkardılar. Aynısını İşsizlik Fonu’nda da yaptılar, bu fonda biriken 100 küsur milyar TL’nin sadece %10’u işsizler için kullanıldı, gerisi yine keyfi ve amacı dışında harcandı. Koca ülkenin inanılmaz kaynaklarını her fırsatta zimmetlerine geçirdiler. Ülke yoksulluktan kırılırken, AKP’nin kodamanları bizim paramızla dünyanın en zenginleri arasına girdiler...

AKP’nin muhafazakarlığı bir yalandır. Bu yaptıklarının hiçbirinin dinde, İslam’da, hukukta, ahlakta yeri yoktur. Demokratlığı sadece bir göz boyama ve aldatmadır. Geldikleri günden beridir hırsızlıklarını, suçlarını ve ihanetlerini örtbas edebilmek için kullandıkları enstrümanlardır. Yeni Osmanlıcılıkları da, tarihi tahrif eden rezil bir görgüsüzlükten, uydurma bir yalan dünyadan, gerçeklerden kopuk bir hayal aleminden başka bir şey değildir. Bunca suçu her seferinde vatandaşın bilgisinden saklayabilmelerinin sırrı da, kamu kaynaklarıyla zengin ettikleri yandaş müteahhitlerden topladıkları paralarla oluşturdukları, kah satın aldıkları kah yeni kurdukları, profesyonel yalancı havuz medyasıdır. Türkiye’nin yaygın medya gücünün %80’ine ulaşan yandaş medya, AKP’yi kurtarmak için, 7x24x365 nefes almadan yalan söylemekte ve algı yönetimi yapmaktadır...

AKP, Türkiye’de de, yurt dışında da hep yaptığından başkasını söyledi, anlattı. İçerideki bütün hak ve özgürlük kısıtlamalarına, suçlarına, yolsuzluklarına rağmen, bu iş için planladıkları havuz medyası sayesinde ve yüzleri kızarmadan söyleyebildikleri yalanlarla, hem istedikleri algıyı toplumun yarısının üzerinde yaratmayı hem de Avrupa’yı ve bütün dünyayı gerçeklerin tam tersine inandırmayı başardılar. Bu sayede baskıcılıklarını, zorbalıklarını, hak ve özgürlük tanımazlıklarını, suçlarını uzunca bir süre örtbas edebildiler...

Oysa AKP düpedüz şeriatçı bir partidir. Daha geldiklerinin 6. yılında, laik Türkiye Cumhuriyeti’ne saldırıları yüzünden açılan kapatma davasında, laikliğe aykırı fiillerin odağı olduğu tespit edildiği halde, Anayasa Mahkemesi’nde sadece 1 oyla kurtulabildiler. Devlet de millet de, o gün onca kanıta ve Anayasa’mıza rağmen AKP’yi durduramamanın bedelini ödüyor o günden beridir. Herkesin aklını başına toplaması gerekir, bu konularda son pişmanlık fayda etmez. Siyasal İslam’ın yıkıcı ve yok ediciliği hakkında, gözlerimizin önündeki sınır komşumuz İran’dan ders almak gerekir. İran halkı şeriatçıların geldiğini, gözlerinin önündeki bütün emarelere rağmen göremediler, belki de inanmak istemediler ama sonuç değişmedi. Tarihte büyük iz bırakmış güçlü Pers kültürünün mirasçısı İran, neredeyse 40 yıldır bağnazlığın, gericiliğin ve yobazlığın aşırı baskıcı, bütün hak ve özgürlüklerin kısıtlandığı bir eziyet ortamında yaşamak ve bir umut mücadele eden çok kıymetli aydınlarını zorbalığın ve dinci faşizmin acımasız dişlilerinde feda etmek zorunda kaldı ve yine de şeriatın kıskacından kurtulamadı. Bugün İranlılar, 40 yıl geçmişte sahip oldukları özgürlüklerini artık ancak evlerinde, kapalı, gizli mekanlarda, özel ortamlarda yaşayabiliyorlar, yakalandıkları taktirde çok ağır cezalar alma pahasına...