“Nerde kaldın” diye soranlara sevgilerimi göndererek başlıyorum.  Çok uzaklara gittik. Kızım Ayşe Su ve ben, ikimiz. Turla, organizasyonla değil. Bir başımıza.  Biraz tarihini,  coğrafyasını,  geçmişini, biraz bugününü okuyarak yola çıktık. Bütçemize uygun günlük kiralanan pansiyonlar bulduk. Bu uzak ülke insanlarının yaşadığı evlerde kaldık. Bizim Anadolu kültürüne benziyordu. Evin kapısından ayakkabı çıkartarak girdik. Gece yer yataklarında yattık.
Gözlemlerimi  yazayım.

* * *

8 bin Taksim Meydanı.
450 gökdeleni.
2 bin Fatih Semti.
3 bin Üsküdar semti.
4 bin Eyüp semti.
20 bin Gülhane parkı büyüklüğündeki alanları toplanma ve dağılma merkezi yapan tertemiz, bakımlı, özenli, tek bir çöpe, sigara izmaritine, kire, plastik artığına, hoyratlığa ve hırpaniliğe rastlanamayan sokaklar, 60’ı aktif, 500’den fazla yanardağ ortasında uzanan ovaya yerleşmiş bu büyük metropolde ben diyeyim 10 İzmit şehri, 30 Adapazarı şehri, 50 Tekirdağ şehrini kucaklayacak sayıda ve yılda yaklaşık 1500 defa tekrarlana gelen depremleri sinek vızıltısı bile saymayan  konutlar, demir ile camı, ışık ile açık alanı birbirine sevgili yapmış kentsel mimari örtü, mahallerin ve semtlerin etrafını sarmış yemyeşil dağlar, dağlar, dağlar...  İnançlarına göre iyilik habercisi tanrıların evleri olarak düşündükleri için imar rantına ve maden ocağı iştahına kurban edilmemiş dağ eteklerinde düzgün taraçalar... İster tepede ister alçak zeminlerde inşa edilmiş olsun tabiatın ve manzaranın bir parçası olarak tasarlanıp kondurulmuş yapılar...  Hızlı akan dereler.  Ortancalar, zambaklar, hatmi çiçekleri, Japon gülleri arasından geçen ve İstanbul’un metro ağının 100 misli fazla demiryolu,  alışveriş merkezlerine kadar giren mermi trenleri ile bu kent, bir günün 24 saatini, bu şanslı insanlar için 2 bin 400 saate genişleterek yaşıyor.
Tokyo!
Dünyanın en büyük metropolü.
35 milyon nüfusu var.

* * *

Böyle bir kentte ve gittiğimiz diğer kentlerin hepsinde kimisi genç, kimisi orta yaşlı, kimisi, belli ki evli,  bisikletli kadınlar gördüm. Pazara ya da alışveriş merkezine uğramış. Aldıklarını bisikletinin arkasında sepete yerleştirmiş,  okula uğramış( Temmuz da bile önce evrimi öğreten eğitim sürüyor), çocuğunu almış, onun da ayrı bisikleti var, anne ve oğul ya da kız, peş peşe evlerine dönüyorlar. Anne bir eliyle yakıcı temmuz güneşinden korumak için şemsiyesini tutuyor, diğer eliyle bisikleti kullanıyor. 35 milyonun yaşadığı böyle bir kentte, annelere trafik tacizine uğramadan bisikletle işe, alışverişe, parka, okula, işe, kütüphaneye, hükümet binasına, lokantaya, tapınağa, müzeye, manastıra gidebilecek ve sinir sistemi harap olmadan sağ salim evine dönebilecek bir şehir planlaması yapılabiliyormuş.

* * *

Dönüşte uçak dünyanın en güzel tabiat parçasında kurulmuş İstanbul’da inişe geçtiğinde kızıma; “ne doğusu, ne batısı, kendi ülken en iyisi...” demiştim.
İstanbul’a indik.
Şehri sel almıştı.
Caddeler nehir!
İnsanlar, Fatih, Üsküdar, Eyüp gibi tarihi semtlerde bile  sokaklarda su içinde çırpına çabalıya yüzüyordu.  Bu şehri 20 yıldır aynı zihniyetin kadroları yönetti.
Çok vergi aldılar.
Har vurup, savurdular.
Bütün şehirlerimiz cinnete düştü. Döndüğüm gün gazetede; “Maliye ile Belediyeler bir oldu emlak vergilerini yüzde 700 artıran bir yeni soygun planlıyorlar” haberini okudum.
Japonya, zengin ülke.
İyi yönetiliyor.
Bunun için uygar, ileri.
Çalmadan yönetiliyor.
Bunun için üçüncü büyük.
Biz çok kötü yönetiliyoruz.
Soyularak yönetiliyoruz.
20 yılımı geri istiyorum.
YARIN: Harakiri yapardı.