Pazar günü yapılacak halk oylamasına eşit koşullarda gidilmediği biliniyor. Bu eşitsizlikle ilgili Diyanet İşleri Başkanlığı Fetva Hattı’na şu sorular yöneltildi.
Soru: Evimden çay, şeker ve çaydanlığı getirip iş yerimde çay demleyip içsem kullandığım elektrik haram olur mu?
“80 milyon insanın kullanılan elektrikte hakkı olduğu için haram olur” cevabı verildi.
Ardından iki soru daha yöneltildi:
“80 milyon insanın ödediği vergilerle yayın yapan TRT’de yayınlanan mitinglerde partilere eşit süre verilmemesi haram mı yoksa helal midir?”
“Belediye otobüsleri ve kamu araçlarıyla yani 80 milyon insanın hakkı olan bu araçlarla mitinglere insan taşınma esnasında kullanılan yakıtlar ve şoförlere ödenen maaşlar helal midir yoksa haram mıdır?”
Fetva hattından bu sorulara cevap verilmedi. Din görevlileri, halkı bilgilendirmeye de çekiniyor. Biz en iyisi “çekinmeyen” halk oylamasında “evet” ya da “hayır” çıktığında bunun ne anlama geldiğini duayen hukukçu Sabih Kanadoğlu’na soralım:

İKİSİ DE BAŞLANGIÇ OLACAK

“Hayır tercihi, kapsamlı bir direnişin ifadesidir. Geçmişin yani cumhuriyetin kuruluş felsefesinin, temel ilkelerini ve cumhuriyeti kuran ulusal kahramanlarımıza yöneltilen küçültücü, aşağılayıcı dilin reddi anlamındadır. ‘Hayır’ tercihi aynı zamanda yaratılan fiili durumu kabul etmediğimizi ortaya koymak içindir. ‘Hayır’ demokrasi ve özgürlüğe kavuşmak için yaptığımız tercihin adıdır. Bugünkü durumun kabullenilecek bir tarafı var mı? Yok. O yüzden ‘Hayır’ tercihimizle bugünkü durumu kabul etmediğimizi de ortaya koyacağız. ‘Hayır’ tercihi, anayasaya saygı duymayanların, onu istedikleri zaman askıya alabileceklerini düşünenlerin, anayasa sınırları içerisine çekilmesinin ve buna zorunlu kılınmasının başlangıcı anlamında olacaktır. ‘Evet’ çıkarsa, halkın tercihine saygı duymakla beraber yine halk için yine demokrasi ve özgürlük için mücadeleye devam etmenin başlangıç noktası olarak kabul edilmelidir. Teslimiyet yok.”

ALDATMA VE ALDATILMA ÜZERİNE

Oy kullanma saatine kadar umudu ve cesareti bir tarafa bırakmadan, çekinmeden, korkmadan neyin getirilmek istendiğini anlatmak gerekiyor. Daha da önemlisi mutlaka sandığa gidilmeli, sandığa sahip çıkılmalı. Şu son gönlerde hâlâ kararsız olanların ya da “ikna” olmayanların nasıl ikna edilebileceğini Sabih Bey şöyle anlatıyor:
“Getirilen anayasa değişikliği kanunuyla partili cumhurbaşkanı ve partili başkomutanlık öngörülüyor. Bu durumda Türk milletinin birliği nasıl temsil edilecek? Yargı, parti devletinin etkisi ve yetkisi altında kalacak. Bu durum devletin temelini yok edecek, millet meclisini işlevsiz hale getirecek. Cumhurbaşkanlığı yardımcıları ve bakanlar güven oyu almadan gensoru ile düşürülemeden, 5 yıl hesap sorulamayacak biçimde cumhurbaşkanına sorumlu kılınacak. Bunlar yurttaşa yüz yüze anlatılabilecek en önemli konulardır.”
“Aldatma” ve “aldatılma” üzerine kurulmuş bir sistemin demokrasi olduğu kabul edilemez. Baktığımız zaman afişlerde gerçeğe aykırı, aldatmaya dönük ifadeler var. Örneğin cumhurbaşkanının iki dönem için seçileceği belirtiliyor. İkinci dönemin sonunda TBMM’yi fesih halinde üçüncü kez adaylığı ve seçilebilme olanağı gizleniyor. Sabih Kanadoğlu şunları söylüyor:

BAĞIMSIZLIKTAN SÖZ EDİLEMEZ

“Bağımsız olmayan yargının tarafsızlığından bahsedilemez. Yüksek yargı ve kurulların oluşumu doğrudan partili cumhurbaşkanı ve etkili olduğu meclis tarafından yapılıyor ise yargı, yürütmenin egemenliği altındadır. Böyle bir yargının bağımsızlığından söz edilemez.
‘Bürokrasi azalacak’ denilirken, bakanların bile bürokrat haline getirildiği saklanıyor. Olmayan çift başlılığın 1937’de ortaya çıkan olağan Atatürk-İnönü anlaşmazlığına bağlanması akla ziyan bir aldatma teşebbüsüdür. Söyleyecek bir şeyi olmayınca işte o yıllara dönüyorlar. Oysa bütün uzlaşmazlığı sen yapacaksın. Ayrıca bu söylenenlerin hiçbir anlamı yok. Ben, getirilmek istenen anayasaya bakarım.”

“EVET” DENİLECEK BİR ŞEY YOK

Kanadoğlu’na, “Cumhurbaşkanının bu kadar övdüğü anayasa değişikliğinin hiç mi iyi tarafı yok?” diye soruyorum. Kanadoğlu şunları anlatıyor:
“Anayasa değişikliği, temel insan hak ve özgürlüklerinin çoğaltılması, bağımsız bir yargının sağlanması yönünde hiçbir atılımı içermiyor. Milletvekili sayısının 600’e çıkarılması, seçilme hakkının 18 yaşa indirilmesi ve bağımsız olmayan yargıya ‘tarafsız’ kelimesinin eklenmesiyle güçlendirilmesi demokratik bir sistem içerisinde sağlanan olanaklar sayılamaz. Kaldı ki askeri yargının sivilleşmesi olayı sivil yargının bağımsız olması halinde bir anlam taşır. Bu itibarla anayasa değişikliği kanununda ‘evet’ tercihini gerektirecek hiçbir nokta bulunmuyor.”
Pazar günü ülkemiz için büyük gün... Söz senin, karar senin.