“Mili egemenlik öyle bir nurdur ki onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, yok olur. Milletlerin esaretleri üzerine kurulmuş sistemler her tarafta yok olmaya mahkûmdur.” (Atatürk).

19. yüzyılda Osmanlı aydınlarının amacı anayasal monarşiydi. Jön Türkler ve İttihat Terakki, anayasanın ilanı ve meclisin açılmasıyla; yani meşrutiyete geçilmesiyle ülkenin ayağa kalkacağını, hürriyetin ilanıyla sorunların çözüleceğini düşünüyordu. Kafalarında halifesiz/padişahsız bir düzen; yani cumhuriyet yoktu.
Atatürk ise meşrutiyetin çözüm olmadığını, mutlaka cumhuriyetin ilan edilmesi gerektiğini düşünüyordu.
Atatürk çok okuyordu. J. J. Rousseau ve Montesquieu gibi Fransız aydınların cumhuriyet konusundaki görüşlerinden etkilenmişti. Hatta 13., 14. yüzyıllardaki Ankara Ahi Cumhuriyeti’nden bile haberdardı.
Harp Okulu’nda öğrenciyken arkadaşlarına “Kahredici bir istibdada karşı ancak ihtilalle cevap vermek ve köhnemiş çürük idareyi yıkmak, milleti hâkim kılmak, hülasa vatanı kurtarmak için sizi vazifeye davet ediyorum” demişti.
1906’da Suriye’de bulunduğu günlerde iki yakın arkadaşı Müfit ve Halil’e, cumhuriyetten söz etmişti.
1909’daki 31 Mart İsyanı sonrasında sadece Sultan II. Abdülhamit’in devrilmesiyle yetinilmeyerek cumhuriyetin ilan edilmesini önermişti.
1913’te Balkan Savaşı’ndan sonra
Sofya Ateşemiliterliği’ne giderken de
Kazım (Özalp) gibi arkadaşlarına yine
cumhuriyeti hatırlatmıştı.
1919’da Erzurum’da Mazhar Müfit (Kansu)’ya, “zaferden sonra hükümet şekli cumhuriyet olacaktır” diye yazdırmıştı.

sss11

MİLLİ İRADEDEN CUMHURİYETE

30 Ekim 1918’de Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalanmasından sonraki işgallere karşı Anadolu’nun dört bir yanında başlayan direnişler, Kuvayı Milliye hareketi, “milli irade” kavramını gündeme getirdi. Çünkü Türk Milleti’nin bir bölümü, 600 yıl sonra belki de ilk kez, halife/padişahın ağzına bakmaksızın, tamamen kendi iradesiyle direnişe geçiyordu. Atatürk, bu gerçeği çok çabuk gördü. Milli Mücadele’yi sadece emperyalizme karşı “bağımsızlık” mücadelesi olarak değil, aynı zamanda saraya/sultana karşı “egemenlik” mücadelesi olarak yürüttü.
Atatürk, Türk Milleti’ni asırlardır baskı altında tutan iki kuvvetten birinin “saltanat”, diğerinin “emperyalizm” olduğunu düşünüyordu. 29 Ocak 1921’de TBMM’de yaptığı konuşmada şöyle demişti: “Milletimiz asırlardan beri iki baskıcı kuvvetin, iki yok edici kuvvetin baskısı altında üzülmekte ve acı duymakta idi. O kuvvetlerden birisi doğrudan doğruya memleket ve milleti yönetmek iddiasında bulunan baskıcılar (sultanlar); ikincisi bütün bir emperyalist ve kapitalist âlemdir. Asırlardır bu iki kuvvetin baskısı altında kalmış olan millet tabii ki gayet zayıf bir haldedir.”
Atatürk Nutuk’ta Anadolu’ya geçerken verdiği kararı, “millet egemenliğine dayanan tam bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak” diye açıklıyordu. Gerçekten de Amasya Genelgesi’nden TBMM’nin açılmasına kadar Milli Mücadele’nin tüm önemli adımlarında, “milli irade”ye vurgu yaparak cumhuriyetin altyapısını hazırladı.
Atatürk, Erzurum Kongresi’nde alınan “milli iradeyi etkin, milli kuvvetleri hâkim kılmak esastır” kararının çok önemli olduğunu o günlerde Mazhar Müfit (Kansu)’ya şöyle ifade etmişti: “Vatanın müdafaasını ve milli istiklali milli iradeye tabi kılmak ve Kuvayı Milliye’yi bu hüküm altında tutmak prensibi belki birden önemi kavranamayacak basit bir ifade sanılabilir. Hakikatte bu büyük, her türlü zan ve tahminin üzerinde büyük bir davadır. Memlekette milli irade tabi olacak, Kuvayı Milliye de bu iradeye tabi. Hakikat bu olunca neler olmaz. (...) En önemlisi milli irade ilkesinin kavranması ve benimsenmesidir. Milli iradeyi, millet işlerine hâkim kılmak birinci gayemizdir.”
İşte Atatürk bu “milli irade” tutkusuyla, düzenli orduyu kurmadan önce TBMM’yi açtı.
13 Eylül 1920’de TBMM’ye bir “Halkçılık Beyannamesi” sundu. 18 Kasım 1920’de TBMM’de kabul edilen bu Halkçılık Beyannamesi’nde geçen “Türkiye halkını (...) irade ve hâkimiyetinin sahibi kılmak” ifadesi 1921 Anayasası’nın (Teşkilat-ı Esasiye Kanunu) 1. maddesine “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” şeklinde yansıdı. Egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu rejimin cumhuriyet olduğu açıktı. Nitekim bu gerçeği 23 Eylül 1923’te New Free Press muhabirine verdiği demeçte şöyle itiraf edecekti: “Yeni Türkiye, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun ilk maddelerini size tekrar edeceğim: Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir. Yürütme kudreti, yasama yetkisi, milletin biricik gerçek temsilcisi olan Meclis’te belirmiş ve toplanmıştır. Bu iki cümleyi bir kelimede özetlemek mümkündür: Cumhuriyet.”
1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılmasıyla cumhuriyetin ayak sesleri duyulmaya başladı.

ATATÜRK’ÜN MİLLİ SIRRI

Atatürk, Milli Mücadele yıllarında zamanı gelmeden “cumhuriyet” ifadesini hiç kullanmadı. Nutuk’taki ifadesiyle “Padişahsız, halifesiz kurtuluşa inanan hiç kimsenin olmadığı” bir ortamda zamanı gelinceye kadar sultanı/halifeyi kurtarmaktan söz etmişti. Nasıl etmesin ki? 1920 koşullarında buna mecburdu...
Örneğin, Sivas Kongresi’ne verilen gizli bir önergede “Anadolu’da yepyeni bir cumhuriyet mahiyetinde bir Türk devleti kurmaktan” söz edilmesi üzerine önergenin altına, “sırası gelecektir, şimdi okunmasın” diye bir not düştü. Çünkü o günlerde açıkça “cumhuriyetten” söz edilmesi hiç de hoş karşılanmayacaktı. Nitekim Erzurum Kongresi sırasında “asri” (çağdaş) sözcüğü tartışma yaratmıştı. Bazı hocalar bu sözcüğün kullanılmamasını istemişti. Atatürk, “Asri kelimesi hoca efendilerin taassubuna dokundu” diyerek bu durumdan dert yanmıştı.
Atatürk, Ankara’ya giderken onu Hacı Bektaş’ta karşılayan Çelebi Cemalettin Efendi’nin -5 saat süren görüşme sırasında- cumhuriyetten söz etmesi üzerine Atatürk, henüz zamanı olmadığını belirterek konuyu kapatmıştı.
1920’de Raif Hoca ve arkadaşları TBMM’deki Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu’nun cumhuriyete geçmeyi planladığını sezerek önce Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Erzurum merkez kurulunun adını “Muhafaza-i Mukaddesat Cemiyeti”ne çevirmişler, sonra da dernek tüzüğünün başına padişahlığın, halifeliğin dokunulmazı için bazı eklemeler yapmışlardı.
24 Ağustos, 16 Ekim 1921 arasında, Atatürk’ün Sakarya Savaşı’nda olmasından yararlanan TBMM, içkiyi, kâğıt oyunlarını, dominoyu ve süslü giyinmeyi yasakladı, kadınların peçeli olmasını zorunlu kıldı. Evlenmeden önce kadınların muayene edilmeleri teklifini reddetti. Mecliste okulların yeniden Şeriye Bakanlığı’na bağlanması teklif edildi, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmaya başlamasının geri kalmaya neden olduğu belirtildi. 465 yeni medrese açılması teklif edildi. Fes ve kalpak tartışması kavgaya neden oldu. Hatta çok kadınla evlenmenin zorunlu yapılması tartışıldı. TBMM’nin bu yapısıyla saltanatı, hilafeti kaldırması ve cumhuriyeti ilan etmesi imkânsızdı.
Atatürk’ün silah arkadaşları da saltanata/hilafete bağlı kişilerdi. Saltanatın kaldırılıp cumhuriyetin ilan edilmesi gündeme geldiğinde Atatürk’le görüş ayrılığına düştüler. Atatürk’ün Nutuk’taki ifadesiyle “Milli Mücadele’ye beraber başlayan yolculardan bazıları milli hayatın bugünkü cumhuriyete ve cumhuriyet kanunlarına kadar gelen gelişmelerinde kendi fikir ruhlarının kavrama sınırları bittikçe bana direnmişler ve muhalefete geçmişlerdir. Ben milletin vicdanında sezdiğim büyük ilerleme yeteneğini bir milli sır gibi vicdanımda taşıyarak, peyderpey bütün sosyal bünyemize tatbik ettirmek mecburiyetinde idim.”
Cumhuriyet, Atatürk’ün vicdanındaki milli sırdı. Atatürk, Milli Mücadele’nin başından sonuna kadar “vicdanındaki o milli sırrı” hayata geçirmenin hesaplarını yaptı. 29 Ekim 1923 akşamı, saat 20.30’da “milli sır” açığa çıktı, cumhuriyet ilan edildi. Atatürk ilk cumhurbaşkanı seçildi. 1924 Anayasası’na göre cumhurbaşkanının yetkileri sembolikti. Meclisi açma, kapama, fesih, kanun koyma vb. yetkileri yoktu.

Atatürk ve demokrasi


Atatürk, cumhuriyet, demokrasi ve halkçılığı eş anlamlı olarak kullanıyordu. Cumhuriyeti “halk hükümeti” ve “demokratik hükümet” olarak tanımlıyordu.
Atatürk, bazı bölümlerini bizzat kaleme aldığı ve 1930’larda liselerde okutulan “Vatandaş İçin Medeni Bilgiler” kitabında demokrasiyi şöyle tanımlamıştı: “Demokrasi (Halkçılık): Demokrasi esasına dayanan hükümetlerde hâkimiyet halka, halkın çoğunluğuna aittir. Demokrasi prensibi, hâkimiyetin millette olduğunu başka yerde olmayacağını gerektirir. Bu suretle demokrasi prensibi siyasi kuvvetin, hâkimiyetin kökenine ve yasallığına değinmektedir. Demokrasinin tam ve en bariz şekli cumhuriyettir.”
Aynı kitapta demokrasiden “daima yükselen bir denizi andırmaktadır” diye söz ediyordu.

30szt02a_ant_izm_ank_ist_trb

13 Temmuz 1923’te The Saturday Evening Post yazarı Isaac Marcosson’a verdiği mülakatta “Emperyalizm ölüme mahkûmdur. Demokrasi insan ırkının ümididir” demişti.
Peki, ama Atatürk sağlığında neden gerçek demokrasiyi kuramadı?
■ Çünkü gerçek demokrasi için önce tam bağımsız bir vatana ihtiyaç vardı. Atatürk önce tam bağımsız bir vatan bıraktı.
■ Gerçek demokrasi için saltanatsız, hilafetsiz bir parlamenter sistem gerekiyordu. Atatürk TBMM’yi açtı, saltanatı ve hilafeti kaldırdı, cumhuriyeti ilan etti, CHP’yi kurdu. SCF denemesiyle çok partili sistemi denedi.
■ Gerçek demokrasi için toplumsal eşitlik gerekiyordu. Azınlıkların, yabancıların, saray elitlerinin ayrıcalıklı olduğu, Türklerin, halkın ezildiği bir ortamda gerçek demokrasi kurulamazdı. Atatürk önce halkçılık ilkesiyle toplumsal eşitliği sağladı.
■ Gerçek demokrasi için okur-yazar, aydınlanmış bir topluma ihtiyaç vardı. Atatürk harf devrimi, Millet mektepleri, Halkevleri vb adımlarla toplumsal aydınlanmayı gerçekleştirdi.
■ Gerçek demokrasi için ağalık, şeyhlik düzeninin yıkılması, toprak reformunun yapılması, feodal sistemin tasfiyesi gerekiyordu. Atatürk feodal düzeni yıkmak için mücadele etti.
■ Gerçek demokrasi için kadın erkek eşitliğinin sağlanması gerekiyordu. Atatürk, devrimleriyle, kadını esaretten kurtardı.
■ Gerçek demokrasi için laiklik şarttı. Atatürk laik bir düzen kurdu.
■ Gerçek demokrasi için ordu ile siyasetin ayrılması gerekiyordu. Atatürk ordu ile siyaseti ayırdı.
■ Gerçek demokrasi için özgür düşünce gerekiyordu. Atatürk, çağdaş eğitimle “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” nesiller yetiştirmeye çalıştı.
■ Gerçek demokrasi için sağlıklı bir toplum gerekliydi. Atatürk önce hastalıklarla mücadele etti.
■ Gerçek demokrasi için sağlam ve bağımsız bir ekonomi gerekiyordu. Atatürk çok kısa sürede sağlam bir ekonomi kurdu.
■ Gerçek demokrasi için kuldan birey, ümmetten millet yaratmak gerekiyordu. Atatürk, devrimleriyle bunu başardı.
Atatürk’ün yaşadığı çağda, dünyada gerçek demokrasi yok gibiydi. 1930’larda Avrupa’da faşizm çağı yaşanmaya başlanmıştı. Buna rağmen Atatürk, o faşizm çağında Türkiye’de demokrasinin altyapısını hazırladı.
Atatürk, 1933’te de şöyle demişti: “Cumhuriyet rejimi demek demokrasi sistemi ile devlet şekli demektir. Biz cumhuriyeti kurduk. O, on yaşını doldururken demokrasinin bütün icaplarını sırası geldikçe uygulamaya koymalıdır.”
Ancak maalesef Atatürk’ten sonra iyi işleyen bir demokrasi kuramadık.
Atatürk, 15-20 yılda emperyalizme karşı bir bağımsızlık savaşı, geri kalmışlığa karşı bir uygarlık savaşı verdi. 600 yıllık mutlak, 10 yıllık bir meşruti monarşiden laik bir cumhuriyet çıkardı. Cumhuriyetimizin 94. yılını kutluyoruz. Atatürk, bu 94 yılın 15 yılından sorumludur. Vicdanlı olmak lazım! “Atatürk niye demokrasiyi kuramadı?” diye sormak yerine, “Atatürk’ten sonra 79 yıldır Türkiye’de neden gerçek demokrasi kurulamadı?” diye sormak gerekir.
Türkiye’nin kurtuluşu, bağımsız ve laik cumhuriyeti korumakla, gerçek demokrasiyi kurmakla mümkündür.

Bizim Cumhuriyetimiz


Bizim cumhuriyetimizin, rejim değişikliğinden öte anlamları vardır:
Bizim cumhuriyetimiz, her şeyden önce Milli Mücadele’de, bir ölüm kalım savaşında şekillenmiştir, kanla, gözyaşıyla, ateşle yoğrulmuştur. Anti-emperyalist bir bağımsızlık zaferinin eseridir.

22222

Bizim cumhuriyetimiz, laiktir. Temelinde akıl ve bilim vardır.
Bizim cumhuriyetimizin yönü, çağdaş uygarlığa dönüktür.
Bizim cumhuriyetimiz kadına, kadınlık onuruna yakışır haklar vermiştir.
Bizim cumhuriyetimiz barışseverdir. Bugüne kadar 94 yıllık kesintisiz barış sağlamıştır. (Türk tarihinde bu kadar uzun bir barış dönemi yoktur).
Bizim cumhuriyetimizin iki temel özelliği; bağımsızlık ve laikliktir. Bağımsızlık ve laiklik olmazsa cumhuriyetimizin bir anlamı kalmaz.