Patlamasız, saldırısız referandum sabahına varacağız, öyle gözüküyor.

Hayır diyeceklerini açıklayanlara ya da sokaklarda Hayır kampanyası yapmak isteyenlere yönelik saldırılar ve hakaretler hariç, oldukça sakin bir kampanya dönemi geçiriyoruz.

7 Haziran’dan 1 Kasım’a kadar geçen sürede yaşananları hatırladıkça, bu halimize şükrediyoruz, malum.

*  *  *

16 Nisan sabahı Türkiye kaderini oylayacak.

Geçen 14 yıl içinde öyle olaylar gördük ki, sadece tek bir cümle ile tümünü alt alta yazsak kimse inanmaz !

Onun için bu “kaderini oylayacak” lafının da içi boşaldı, farkındayım, ama gerçek bu.

90 yıldır aksasa da, sıkıntıları olsa da Türkiye’yi medeni dünyanın bir parçası yapmaya çalışan Cumhuriyet’le yaşıyoruz.

Bugün “medeni dünya” tanımının içeriği değişti biliyorum, kapsamı dönüştü, yine de hala öyle bir dünya var.

Ve ülkemiz her geçen gün o dünyadan uzaklaşıp, ‘tek bir adamın zihnindeki meçhule’ hapsoluyor.

İşte 16 Nisan sabahı oylayacağımız tam olarak budur.

O sandık başında belki de ilk defa hiç aklımıza gelmeyen bir şeyi düşünmeliyiz, bundan sonra bu ülkeye ne olacak ?

Torunlarımız nasıl bir ülkede yaşayacak ?

Biliyorum, bugüne kadar seçmen genellikle “günlük reflekslerle” oy verdi, kimisi geçim, kimisi yaşam tarzı derdinde...

Ama bu 16 Nisan sabahı kendimiz için değil, bizden sonrakiler için oy kullanayacağız.

Ben tüm bu demode siyasi numaralara, toplumu birbirine kırdırma çabalarına rağmen Türk halkının bu sorumlulukla oy kullanacağına inanıyorum.

Rahmetli anneannem “bir şeyin sırçası kırıldı mı, tamiri imkansızdır artık” derdi.

14 yıldır bu ülkenin sırçasını kırmak isteyenler başaramadılar.

16 Nisan sabahı da yine başaramayacaklar.

Duvarın ardındaki Meksika


Hafta sonunu bir basın daveti nedeniyle Meksika’da geçirdim.

110 milyonluk bu Latin Amerika ülkesi, pek çok açıdan bize çok benziyor.

Uzun yıllar İspanyol etkisinde kalan ülke, koyu Katolik inancının izlerini hala taşıyor.

Bütün o uyuşturucu kartelleri, mafya hesaplaşmaları ortasında son derece muhafazakar bir toplum Meksika.

Benzinliklerde dahi Meryem’in küçük heykellerini, dua odaları bulabilirsiniz.

Eğitim ne yazık ki son derece sorunlu, 35 ayrı dilin konuşulduğu ülkede resmi dil İspanyolcayı bile okuyup yazamayan çok sayıda insan var.

Ve tahmin edeceğiniz üzere toplumun yüzde 60’ı fakir. Ayda 200 dolar gibi bir gelirle yaşıyorlar.

İyi de denizlerinde petrolü, eşsiz kahve ve kakao tarlaları olan, coğrafyası ile turizm rekorları kırabilecek nitelikteki bu ülke neden hala bu kadar fakir ?

1900’lerin başında kendi devrimini yaşayan ülke, güçlü Meksika olacağız derken kendini Başkanlık sisteminin kollarında bulmuş.

Bizimkilerin de bir kaç yıl önce “en iyi onlarınki” dedikleri Meksika tipi Başkanlık’ta, Başkan yüzde 9 oyla bile yıllarca görevde kalabilir.

Başkan’ın ve çevresindeki 1000 kişilik yakın halkanın gelirleri çok yüksek. İnsanın içini acıtan bir gelir adaletsizliği...

Son gün sokakta yürürken birlikte olduğumuz gazeteci dostlara sordum “Meksika’dan çıkan büyük bir isim var mı ? Sanatta, sporda, bilimde, siyasette, felsefede... ? “

Birlikte düşündük, aklımıza Frida Kahlo ve bir kaç sporcudan başkası gelmedi.

Ne hazin...

Meksika’dan bize çok dersler var.

Canım Kızım;


“Kimin bacaklara ihtiyacı var, benim uçmak için kanatlarım var... “ Frida Kahlo