21. yüzyılın ilk çeyreğinde, yaşamak zorunda kaldığımız, Türkiye’ye çok pahalıya patlayan ve maalesef daha da devamı olan AKP travması, bir açıdan, geçtiğimiz yüzyıllarda Amerika’nın gerçek sahibi Kızılderililerin ve Afrikalı yerlilerin kendi topraklarında yaşadıkları yıkımın utanç verici bir benzeri. Bu çağda hala, elinde Kuran var diye, Allah’ı ve Muhammed’i dilinden düşürmüyor diye, alnı secdeye değiyor diye, İslam’ı gösterişli yaşıyor diye bir siyasi partinin peşinden gitmek, din ile, Allah ile, Kuran ile aldatılmaya da davetiye çıkarıyor ve bu tuzağa düşenleri kitleler halinde mankurtlaştırıyor...

Bütün çağdaş ülkelerin ilk iş laikliği benimsemesi ve Anayasa ile koruma altına alması da bu yüzden zaten. Çünkü din, insanların inançlarına, vicdanlarına, duygularına dokunur. Toplumsal hayatta ve siyasal alanda eşit koşullu rekabet edilebilecek bir alan değildir. Din dindir ve sadece diğer dinlerle, daha fazla inanan için rekabet etmelidir. Oysa insanların dini duygularını ve hassasiyetlerini istismar ederek siyaset yapmak, bunu yapmadan siyaset yapanlara karşı büyük bir avantaj elde ediyor ve daha baştan büyük fark yaratıyor. Eğer laiklik ilkesiyle siyasi mücadele alanı dinin baskılayıcı etkisinden korunmuyorsa, kazanılması imkansız bir siyasi rekabete dönüşüyor. Atatürk’ün ölümünden hemen sonra, Türkiye’de siyasi faaliyetlerin, dini tarikatları ve ticareti de içine alarak bir zenginleşme ve nüfuz elde etme aracı olarak kullanılması, yıllar içinde laik kesimlere ve biat etmeyenlere karşı büyük bir baskıya dönüşen siyasal İslam canavarını yarattı. Türban mağduru edebiyatı yaparak iktidara gelenler şimdi kendileri ülkede sayısız mağdur yarattılar...

AKP’nin her tür Anayasal suçu işleyerek, vura kıra yaratmaya çalıştığı Yeni Türkiye, Kenya’nın ilk devlet başkanı Jomo Kenyatta’nın ünlü sözünü hatırlatıyor bana; Avrupalılar geldiklerinde onların elinde İncil, bizim elimizde ise topraklarımız vardı. Bize gözlerimizi kapatıp dua etmeyi öğrettiler. Gözlerimizi açtığımızda baktık ki İncil bizim, topraklarımız ise beyazların elindeydi.

AKP iktidara geldiğinde elinde Kuran’la birlikte bol bol dini ve hamasi söylemi vardı, bizim de güzeller güzeli bir ülkemiz. Toplumsal barışımız, huzurumuz, canımızla, malımızla güvende hissettiğimiz, gurur duyduğumuz bir Türkiye’miz, gelecekle ilgili umutla dolu bir yaşamımız vardı. Şimdi, gereğinden aşırı derecede fazla olan, her köşe başında imam hatiplerimiz ve camilerimiz, niteliğini, niceliğini devletin bile bilmediği kadar çok Kuran kurslarımız var. Devletin neredeyse bütün kurumları tarikatlar ve cemaatler tarafından ele geçirilmiş durumda. Kutlu Doğum Haftası gibi, hiçbir Müslüman ülkede olmayan uydurma bir yeni İslami geleneğimiz var. AKP’nin elindeyse topraklarımız, limanlarımız, marinalarımız, yollarımız, köprülerimiz, tünellerimiz, havaalanlarımız, hastanelerimiz, madenlerimiz, HES’lerimiz, Enerji santrallerimiz, dev şirketlerimiz, kısacası neredeyse ülkenin bütün ekonomik gücü var. AKP, beyaz adamın Afrika’lı yerlilere yaptığı gibi, koca Türkiye’yi din ile, Allah ile aldattı ve ülkeyi baştan sona camilerle, imam hatiplerle, Kuran kurslarıyla, İslami her şeyle doldururken, ülke ekonomisinin can damarlarını kendi üzerine geçirdi ve haliyle ülkeyi iflasın eşiğine getirdi...

Dayattıkları Anayasa değişikliğiyle, Türkiye’yi bir parti devletine dönüştürerek bu durumu geri döndürülemez hale getirmeyi ve yol açtıkları bu korkunç sorunlar için asla yargılanmamayı hedefliyorlar. Laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye’nin imkanlarını sonuna kadar istismar edip muazzam bir siyasi ve ekonomik güce eriştiler ve artık sıra geldi, kendilerini bu güce eriştiren demokratik devleti yıkarak kendi parti devletini kurmaya. 16 Nisan referandumu, her şeyiyle Anayasa’ya aykırı bu durumu meşru hale getirmek için yapılıyor...

Hafta başında hepimizi yakından ilgilendiren bir haber düştü medyaya. Azerbaycan'da, 26 Eylül 2016'da, bizimkine benzer bir referandum sonucunda yapılan Anayasa değişikliğiyle, "cumhurbaşkanı yardımcıları" makamları oluşturuldu. Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev de ilk iş olarak, eşi Mihriban Aliyev'i cumhurbaşkanı birinci yardımcılığı görevine getirdi. Yeni Anayasa’ya göre bu makamlara atamalar ve görevden almalar cumhurbaşkanı tarafından gerçekleştiriliyor. Cumhurbaşkanının olmadığı durumlarda tüm yetkileri, kendisi gibi dokunulmazlık hakkına sahip cumhurbaşkanı birinci yardımcısına geçiyor. Artık nasıl ikna ettilerse ülkenin yüzde 86’sını, bir katakulliyle karı koca cumhurbaşkanı oldular Azerbaycan’a...

Batı kültürleri için ancak komedi filmlerinde olabilecek trajikomik ama annemin de memleketi olan ülkenin vatandaşları için acınası bu durum, bu tür adamların bu tür yetkileri boşuna istemediğinin kanıtıdır. Eğer bir lider sizden, çağdaş dünyada ve çağdaş demokrasilerde olmayan bir takım akla ziyan, aşırı yetkiler istiyorsa, emin olun bunları kullanmak için istiyordur. Burada sakın yanılmayın. Geçirilmek istenen Anayasa’ya aykırı Anayasa değişikliği paketinde ne yazdılarsa hepsini kullanacaklarına emin olmalısınız. Şoförünü milletvekili, damadını Enerji Bakanı, oğlunu gemicilik sektörünün devi yapan, aile bireylerinin başında olduğu vakıflara sonsuz kaynak aktaran, ehliyete, liyakate bakmayıp devlet kurumlarını kendi eşi, dostu, okul, mahalle, asker arkadaşlarıyla dolduran zihniyet, bu yetkilerle pekala aile bireylerini, tıpkı Azerbaycan Cumhurbaşkanı’nın kendi olmadığı durumlarda eşini cumhurbaşkanı yapması gibi, kafasına göre her makama getirebilir...

Burada kendimize soracağımız soru çok basittir; Biz bunlara razı mıyız? Bu çağda, devleti yönetme yetkisinin tek bir kişide toplanmasına Evet mi diyoruz, Hayır mı? Bundan sonra bir veya birkaç kişinin veya birkaç ailenin devletin her şeyine ilelebet hakim olmasını istiyor muyuz? Ben koca bir Hayır diyorum ve bu uğurda mücadele edeceğim, ya siz?