Senaryosu gerçek, oyuncuları gerçek, figüranları gerçek, çekildiği sahneler ve izleyenleri gerçek filmin en heyecanlı yerindeydik. Dikkatler bilenmiş, idrakler keskin; “filmin sonu ne olacak, istifa ederim dediydi, istifa mı edecek” diye bekliyorduk.
MAN Adası filmi koptu.
Yerine Lozan kondu.
“Hayırlı Rıza” filmi oynuyordu.
O da koptu.
Yerine “Casus Rıza” kondu.
Lütfen filmi koparmayınız.
Gündemi değiştirmeyiniz.
İzlemeye başladığımız filmi sonuna kadar, ağız tadıyla, geride hiçbir kuşku bırakmadan, ne olup bittiğini anlayarak seyretsin bu millet.
Yarım film!
Seyirciyi aldatma!
Tahrik var.
Tatmin yok.
Man Adası filminin “giden paralar ile gelen paraların” eniştenin kurduğu naylon şirkete bağlanıp bağlanmayacağını anlatan sahneye geçilirken kopması ve yerine “Lozan’ı güncelleyelim” filminin konması izleyiciyi boşluğa itiyor.
Sevr bölünmedir.
Lozan birleşme.
Sevr yırtıldı.
Lozan yazıldı.
Lozan, Türkiye ile sadece Yunanistan arasında imzalanmış bir anlaşma değil. Türkiye’yi parçalamak isteyen devletler (İngiltere, Fransa, İtalya ve diğerleri)  ile onlarla işbirliği yapan Padişahlık düzenine karşı “kanla ve irfanla verilmiş bir kurtuluş savaşının” sonunda imzalandı. Açıkça yazılmasa bile Yunanistan topraklarında kalan Müslüman Türkler ile Pomakların haklarını savunmak da Lozan Antlaşması’nın bir parçası sayılıyordu.

* * *

Bu yüzden diyorum:
Lütfen “MAN Adası filmi  ile  Hayırseverken iyi  ABD casusu olunca kötü Rıza filmini” yarı yerlerindeyken koparmayınız.
Sonunu görelim.
Bu iki film de zaten biri öbürünün devamı sahne, oyuncu, figüran ve fonda ise aynı müzik ile geçiyor. İç bağlantılı filmler. MAN Adası’nda; “dünür, enişte, kardeş, oğul isminin yazıldığı dekontlar... Dışarıya giden paralar... Dışarıdan gelen paralar... Nereden bulundu bu paralar... Nasıl kazanıldılar? Neyi aldılar, neyi sattılar? Eniştenin MAN Adası’nda naylon şirket kurma işadamlığı destanı...” sahnelerini izlerken “para bankadan bankaya gitti” denilerek film en heyecanlı yerine gelmişti.
Gözü kör olsun para!
Ayakları yok ki!
Yaya yürüyerek gitmez.
Bankadan bankaya gider.
Alıcısı kim?
Yollayan kim?
Bunu öğrenecektik.
Film koptu.
Işıklar yandı.
Dekontlar savcılığa verildi. Savcılığın işi: Bilirkişi seçelim. MASAK’a soralım, Bankalar Birliği’nden görüş alalım, TÜBİTAK’ın raporunu bekleyelim.  Yani; “bankadan bankaya giden paranın yollayanı kim, alıcısı kim” sorusu buzdolabına konulmuş oldu.
Yazık oldu, güzel filme!

* * *

Öbür yandan “ABD Casusu Hayırsever  Rıza Filminde” de “İran’dan doğalgaz ve petrol almak için boru döşemiş, anlaşmalar yapmış Türkiye, aldığı enerjinin parasını kapı komşusuna tarım ürünü, gıda ürünü, ilaç satarak ve böylelikle kendi üreticisine, çiftçisine, işçisine, KOBİ’sine, sanayicisine kazandırmak yerine niçin Rıza’ya ihtiyaç duydu? Alnı secdeden kalkmayan bakanlara, bakan oğullarına, devlet bankasının genel müdürüne, dost akrabanın vakıflarına rüşvet dağıtılması ihtiyacı mı Rıza’yı yoktan var etti? MİT raporla uyardığı halde Rıza’nın rüşvet dağıtması niçin Türkiye’de adaletten ve Meclis’ten kaçırıldı?” sorularını canlı tutacak sahneleri izliyorduk.
Lütfen!
Filmi koparmayınız.