İş dünyası son 14 yılda sayısız kriz atlattı.
Çoğu “siyasi”, bir bölümü de küresel ekonominin getirdiği dalgaların tümünden sağ salim çıktı.
Döviz ve faiz kavgalarından yara alsa da, yıkılmadı.
Ama son günlerde bir konu var ki…
İş dünyasını kara kara düşündürüyor.

*  *  *

Hem gittiğim yabancı ülkelerde konuştuğum Türk işadamları, hem de birkaç haftadır bulunduğum masalarda anlatılanlar yepyeni bir krizin habercisi :
Batı dünyası, “Made in Turkey” yani “Üretim Yeri Türkiye” etiketli ürünleri boykota hazırlanıyormuş.
Bu, ekonomide ve istihdamda Türkiye’nin hala en büyük kozu olan “üretim avantajının” elinden alınması demek !

*  *  *

Aslında, ekonomistler, kalkınma ve büyüme uzmanı akademisyenler yıllardır hep uyardı : sadece ucuz iş gücü ve düşük hammadde maliyetlerine dayanan bir üretim modeli rekabette sürdürülebilir değil diye…
Dinleyen pek olmadı.
Türk İş Dünyası da bir noktaya kadar halinden memnundu, özelikle burada ucuza üretip, döviz kuru avantajıyla kar eden ihracatçının keyfi tıkırındaydı.
Zaman zaman, Türk markaları “yenilikçi fikir, teknolojik icat” gibi özgür düşünce ve nitelikli insan kaynağına dayalı alanlarda sıkıntı yaşasa da, “vasat” halen idare edilebilir, hatta karlı bir şey.
Fakat bu eninde sonunda patlayacaktı. Şimdi bu “olası boykot” gündemiyle, anlaşılan yumurta kapıya dayandı !

*  *  *

Peki bu boykot ihtimali gerçeğe dönerse ne olur ?
Vallaha, hiç iyi şeyler olmaz !
Düşünün Almanya otomotiv yan sanayini, Amerika tekstili, Avrupa gıdayı, sırf “Türk Malı” ya da “Üretim Yeri Türkiye” diye almamaya başlarsa…
İşte iş dünyasının bu aralar uykularını kaçıran da bu.
Sırf bu kaygılar nedeniyle bazı iş kollarındaki markaların “üretim yerlerini” Türkiye’den başka coğrafyalara almayı düşündüğünü bile duydum…

*   *  *

Peki böylesi bir boykot sadece “işveren”i mi ilgilendiriyor ?
Tabii ki hayır.
İşadamı kendine illa ki bir çıkış bulur.
Peki ya işçi ? Yani tekstilde, tarımda, sanayide çalışan ve belki de çoğu AKP seçmeni olan kadınlar, erkekler, gençler… ?
Onlar hiçbir şeyden haberleri olmadığı gibi, bu riskten de habersiz.
Oysa ki maalesef bu endişe verici boykot senaryosunun en dramatik, en hazin sonuçlarını yaşayacak olanlar emekçiler, işçiler..
Dilerim bu boykot asla hayata geçmez.
Ve umarım AKP iktidarı “Reyizi Başgan yapmaya çalışmak” kadar, “milleti” de düşünüyor, bir önlem alıyordur.

Biz bu yazıları kime yazıyoruz ?


Ertuğrul Özkök, bir röportajında “aslında her köşe yazarı her yazıyı tek bir kişi için yazar, her yazı en çok o bir kişi okusun diye kaleme alınır ve bu her yazı için farklı biri olabilir…” diyordu.
Gazetecilik yapmanın giderek içinin boşaltıldığı ve iyice anlamsızlaştığı bu günlerde, ben de sık sık kendime soruyorum “Allahaşkına, kime yazıyoruz biz bu yazıları ?” diye.
Yanıtını buldum.

*  *  *

Ben, tüm yazılarımı tek bir kişi okusun hayaliyle yazıyorum, bir tek kişi : Oğlum Uzay.
Birkaç nedenle; birincisi, Uzay şu anda 14 yaşında. Siyasetle ( aynı evde yaşadığımız için kaçınılmaz olarak ! ) ne kadar ilgili de olsa, henüz büyük resmi tam algılayamıyor.
İstiyorum ki, benden sonra internette yazılarımı tıkladığında Türkiye’nin ne badireler atlattığını, nelerden geçtiğini okusun, görsün.

*  *  *

İkincisi, bütün bu hainliklere, tuzaklara, yetersizliklere ve korkunç baskılara rağmen, hiç değilse bazılarının mücadeleye, gerçekleri yazmaya devam ettiğini fark etsin.
Ve üçüncüsü, ben yazarken Uzay’ın günün birinde bunları okuyacağını düşünerek kendime güç, cesaret ve umut devşiriyorum.
Yani, bizden sonraki neslin yaşayacağı “özgür ve mutlu” ülkeyi hayal ederek.
Siz de en karanlık anlarınızda öyle yapın.
İşe yarıyor.

Bak Kızım;


“Sen ve ben, aynı şeyleri düşünürken… sen ve ben, anlaşamadık gitti, sonunda bitti.” MFÖ