21 Mart Nevruz Bayramı’nı, bölücü terör örgütü yıllardır “ayaklanma günü”ne çevirmek için uğraşır. Her yıl nevruzdan önce, batı illerinden Güneydoğu’ya asker, polis gönderilir, bunun yanı sıra araç-gereç takviyesi de yapılır. Terör örgütü, topraklarımızda hayal ettiği “kurtarılmış bölge”yi oluşturamadı ama Irak topraklarında bunu gerçekleştirmiş durumda. Kandil’den sonra şimdi, Sincar bölgesini de içine alacak biçimde alanını genişletiyor.
Türk Silahlı Kuvvetlerimiz 24 Ağustos 2016 tarihinde koolisyon güçleriyle koordineli olarak başlattığı “Fırat Kalkanı Harekatı”yla son olarak El Bab’ı kontrol altına aldı. “Neden kontrol altına alındı?” diyorum. Çünkü, askeri literatürde “ele geçirme” tabiri genellikle, bina/binalar, düşman üs bölgeleri, hava alanları, komuta kontrol tesisleri, fabrika, küçük yerleşim yerleri (köy/mezra) için kullanılır. El Bab ve benzeri büyük yerleşim yerleri için ise “kontrol altına alma” denilir.

SAVAŞ YILLARININ ÖYKÜSÜ VAR

Koalisyonda 65 ülke bulunmasına rağmen, hep Türk askeri öne sürülüyor. Biz şehit veriyoruz. Şimdi de askerimizi Rakka’ya sokmak istiyorlar. Yalnız Suriye olsa neyse, Irak toprakları içinde bulunan Sincar’da kamplar kuran, ABD tarafından silahlandırılan PKK’lıların oradan çıkarılması için de Irak’ın, Barzani’nin istekleri var. Yine Türk askerini sürecekler...
Savaş yıllarına ait ilginç bir öykü vardır. Adamın üç oğlu da değişik dönemlerde askere alınıyor. Üçü de şehit oluyor. Savaşlar bitmediği için, vezir geliyor, askere göndermesi için yine oğul istiyor. Ama artık verecek oğul kalmamıştır. Yaşlı adam kızar, “Padişahıma söyleyin, artık bana güvenip de herkese savaş açmasın.”

ONLAR DA İNSAN, YORULUR

Bu öyküyü anlatan bir komutan, “Bir atı hiç durmadan en çok ne kadar koşturabilirsiniz? Acaba bu at yorulmaz diye düşünülmez mi? Üstelik onlar at değil, insan?” dedi. Aslında askerin de söyleyecek sözü var. Onlardan dinliyorum:
“Bölgedeki koalisyon ülkelerine bir bakın. Bizden başka hangi ülkenin askeri ön safta, cephede yer alıyor? Bölgede danışmanlık yapan özel kuvvet timlerine ABD Genelkurmay Başkanlığı’nın emri var: Gerek Özgür Suriye Ordusu (ÖSO), gerekse PYD unsurlarının yanında değil, 1- 1,5 km gerisinden daha ileri yanaşılmayacak. Askeri ön safta olan tek ülke biziz.
Bizler gibi mücadelenin içinde olmayan ABD ve diğer koalisyon ülkeleri için ‘bu yer bitti, diğer yere girelim’ demek çok kolay. Ama bizim için aynı şey geçerli değil. PKK, FETÖ, IŞİD terör örgütleriyle aynı anda savaşıyoruz. Uzakta değil, çatışmanın göbeğindeyiz, en öndeyiz. TSK’nın en güzide birliklerinin son 1,5 yıllık safahatına bir bakın, hiç nefes almışlar mı?”

OPERASYONLARI ONLAR YAPTI

“Asker yorulmaz” derler. 2015 yılından, günümüze kadar askerimiz sürekli çatışmaların içinde. Yıllardır girilmeyen İkiyaka dağlarına en zor koşullarda operasyon yapıldı. Ardından Silopi, Silvan, Şırnak, Cizre, Sur, Nusaybin operasyonları, bölgenin temizlenmesi aylarca sürdü. Yüzlerce şehit verildi. Ardından 15 Temmuz darbe girişiminde, asker darbecilere karşı mücadele verirken, çok sayıda seçkin askerimiz de şehit oldu.
Bitmedi, 24 Ağustos 2016’da başlayan Fırat Kalkanı Harekatı. Bu asker yorulmaz mı? 200 gündür evinden uzak olan, zor koşullarda görev yapan askerlerimizin durumunu siyasiler de dikkate almalı. Komutanlar da, gerçek durumu o emri veren makamlara anlatmalı.
O zor bölgede mücadele eden askerin ve komutanın hakkı ödenmez. Onlar kadar aileleri de büyük özveri içinde. Unutmayalım o askerlerin de dinlenmeye, nefes almaya ihtiyacı var. Yorgun askere güvenip, güvenliğimizle doğrudan ilgisi olmayan Suriye’nin 150 kilometre derinliğine sürerlerse yazık ederler. Askere “git” dersen “emredersiniz” deyip gider. Ama, diğer ülkelerin askeri seyirci kalırken, Türk askerini cepheye sürmek de haksızlık değil mi?

Hangi cezaevine göndereceksiniz?


Halk oylaması öncesi hükümetin açıkladığı müjdelerden birisi de, kapalı cezaevlerinden çok sayıda mahkumun yarı açık cezaevlerine gönderileceği oldu. Ülkemizde 70 yarı açık cezaevi var ve bunların kapasitesi 29 bin 462’dir. Bu cezaevlerine bırakın on binleri, bir mahkum gönderebilecek bile yer bulunmuyor. Çünkü doluluk oranı yüzde 104’ü buluyor.
129 bin hükümlüden açık cezaevine geçebilme koşulunu 49 bin hükümlü taşıyor. Hadi bakalım, gelin de bu dönemde verilen müjdelere güvenin... Tüm bunları “evet” için yapıyorlar. O yüzden “müjde” diye açıklanana değil, gerçek durumun ne olduğuna bakmak gerekiyor.